Anavatana dönüş, 1864’ten bu yana tek tip bir anlayış değildi. Bunun tipik göstergesi SSCB’nin dağılması ile görüldü.

Yaşar Güven 08 January 2013
Kimlik ve Siyaset – 2

“Dönüş” ve “Kalış”, ama kısaca…

Ve sonra Erhan Hapae’ye itiraz

 

1864 Büyük Çerkes Sürgünü, ardından 1877’de ikinci sürgün. Çerkesler çok kısa bir zaman diliminde iki sürgün yaşadı. İki sürgün arasında Kafkasya’ya geri dönüş çabalarının olduğu, Çarlık Rusyası ve Osmanlı’nın bunu engellemek için kararnameler yayınlandığı biliniyor.

 

1908’de, kısmi özgürlük ortamında Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti’ni kuran kadroların, anavatanla zor koşullarda diyalog kurma çabaları, hazırladıkları alfabeleri öğretmenleri ile birlikte anavatana göndermeleri, saygıyla anılası çabalardır. Diasporadan anavatana alfabe önemliydi. 1917 Rusya Devrimi’nden sonra bu kez anavatanda alfabe hazırlığı ve tersine bir alış-veriş.

 

1900’lerin ilk çeyreğinde önder kadroların anavatan özlemi; henüz hafızalar taze iken, Çerkesya’ya ve iç dinamiklerle geliştirilmiş bir yaşam sistematiğine duyulan özlem, “bağımsız vatan, özgür bireyler” özlemi olarak değerlendirilebilir.

 

Cumhuriyet döneminin kimliklere yaşam hakkı tanımayan baskıcı politikalarından sonra çok partili siyasi yaşama geçiş yılı olan 1946 ile dernekleşmelerin başladığı ve Çerkeslik meselesinin daha bir göz önünde konuşulabilir olduğu 1950’ler, II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarının yaşandığı, Türkiye’nin NATO’ya girdiği, Varşova Paktı’nın kurulduğu, soğuk savaşın etkili olduğu yıllardı. Moskof mezaliminden söz eden Çerkesler’in bir kesiminin Türkçü çevrelerle birlikte, Çerkesler’i anavatanlarından atanların Komünistler olduğunu da söyleyerek (II. Dünya Savaşı’nda gönüllü kaçışlarla desteklenebilen bir yalan) esir edilmiş vatanın kurtarılmasına yönelik Enver Paşa anlayışını hortlatmaya çalıştığı tespiti yapılabilir.

 

Bütün dünyayı etkileyen başkaldırı yılları olan 1968’lerin Türkiyeli Çerkesler’e etkisi önemliydi. 1970’ler, “Dönüş” ve “Kalış” saflarında yer alan Çerkesler’in tartıştığı yıllardı. Bu sözcükler, belki safları tanımlamak ve kısa yoldan ifade etmek için kullanılan ama hiç benimsemediğim sözcükler oldu. Giderek keskinleşen ve soruna çözüm yöntemi önerilerini bıçakla ayırır gibi ayıran bu saflaşmanın dışında da geniş bir kesim vardı tabi ki. Bir kere Çerkes burjuvazisi (ne kadar var idiyse), ne sosyalist SSCB sınırları içindeki anavatana dönüş ne de Türkiye’de sosyalist devrim derdindeydi. Doğal olarak sınıfsal yapılarına uygun hareket ettikleri, Çerkesliği bir ritüeller silsilesi olarak yaşamayı yeterli buldukları, daha bir milli yanı olanların kültürel çalışmalara destek verdiği söylenebilir. Diğer sosyal tabakalardan geniş bir kesimin de, çeşitli nedenlerle siyaseten iki anlayışa mesafeli durduğu gözlenebilir.

 

O dönemin sol siyasi ikliminde, SSCB’deki sistemin değerlendirilmesi de önemlidir. 1917’den 1970’lere gelindiğinde SSCB’yi halen sosyalist bir ülke olarak gören siyasi anlayışların yanısıra, 1917’de sosyalist devrimi gerçekleştiren ama süreç içinde bürokrat burjuvazinin iktidarı ele geçirmesi ile dönüşen, sosyalizmi terkeden ve ABD gibi emperyalist konuma gelen bir ülke olarak gören siyasi anlayışlar da vardı. Kısaca, Dönüş-Kalış tartışmasının yanında SSCB’nin siyasi yapısının da tartışma nedeni olduğu ıskalanmamalı.

