"GÖRMEMİZ ve ANLAMAMIZ İÇİN ÖNCE BAKMAMIZ ve DİNLEMEMİZ GEREK! BOZALIM EZBERLERİMİZİ, BURADA YENİ BİRŞEY VAR!”

Yaşar Güven 17 June 2013
Zulüm ve Zalim

Gezi Parkı

 

“GÖRMEMİZ ve ANLAMAMIZ İÇİN ÖNCE BAKMAMIZ ve DİNLEMEMİZ GEREK!

BOZALIM EZBERLERİMİZİ, BURADA YENİ BİRŞEY VAR!”

“Başörtüsü üzerinden uygulanan zulüm bizi çok üzdü. Size bu vb. nedenlerle oy verdik. Ama şimdi zulüm uygulayan sizsiniz”.

 

Mealen böyle AKP’ye oy veren bir vatandaşın yazdıkları. Yaşananları özetleyen buna benzer cümleler pek çok aslında. Uzun uzadıya açıklamaya gerek bırakmayan, hemen her sosyal tabakadan, hemen her politik çevreden kişilerin kurduğu böyle cümleler çok değerli.

 

Kimlikler söz konusu olduğunda, Kafkasya’da ya da Kafkasyalılara dair birşeyler olduğunda, konuyu bilen Çerkesler yerine yerden bitiveren “uzmanlar”a –üstelik sadece fikir sahibi olan- mikrofon uzatılmasına ve bilgi/yorum aktarılmasına üzülür, konunun sahipleri olan Çerkeslerle konuşulmasını isterdim. Gezi konusunda da, herşeyi bilen siyasetçiler (vali dahil tabi ki) ve gazeteciler bunun yeni bir şey olduğunu anlayamadan günlerce saçmaladıktan, konunun muhatabı gençleri yok saydıktan sonra bir kısım sosyolog “anlamaya çalışıyoruz” gibi çok net açıklamalar yapıp gençlerle diyalog kurunca ancak aydılar. Biliminsanları da anlamaya çalışıyorsa bize ne oluyordu. Sonra anketler, alan araştırmaları derken “28 Şubat’ta neredeydin” diye gırtlağını yırtarcasına bağıran başbakana verilen “kreşteydim” yanıtını aldılar ve duvara çarptıklarını anladılar. Başbakan ve bakanları hariç tabi ki. Onlar sosyolojiyi de psikolojiyi de bilirlerdi, onlar başbakan ve bakandı, herşeyi bilirlerdi. Onlara, onların doğruları hilafına birşey söylemek biliminsanının hele hele vatandaşın haddine miydi ayrıca?

 

% 39.6 19-25, % 24 26-30 yaşları arasında; % 53.7 daha önce hiçbir kitlesel eyleme katılmamış, % 70 kendini hiçbir siyasi partiye yakın hissetmiyor. Protestolara katılmalarında başbakanın otoriter tavrının etkili olduğuna kesinlikle katılanlar % 92.4, polisin protestoculara uyguladığı orantısız gücün etkili olduğuna kesinlikle katılanlar % 91.3, demokratik hakların ihlal edilmesinin etkili olduğuna kesinlikle katılanlar % 91.1; özgürlükçüyüm seçeneğine kesinlikle katılıyorum diyenler % 81.2; darbeye karşı olanlar % 79.5.

 

Hal böyleyken protestolara ve protestoculara dair neler söylendi neler. Daha neler söylenecek neler.

 

Başbakan’ın temelde söylediği dört şey var. Faiz lobisi (ne kastettiği çok tartışıldı ve yorumlandı), marjinal (illegalite demek istiyor), provokatör, muhalefet. Gerek tek tek seçtiği vekiller gerekse hükümet üzerinde tam bir otorite kuran ve tabanını da istediği gibi yönlendiren başbakanın ilk etapta hareketi anlamasını beklemedik zaten. Birileri düğmeye basmıştı ve insanlar bir yerden yönetiliyordu. Kendi yönetme/yönetilme kültürüne denk düştüğü gibi. “Kreşteyim” yanıtının hafızasında yer etmesi ile annelere seslenip “alın çocuklarınızı Gezi’den” seslenişi ile yönetme anlayışını pekiştirirken, gerçek muhatabı olması gereken gençlere, yetişkin kişilere üstten bakışını sürdürüyordu. Gelişmeler sonucu neler olup bittiği daha net anlaşılır olduğunda da gerçekleri kabullenmesi ise siyasi kültürünü yadsımak olurdu. “Demokrasi havarisi” başbakan milletine gerekeni bahşediyordu zaten, “demokrasi daha fazla demokrasi” istemek ne oluyordu? Konu üç-beş ağaçtan ve 1900’lerde “şeriat isteriz” haykırışlarının yükseldiği topçu kışlasından ibaret kalmalı idi.

