Bir iktidar tarafından soykırımla mağdur edilen bir halkın, özgüvenini bir başka iktidarda aramasının hikayesidir bizimkisi.

Alper Hraça 07 January 2013
ÇERKES’İN İKTİDARLA SINAVI

Bir imparatorluk nasıl yıkılırsa öyle yıkıldı Osmanlı. Üzerinde yükseldiği geniş halk kitlelerini bir girdap gibi yıkım merkezine sürüklerken, kırılıp dökülen iktidar,elde kalanlar üzerinde hacim ve güç yitirerek yeniden yapılandırdı kendisini. Ve tabii ki her iktidar gibi kendi tarihini kendisi yazdı.

 

Tarihin bir adalet mizanı yok. Güçlü olan kazanıp, varolmaya ve olan biteni kendince yazmaya-anlatmaya devam ediyor. Gücü yetmeyenler de haklı, haksız bakmadan ya tarihe karışıyor ya da bir başka iktidara eklemleniyor. Çerkesler de istisna teşkil etmiyorlar.  Soykırım ardından, Kafkasya’da kalabilenler Ruslar’ın iktidarına tutunurken, sürgünle Osmanlı’ya gelenler de bir süre Türkler’in, ardından yedi düvelin iktidarına tutunmuş.

 

Guşıps, Anzavur Ahmet’i dosya konusu olarak seçerken,  tüm dikkatini “Çerkes Ethem”in hain olmadığı savına yoğunlaştıran Çerkesler’e “ihanet” kavramının kendisini sorgulatmak amacındaydı.  Çünkü, bu kavramın gölgesinde kaldığı sürece bu toplumun kendisini tanıma ve geleceğine yön vermek için ihtiyaç duyduğu yüzleşmeyi gerçekleştirme şansı yok.

 

Dosyanın benim özellikle ilgimi çeken boyutuysa Çerkesler’in iktidarla kurduğu ilişkiye dair sunduğu ipuçları oldu.

 

Bu yeni takıldığım bir mesele değil aslında. Kuşkuyla yaklaştığım pek çok ön kabul ve kavram var Çerkeslerle ilgili.  Bunlardan ikisinden, genlerimize nakşedilmiş  savaşçı karakterimiz  ve sadakatimizden bahsedeceğim çünkü  bunların büyük ölçüde bağ kurduğumuz iktidar ve bize biçilen rollere uygun olarak dayatılmış kavramlar olduğu fikrindeyim.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun, Çerkesler’i askeri bir dolgu malzemesi olarak gördüğü kimse için sır değil. Balkanlar, Anadolu ve Ortadoğu’da Sultan’a karşı sorun çıkaran neredeyse her unsur karşısında Çerkesler’i buldu.  Ancak bunu bizim gibi soykırım ve sürgün yorgunu, üstelik düzenli ordular için hiç de biçilmiş kaftan sayılmayacak  bir toplumun savaşçı karakterine bağlamak, tastamam bu coğrafyada imparatorluğun bize biçtiği  çirkin rolü  görmek istemeyişimizden kaynaklanıyor.  Yabancısı olduğumuz ve sonradan geldiğimiz bir coğrafyanın yerlilerine karşı kullanıldık. İngiliz ve Fransızlar’ın Osmanlı’nın çöküşü ardından Ortadoğu’da jandarmalık için Çerkesler’i seçmesinin sebebi de buydu. Ürdün’de Kral’ın, Irak’ta Saddam’ın ve yakın bir döneme kadar Suriye’de Esad’ın yanında yer alan da aynı sebeplerle Çerkeslerdi.  Bugün de ne bu yabancılık duygusunun tam olarak kırılmış olduğu ne de toplumsal güvenin tamir edildiği söylenemez.

 

Ginegeras’ın makalesinde, resmi tarih anlatımından farklı olarak, Şark-ı Karib Çerkesler’i Temin-i Hukuk Cemiyeti’nin pek o kadar da zayıf bir yapı olmadığı vurgulanıyor. Toplumdan kopuk da olsa, Çerkes elitinin hatırı sayılır bir bölümünün Yunan işgali altında bulunan Güney Marmara’da özerk bir bölge kurma girişiminde olduğunu görüyoruz. Yine dosya kapsamında söyleşi gerçekleştirdiğimiz Ahmet Kuyaş, o dönemde bu girişimi normal karşılıyordu. Sonuçta bölge Yunan işgalindeydi, İstanbul hükümeti etkisiz, Ankara da Sakarya ötesine atılmış ve yenik gözüküyordu. Bu şartlarda bu girişimin bence de pek yadırganacak bir yönü yok. Fakat açıklanan bildiride, çoğu zaten eski İttihatçı veya Teşkilat-ı Mahsusa’dan olan bir katılımcı kitlesinin, ortak oldukları suçlarda Türkler’i zalim, kendilerini mazlum, Yunanlılar’ı da en yüksek medeniyet ve insanlık düzeyine sahip bir ulus olarak tarif etmesini nasıl açıklayacağız?

