Hegemonik iki gücün politikalarından bağımsız, “ne ABD, ne RF” diyerek bir kimlik politikası geliştirmek olası mıdır?

Yaşar Güven 04 March 2013
Ne Amerika ne Rusya…

“Hegemonik iki gücün politikalarından bağımsız, “ne ABD, ne RF” diyerek bir kimlik politikası geliştirmek olası mıdır? Soru olmaktan öte politik tutum geliştirmenin belki de anahtarı olması gereken bu yaklaşım, belki dünyanın geri kalan ülkelerini hegemonik iki gücün ittifakı olarak değerlendirdiği için eleştirilecek ya da benimsenecek bir yaklaşım aynı zamanda.”

 

Çerkes kimliği konusunda sular belli ki ısınmaya devam edecek. Abaza, Oset ve Çeçen kimliğinin ardından ısınma sırası Adıge kimliğine geldi.

 

Soğuk savaş boyunca hep iki kutuplu dünyadan söz ederdik. ABD ve SSCB’den, Nato ve Varşova Paktı’ndan. Sonra SSCB dağıldı, tek merkezli bir dünyaya hızla yol aldık, merkez ABD. Ama RF kısa sürede toparlandı ve en azından yakın çevresinde tek merkeze direneceğinin işaretlerini verdi. Bağımsız Devletler Topluluğu bir şey ifade etmeyince Şanghay yapılanması ile askeri olmasa da bir blok ittifakı oluşturmayı ihmal etmedi.

 

1992 Abhazya-Gürcistan Savaşı’nda RF her anlamda savaşın içindeydi, 1994, I. Çeçenya-RF Savaşı’nda ise direk taraftı. Bu savaşlara ABD’nin sadece seyirci kalmadığını hatırlayalım.

 

1998’de ABD Irak’ı işgal etti. Gerekçe, Irak’ta kitle imha silahları vardı  ve Saddam uluslararası denetlemeye izin vermiyordu. İşgal sonrası bir şey çıkmadı, hatta senaryo dahi oluşturulmadı, yerleştirilip bulunmuş gibi yapılmadı. Irak’a demokrasi getirmişti ABD.

 

İktidarını şiddet ve Rus milliyetçiliği üzerine kuran Putin, 1999’da II. Çeçenya Savaşı’nı başlattı. Moskova’daki apartman bombalamaları gerekçelerden biriydi, sağır sultan duydu ki, Putinsever ajanlar kendi insanlarının canına kıymıştı. Bunu yapanlar Çeçenler’e neler yapmazdı ki.

 

11 Eylül 2001, dünya için bir dönüm noktası oldu. Hakkında onlarca senaryo okuduğumuz İkiz Kuleler’e yönelik saldırı sonucu ABD dünyayı, RF ise sınırları içindeki halkları yeniden hizalandırmaya girişti.

 

Dönemin ABD başkanı küçük Bush, 2003 yılında Milli Demokrasi Forumu’ndaki konuşmasında, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) anlattı, “Ortadoğu’nun demokratikleşmesi” projesini. 2006 yılında, dönemin ADB Dışişleri Bakanı Rice, İsrail’de projeyi tanıttı, yirmidört ülkenin kaderini ve sınırlarını değiştirecek projeyi.

 

2008 Çin Olimpiyatları sırasında Gürcistan’ın -çok açık ki- ABD’ye güvenerek Güney Osetya’ya saldırısına RF müdahil oldu. Sonrasında, aslında Gürcistan’ın yapması gerekeni RF yaptı, Abhazya ve G. Osetya’nın bağımsızlığını tanıdı.

 

Başbakan Erdoğan’ın “eşbaşkanıyım” dediği proje 2010 yılı son günleri, 2011 başı Tunus olayları ile başladı. ABD üzerinden yayılan yeni haritalar nedeniyle Türkiye’nin gündemini de bir ara sarsan proje sürüyor. Mısır, Libya, Suriye.. Sırada Ürdün, İran, Lübnan, Suudi Arabistan yarımadası var.. Ya sonra; Kafkasya, Pakistan, Afganistan.. Tümü teorik olarak BOP’un parçası.

 

2011’de bir şey daha oldu; bu kez aslında RF’nin yapması gerekeni Gürcistan yaptı ve Adıge soykırımını tanıdı. İktidar değişimi sonrası geri alınabileceği dedikoduları olsa da tarihe not düşülmüş oldu.

 

BOP uygulanırken kimlikler üzerinden senaryolar ihmal edilmiyor, hatta yerine göre merkeze de konuyor. Ortadoğu’da Kürt gerçeği gibi. Bunun Kafkasya karşılığı Adıgeler olmalı. İşaretler onu gösteriyor. Senaryo hazırlığında her olasılığı dikkate alan ABD (hegemonik güç olmak böyle bir şey olmalı), dünyanın her halkından insanı bir şekilde sınırları içinde barındırır olmuş, bir gün “işbirliği” gerekir düşüncesi ile. Yıllar öncesinden başlayan ve devam eden bir gelenek bu. 1967 yılı Arap-İsrail (6 gün) Savaşı sonrası Adıgeler de yerleştirilmiş ABD’ye. Ve özellikle bir kesiminin BOP ile birlikte seslerinin yüksek çıkıyor olması yoruma açıktır.