 

Mağduru oynayarak prim yapmaya alışmıştı başbakan. Şimdi ise devletin bütün gücüne hükmeden bir mağrur. Arada alışkanlıktan olsa gerek mağduru oynuyor yine. Ama artık parmak sallayarak yapıyor bunu. Medyadan yakınırdı sürekli, yakınmaya devam ediyor. Üstelik merkez medya olarak tanımlanan çok geniş kesim olan-biteni nerede ise hiç yansıtmıyorken. Ancak “marjinal” kesimde birşeyler izlenebilmesine karşın hala şikayetçi oluşu tahammülsüzlüğünün ve tabi ki otoriter tutumunun bir başka göstergesi aslında. Başbakan için, başörtülü öğrencilere uygulanan polis şiddeti bir dönem mağduriyet malzemesi iken şimdi polise taş atanlar malzeme oluyor. Banka müdürü, işveren, .. kendisini destekliyorsa sorun yok, muhalif davranırsa vay haline, anında tehdit. Haddini bildirmekle tehdit etmeler, “siz bilirsiniz yapacağınızı” gibi mesajlar vermek. Ayrıca; %50 oyu sürekli telaffuz etmek, bunca farklı sese ve hatta yol arkadaşının “demokrasi sadece sandık değildir” hatırlatmasına karşın %50 nakaratında ısrar etmek kasıt yoksa demokrasiyi ne kadar yüzeysel kavradığının ifadesi değil midir? En küçük muhalif seste, yurt içinde “sana mı soracağım”, yurt dışına yönelik “tanımıyorum” yaklaşımı, hiçbir eleştiriye ve karşı fikre tahammülü olmadığının göstergeleridir. Yurt dışı ilişkilerde tavır almanın o kadar kolay olmadığını gördük hep birlikte. Suriye meselesinde “ipe un sermek” dediği Cenevre görüşmelerini ABD ziyareti sonrası kabul etmişti örneğin. Obama’nın ikna yöntemleri konusunda ders alması gerek belki muhalefetin. Sabaha karşı toplantı yapıp cumhurbaşkanından liderler zirvesi toplamasını teklif etme kararı alabilen bir ana muhalefetin zavallılığı konumuzla ilgili diğer bir tespit olsun. “A-politik” gençler iktidardan da muhalefetten de ilerideler.

 

Olayları perde arkasından yönetenler (başbakanın iddiası) var ise en büyük hizmetkarlarının başbakan olduğu da net değil mi? Sabah 5 baskını ile çadır yakarak ve şiddet uygulayarak demokratik tepkisini gösterenlere müdahale emrini vererek, her konuşmasında gerilimi tırmandırarak, polise taş atılmasını engellemek için bedeninin siper eden gençleri aşağılayarak, eli sopalı insanları üniformalı polislerin yanında göstericilerin üzerine sürerek, tonlarca biber gazı kullanılmasını ve polisin şiddet uygulamasını İstanbul valisi üzerinden onaylayarak ve de sıralanabilecek birçok nedenden ötürü provokatör bellidir aslında. Faiz lobisi istedi ise bütün bunları, onlara hizmet etmiş olmadı mı başbakan? Kim bilir, belki de seçmen kitlesini kemikleştirmek ve %50 oy oranını korumak hatta yükseltmek için, 3 ay önceden (bazı bakanlar 6 ay diyor) istihbarat aldıklarını söylediği olayları önlemek yerine yol vermek, hatta tahrik etmek gibi bir yol izlemiş olabilir mi?

 

Şiddeti kim uyguladı?

 

Bir tarafta barışçı, anti-militarist, merkezi olmayan, kendiliğindenci, polise atılacak taşa gövdesini siper eden ve güzel yanları gizlenemeyecek kadar net olan genç bir protesto var. Sağır sultanlar duymamış, bakmadıkları için görmemiş olabilirler, ama böyle. Diğer tarafta ise başbakanın ağzına bakan ve söylediklerini, anlayışını sloganlaştıranlar var. Aradan günler geçtikten sonra başbakanlarını havaalanında karşılıyorlar ve diyorlar ki: “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim”, “Azınlık şaşırma, sabrımızı taşırma”. Aslında saldırgan, şiddet yanlısı olanlar açığa çıkmıyor mu? Polise şiddet uygulayın emri nereden geliyor, belli olmuyor mu? Kendisini havaalanında karşılayanlara “evinize dönün” demiş başbakan, marifet o sloganın atılacağı zemini hazırlamamakta değil mi? Vekili Şamil Tayyar ne diyor: “Şunu bilin, Erdoğan diktatör olsaydı Taksim ‘Dersim’ olur, mezar taşına hasret giderdiniz!”. Ya belediye başkanı Melih Gökçek; “Vallahi sizi bir kaşık suda boğarız ama dua edin ki biz demokrasiye inanıyoruz. Bizde kaba kuvvet ve eşkıyalık yok!”

 

Bilgi kirliliğini başbakan, bakanlar ve vali yarattı bu olaylarda. İstismar ve tahrik vardı üstelik. Yalana TRT de dahil oldu. 2010’dan kalma bayrak yakma görüntülerini verdi, başbakan bunu sürekli kullandı. Müezzinin yalanlamasına karşın camide bira içtiler dedi başbakan. Gezi alanında Cuma namazı kılınır ve kandil kutlamaları yapılırken başörtülü bir yakınına sokakta taciz konusunu çiğnedi durdu. Kasıtlı bir tahrik söz konusudur ve suçtur. Önemlisi insanlık suçudur.