 

Dönüş anlayışında olan Çerkesler’in bir kısmının, Türkiye’nin siyasi ikliminin de etkisiyle, dönecekleri vatanın sosyalist olduğu değerlendirmesiyle sosyalist saflarda yer aldığı ve sosyalist jargonun etkili olduğu görülür. Asıl baskın olanın ise dönüş ve sonrasında “kendi topraklarında kendi kaderini tayin hakkı” olduğu söylenebilir. Bu saflaşmada yer alan Çerkesler’in hangi sosyal tabakalarda yer aldıklarına dair çok şey söylemeye gerek yok.

 

Anavatana dönüş, 1864’ten bu yana tek tip bir anlayış değildi. Bunun tipik göstergesi SSCB’nin dağılması ile görüldü. Artık üretim ilişkileri değişen bir ülke söz konusu idi. Sermaye götürülebilir, yatırım yapılabilir, ticari ilişkiler kurulabilirdi. Bu noktada klasik dönüş hareketi ile arasına mesafe koyan neo-dönüş hareketinin ortaya çıktığını görüyoruz. Sosyal tabakanın en üstündeki Çerkesler için de artık dönüş savunulabilir olmuştu diye özetleyebiliriz bu süreci.

 

Dışarıdan bakıldığında bir şey ifade etmeyen, ancak Çerkeslerin anlayabildikleri ve içini doldurabildikleri “dönüş” ve “kalış” ın “bıçakla ayrılması” doğru değildi diye düşünürüm, kalış saflarında olan biri olarak. Yaşadığımız her yerde kimliğimizle yaşayabileceğimiz demokratik ortamın sağlanması; tarihsel haksızlığın giderilmesi için soykırım ve sürgünün tescili ve anavatana dönüş hakkının teslim edilmesi. Bir arada değerlendirilebilecek anlayışlardı. Öyle olsaydı bugün çok farklı bir konumda olabilir miydik acaba? Sonuçta 40 yıl civarı geçti, ne dönüş gerçekleşti, ne de Türkiye’de sosyalist devrim yapıldı. “Elde var sıfır” demek, iyi niyetle uğraş verenlere, hala uğraş içinde olanlara haksızlık olur. “Yeterliydi” demek yanlış olur. Bu kadar biriktirilebildi, daha fazlası için daha çok uğraş vermeli ama sıfırdan başlamamak için her ne birikti ise üzerine koyarak devam etmeli. Mümkünse patinajı en aza indirmeli.

 

“Dönüş” ve türevi sözcükler yerine “Dönüş hakkı” ve “Dönüş hakkını kullananlar” gibi ifadeler kullanılsa; “Dönüşçüler” e önerimdir. “Kalışçı” olarak koşulsuz dönüş hakkını savunuyorum, Uluslararası Çerkes Birliği’nin 1997 yılında UNPO’ya aldırdığı kararı her daim hatırlatıyorum.

 

Devam etmek üzere…

 

Erhan Hapae’ye itirazım var

 

Erhan Hapae ‘Berlin duvarı yıkılmasa iyiydi’ yazısında diyor ki; “Son 23 yıldır başımıza gelenler hep bunun yüzünden.

 

Ne rahattık eskiden. Biz Çerkes sosyalistleri kolektivizmin üstün başarıları üzerine soyut söylevler çekecek, insanlık tarihinin gördüğü en zalim diktatörlük olan SSCB üzerine övgüler düzmeye devam edecektik.”

 

Sol siyasi hareketlerin SSCB’yi değerlendirmelerine yukarıda kısaca değinmiştim. Hapae Erhan, sosyalist olduğu dönem SSCB’yi sosyal-emperyalist olarak değerlendiren siyasi anlayıştaydı. Yani övgüler düzmek bir yana şiddetle eleştiren bir çizgideydi ve bu çizgide olan onlarca sosyalist Çerkes vardı. Hapae artık liberal bir çizgide ve sosyalizmi reddediyor. Böyle olsa da, kendi döneminin sosyalistlerinin tümünü, en azından SSCB’ye övgüler düzmekle karalamamalı. Haksızlık olur, tespitte eksiklik olur.

 

Yaşar Güven

Yorumlar (1)
  1. Hayri Kutarba on said:

    Diaspora tarihimiz maalesef hemen hemen hiç yazılmadı, yazılamadı. Bir bütün olarak yazmak şimdilik hayal gibi görünse bile, Yaşar Güven dostumun yaptığı gibi, dönem, ve konu değerlendirmeleri şeklinde olsa da, bol miktarda yazılmalı. Özet gibi ama içerikli bir yazı olmuş. Devamını -daha detaylı bir şekilde- bekliyoruz. Selam ve Sevgiler Abhazya’dan!