 

Arada bir hatırlatma; 2006 yılında Jıneps gazetesi, Ortadoğu ve Kafkasya’daki gelişmeleri ve ABD’nin Montrö Anlaşması’nı delme girişimleri dahil yaklaşımlarını değerlendirip; “ABD donanması altın postun peşinde” manşetini atmıştı.

 

RF ve ABD, Adıgeler için senaryolar hazırladı muhakkak. Stratejilerini de belirlemiş olmalılar. Gelişmelere göre taktiksel değişiklikler yapsalar da ana hedefleri bellidir. Üstelik senaryoları “a’dan z’ye”dir. Yani olasılıkları dikkate alan, umulmadık gelişmeleri de bir şekilde karşılayacak esnekliktedir.

 

Ya Adıgeler? Onların bağımsız senaryoları da var mıdır? Diasporik Adıge halkının dünya ölçeğinde, geliştirdiği ve olgunlaştırdığı bir senaryosunun olmadığını biliyoruz. Tek-tek yaşadıkları ülkeler bazında ise, o ülkelerin ittifakları üzerinden geliştirdikleri uluslararası politikalarının Adıgeler’in tutum belirlemesinde etkili olduğu tespiti yapılabilir. Bir kısım Adıge’nin bu etkiyi kıramadığı ve politikalarına yansıttığı, bir kısmının evrensel değer yargıları ile demokrasi ve insan hakları temelli politikalar oluşturma çabası içinde oldukları, diğer bir kısmının ise ikisi arasında bocaladığı söylenebilir.

 

Hegemonik iki gücün politikalarından bağımsız, “ne ABD, ne RF” diyerek bir kimlik politikası geliştirmek olası mıdır? Soru olmaktan öte politik tutum geliştirmenin belki de anahtarı olması gereken bu yaklaşım, belki dünyanın geri kalan ülkelerini hegemonik iki gücün ittifakı olarak değerlendirdiği için eleştirilecek ya da benimsenecek bir yaklaşım aynı zamanda.

 

Feodal üretim ilişkilerinin yaşandığı dönemlerde, askeri üstünlük üzerinden egemenlik anlayışı geçerliydi. Eşitlerin ittifakı, savaşı; zayıfların himaye altına alınıp vergilendirilmesi olarak özetlenebilecek bir ilişkiler silsilesi söz konusu idi. Kapitalist üretim ilişkilerinde bu anlamda değişen bir şey yok aslında. Eşitler var, az eşitler, eşit olmayanlar var. Böylesine ilişkiler silsilesinde, “kendinden daha güçlüye yaslanmak” her dönem ilgi görmüştür.

 

Hemen her dönem askeri gücü olan, güçsüz olana medeniyet götürdüğünü iddia etti. İspanya ve Portekiz Güney Amerika’ya; Fransa ve İngiltere Afrika ve Ortadoğu’ya, Amerikalılar Kızılderililer’e, Çarlık Rusyası Çerkesler’e.. Hollywood filmlerindeki Kızılderililer’in nasıl anlatıldığını hatırlayalım. Onlar “vahşi” idi. Hemen hemen aynı zaman diliminde Çarlık Rusyası Çerkesler’i “dağlı ve barbar” olarak tanıttı dünya kamuoyuna.

 

Soçi konulu panele (02.03.2013-İKKD) Almanya’dan katılan Prof. Koepke bir diyaloğunu anlattı; “Çerkesler’e medeniyet götürdük, istemediler, öldürdük” diyormuş bir Rus.

 

BOP senaryosunu oluşturan uzmanlar/teorisyenler; “kaçınılmaz acı” ve “yapıcı yıkım” gibi deyimler kullanıyor. Yani güçsüzlerin medeni olmaları için, demokratikleşmeleri için acı yaşamaları gerek. “Önce öl, sonra mutlu ol” diyor BOP projesi. “Ölmeden, sıkıntı çekmeden mutlu olmak, dünyada bir azınlığın hakkıdır” olarak da okunabilir istenirse.

 

Senarist var, as oyuncular “artizler” var ve de figüranlar. As oyuncu yaralanacak ya da ölecekse çok şatafatlı olmalı ve gürültü çıkarmalı; ama figüranlar, düzinelerce ölüyorlar. Sadece bir istatistik oluyor ölümleri. Dünyanın geri kalanı için “önemi olmayanların” ölmesi, senaryo gereği kendi iyilikleri için aslında.

 

Zenginlik içinde yaşaması ve rahat etmesi gereken bir kısım ülkenin bütçesinde silah satışı hala önemli yerler işgal ediyorsa, bir yerlerde savaşın sürmesi gerekmez mi? Bunu belirleyen birilerinin insan olmasından kuşku duyulmaz mı?

 

Demokrasi, özgürlük ve zenginlik denen şey medeniyet ve demokrasi götürmek ise, yani modern esirlikse aslında, bir değerinin olmaması ise, gücün kadar konuşabilmek ise; bir yerlerde yanlış var demektir.

 

Belki de Washington ya da Moskova’da yaşamak yerine, Samoa adalarında, “göğü delen adam” olarak yaşamak daha iyidir.

 

Yaşar Güven, 03.0.13

Comments are closed.