 

Başbakan bir ülkenin başbakanı gibi davranmıyor, hemen her konuşmasında kendisine oy veren %50’nin başbakanı olarak mesajlar veriyor. “Hizmetkarınızım” derken o %50’ye söylüyor bunu. “Ötekiler”le görüşmeyi onlara bir lütuf sunmuş gibi anlatıyor. Dünyada böyle başbakan olmadığını söylüyor, tersinden okunduğunda doğrudur. Bütün bu gerilimin içinde birilerinin bir şey yapma sorumluluğu var ise önce başbakanın sorumluluğu var. Medya gücü ile gerçekleri karatmaya devam edemez. Bir gün tarih yazar gerçekleri, işte 12 Eylül, 28 Şubat. “Gezi park olarak kalacaktır”, bu dört sözcükten ibaret cümleyi 31 Mayıs’ta kursa idi başbakan bugün çok farklı noktada olacaktık. Neden bu cümleyi kurmadığını oy veren %50 yanıtlayabilir mi? Ölümler yaşandı, unutulmayacaktır. Diğer yandan 20’ye yakın kişi gözünü kaybetti, dahası da var. Başbakan adım atmadıkça, ya da adım atmış gibi yaptıkça gerilimin süreceği ve kutuplaşmanın artacağını söylemek için çok şey bilmeye gerek yok. Siyasetin nelerden beslendiği konusunda yeni şeyler öğretiyor başbakan aslında.

 

Gezi’yi anlamak gerek

 

Gezi Tahrir değil, Wall Street de değil, GENÇLER kendileri gibi olmak istediler ve oldular da. Onları kategorize etmeyelim, başka birşeye benzetmeyelim. Bizler işin teorisindeyken ve üstelik sınıfta kalırken, farklılığa saygı duyulmasını isteyen Gezili gençler inanca ve düşünceye saygıyı örneklediler. Kandil gecesi ve Cuma namazı en güzel örneklerdendi. Yasal düzenleme ve polis zoru olmadan neler becerebildiklerine iyi bakmalı ve anlamaya çalışmalıyız.

 

Onlar adına konuşmayalım. Onlara soralım, anlatsınlar. Kendilerini gayet güzel ifade ediyorlar. Hatta farklı şeyler isteseler de Gezi’ye özel durum söz konusu olduğunda sınırlıyorlar kendilerini, oto-kontrolleri şaşırtacak kadar güzel işliyor bu anlamda.

 

Şiddete karşılar, engelliyorlar kendi içlerinde. Polis-devlet şiddetinde de karşı çıkıp tavır alıyorlar, şiddet uygulamıyor ama uygulanmasına da izin vermiyorlar, engellemek için mücadele ediyorlar, direniyorlar.

 

Küfre de karşılar, cinsiyet içeren sloganlara da. Kendileri siliyor, üzerini boyuyor böyle yazılamaların.

 

Alınan bütün güvenlik önlemlerine karşın birbirini öldürebilen spor kulübü taraftarları, iç dinamikleri ile barışı savundular ve zulme karşı direnip özgürlük için omuz-omuza verdiler. Parti taraftarlığı nedeni ile başka birşeyi görmek istemeyenler en azından bunu bir düşünmeli ve buradan bir şey almalı.

 

A-politik gençlerin politikası nasıl olurmuş gösterdiler. Bütün politikacılar bunu becerebilse dedirtmediler mi?

 

Ama!

 

Anılarda güzel hatıralar kalsın istemez başbakan ve hükümet. Şiddet, kötü anlar ve anılar kalmalı hafızalarda. Öyle olmalı ki bir daha itaatsizlik olmasın. Onun için fırsat vermedi başbakan. Direniş sürecekti tabi ki ama Gezi boşaltılıyordu, çadırlar toplanıyordu, çok severler ya dünya örnekleri vermeyi, yağdanlık gazeteciler de söylemişti, birkaç çadır tabi ki kalabilirdi. Ama saldırdı emri verdi başbakan. Öylesine abartıldı ki otele sığınan ve alt katını revire dönüştürenlere de saldırıldı.

 

İnisiyatifi bırakmak istemeyecekler. Olanları ve gençleri itibarsızlaştırmak için yaptıklarını yapmaya devam edecekler. Bilgi kirliliği yaratacaklar ve medya gücü ile bunu yayacaklar.

 

Ama!

 

İletişim çağındayız ya bunun hakkını verecektir gençler.

 

“Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak” sözünün Gezi özelinde nasıl gerçekleştiğini bize, hepimize, görmek istemeyenlerimize de gösterecektir gençler. Özür dilemeyi zaaf olarak gören “demokrat” başbakanı çileden çıkaranlar olarak tarihe geçmekle yetinmeyeceklerdir.

 

Öğrenmenin yaşı yoktur. Öğreticinin de. Şimdi hepimiz için öğrenme zamanı, anlama zamanı. Biliminsanları bunu açıkça ifade ediyor üstelik.

Comments are closed.