 

Yeni iktidarla kurulan bu ilişki, bir öncekinin varlığına rağmen sadakat olarak adlandırılabilir mi?

 

Bir iktidar tarafından soykırımla mağdur edilen bir halkın, özgüvenini bir başka iktidarda aramasının hikayesidir bizimkisi.  Asla tam olarak talip olmayacağımız, ve böylelikle sorumluluğunu da taşımayacağımız bir iktidar türüdür bu. Her an terkedebileceğimiz, birini diğeriyle değişirken vicdanımızı rahat tutabileceğimiz bir iktidar türü. Davranışlarının vicdani yükümlülüğünü komutanına bırakan bir asker gibi.

 

Bu yüzden yükselen özgüvenimiz, hem kendimizle yüzleşmek hem de iktidarların kirli oyunlarına alet olmaktan kurtulmak için bir çıkış.

 

Bu yüzden iktidarları karşımıza almak, gerçeği olduğu gibi, çekinmeden, yumuşatmadan, olduğu gibi dillendirmek zorundayız.

 

Bu yüzden sesimizin gür, duruşumuzun net olması gerekiyor.

 

Bunu hem kendimize, hem yanıbaşımızdaki halklara borçluyuz.

Yorumlar (1)
  1. Elbruz on said:

    ” Bir iktidar tarafından soykırımla mağdur edilen bir halkın, özgüvenini bir başka iktidarda aramasının hikayesidir bizimkisi. ”

    Özellikle, 1915 Ermeni Olayları sırasında nüfuslarına oranla Türkler ve Kürtlerden daha çok sayıda Ermeni ‘Halletmiş’ olan Çerkesler, dönemin İktidarı İttihad Terakki’ye karşı aslında ‘Sadakatini’ gösteriyordu.

    Ardından 5 sene geçmeden Güney Marmarada Toplanan Şark-ı Garib Çerkesleri de bir bildiri yayınlayarak yeni Yunan-İktidarına Selam çakıyordu.

    Osmanlı Saltanatı düşmesin diye Düzce-Hendek-Adapazarında büyük ayaklanmalar gerçekleştiren Çerkesler, Saraydan ümidi kestikleri anda Kemal Paşa’nın peşinden at sürmeye başladılar. Bir dönemin Hilafetçi Çerkesleri kısa süre sonra bıçkın Devrimciler olacaktı.

    Aynı senelerde Suriyede kalan Çerkesler Fransız Lejyonunda özel Jandarma birlikleri kurup bağımsızlık isteyen ‘Asi’ Arapları cezalandırırken yine aynı hisle İktidar yanında hızla konuşlandılar.

    1948 de Israil kurulduğunda bir karar vermek zorunda kalan Filistin Çerkesleri ( Kfar Kama ve Raihania ) Yahudilerden yana tavır alıyor ve Taberia’da kurulan ilk Yahudi-Kibbutz’larının bekçiliğini yapmak için sıraya giriyordu. Araplar bu Kibbutz’lara saldırmayı bırakınca işlerinden olacaklarını sezen Çerkesler, bu defa Bedevi kıyafetleri ile Kibbutz’lara saldırarak 3-4 sene daha Bekçilik yapmaya devam edebildiler.

    Kara Eylül diye adlandırılan, 1970 de Ürdün’de Yaser Arafat önderliğinde başlatılan büyük Filistinli ayaklanmasını da bir fırsat olarak değerlendiren Çerkesler, 1970-71 yılları arasında iç savaşta Haşimi Hanedanının ayakta durmasını sağladı. Bedevilerden müteşekkil Ürdün Ordusu Filistinli kardeşlerine silah sıkmayı reddedince, Ürdün Muhaberatına hakim olan Çerkesler önce Bedevi Askerlerini cezalandırdı, sonra da sayıları 15.000 kişiyi bulacak büyük bir Katliama imza attı.

    21.yy’da Çerkes Diasporası yeni dahil olduğu zor bir coğrafyada, parçalanan bir imparatorluk ile birlikte büyük bir sınav verdi. Dilini yeni öğrenmeye başladığı yeni İktidarlar arasında kendini kanıtlama ve kendine bir alan açma derdine düştü.
    Vatansızlıklarını bilinç altında yaşatan Çerkesler bi-taraf olmanın belki de bertaraf olmak olacağına inandılar ve ikinci bir tükeniş yaşamamak adına kısaca ‘Taraf’ oldular…