Yabancılaşmayı kırmak…
0:43 10 December 2012

Bugün “Suriye Halkının Yanındayız Platformu” Harbiye Orduevi önünden Suriye Konsolosluğu önüne yürüdü. Bu yürüyüş, Suriye devriminin yanında olmak ve Suriyeli sığınmacılarla dayanışmak için platformun ilk adımı oldu. Suriye halkının acısını hisseden insanlar –Çerkesler dahil- birlikte yürüdüler.

Yarın çeşitli Çerkes girişim ve STK’ları ve de Kafkas halklarının yaşadığı sürgün, soykırım ve trajedileri hisseden, Kafkas halklarıyla dayanışma içinde olmak isteyen vicdanlı insanlar Rusya devlet başkanı Putin’in Türkiye’ye gelişini protesto edecekler. Putin’e işlediği suçları, AKP hükümetine de, Rusya ile ilişkilerinin hukukî ve etik olarak sorgulanmaya muhtaç olduğunu hatırlatacaklar.

İnsanlar birlikte yürüyorlar, birlikte protesto ediyorlar çünkü artık kendilerine ve başkalarına “yabancılaşmanın” bu memleketin en önemli meselelerinden biri olduğunu farkediyorlar.

“Yabancılaşmak” acıklı bir süreç. Gizli ve açık, sert veya yumuşak ideolojik aygıtlar, hamaset nutukları, milliyetçilik gibi son yüzyılın en korkunç seküler dini ve çeşitli versiyonları vasıtasıyla türlü çeşitli yalanlara inandık, her birimiz kendimizi unuttuk.

Karl Marx bize “yabancılaşma”nın fabrikadaki halini anlattı ve anlattıklarıyla hâlâ zihnimizi açmaya devam ediyor. Ona göre, fabrikada çalışan bir işçi sabahtan akşama kadar kendisine tanımlanan tek bir işi (vida sıkmak, boya yapmak, overlok yapmak vb.) yaparken, sadece makinaların uzantısı haline gelir. Makinalar ve iş süreçleri onu denetlemeye başlar. Böylelikle, işçi hem kendine, hem iş arkadaşlarına, hem de yaptığı işe, ürettiği ürüne yabancılaşır”.

Marx, bu yabancılaşmayı aşması için işçinin iş arkadaşlarıyla bir araya gelmesi gerektiğini, bu birliktelik sayesinde “sınıf bilinci”ni inşa edebileceğini ve tarihsel bir aktör olarak devrimi gerçekleştirebileceğini anlatır. Ve işçi bu sayede hem sömürü zincirini, hem de yabancılaşma döngüsünü kıracaktır.

Ancak Marx “modern” toplumun bir filozofuydu ve yaptığı bütün analizler ve kurduğu “bilimsel” ütopya da “rasyonel” bir dünya görüşü üzerine kuruluydu. Yani onun derdi “ilerleme” idi ve sömürü ve adaletsizliğe karşı olan isyanı, onu üretici güçlerin önünün açılması gerektiği düşüncesine götürmüştü. Yani Marx’ın dünyasında etnik, dinsel kimlikler, kültürel aidiyetler ve anlam dünyaları yoktu. Aslolan temel olarak “sınıfsal” bir meseleydi.

Tarih Marx’ın dediklerini yanlış çıkarmadı. Çünkü bugün hâlâ sosyal adaletsizlik, sınıfsal sömürü dünya kadar insan hayatını perişan etmeye devam ediyor.

Ancak Marx’tan bugüne gelinceye kadar, insanlar fabrikanın, modern hayatların, milliyetçi ideolojilerin ve ulus-devletin ikna odaklarının korkunç operasyonları sonucunda maruz kaldıkları yabancılaşmadan çıkışın bir yolunu buldular.

Marx’ın işçisi vida sıkarak, kendine ve hayatın bütününe yabancılaşmıştı. Milliyetçi ideoloji de onu kendinden, başkalarından ve kendisi için bir rehber olan kültürlerden koparmıştı. İşte bugün bir parantez kapanıyor ve modern toplumun insanları önce hemen yanı başlarındaki kültürlerin anlam dünyalarıyla ortak nefes alacak alanları yaratıyorlar. Arkasından da “kendilerinden başkalarını” görmeye başlıyorlar.

“Ancak, eğer “sonradan” gelmiş bir halk iseniz, yaptığı darbeler ve oyunlarla travma üzerine travma eken bir devlet karşısında konuşabilme cesareti bulabilmeniz hiç kolay değildir. ”

-Ferhat Kentel

Bu yüzden, robdöşambr, kravat ya da döpiyeslerle üniformalanmış çeşitli kesimlerin hayret ve öfke nidalarına (“Nereden çıktı bunlar? Yoktu eskiden böyle şeyler!”) rağmen, bu memlekette Kürtler, başörtülüler, küçücük sayılarına rağmen Ermeniler kendilerini keşfettiler. Kendileri üzerinde gerçekleştirilmiş bütün yabancılaştırma, asimilasyon, inkar operasyonlarına karşılık kendilerini tamamlıyorlar.

Bu süreç içinde Kürtlerin, Ermenilerin, Müslümanların seslerini az veya çok çıkarmaları –despot bir devlet altında çok kolay olmasa da- beklenebilir bir şeydi. Çünkü yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan bu insanların da bu “devlet” üzerinde “hakları” olduğunu düşünmeleri anormal değildi.

Ancak, eğer “sonradan” gelmiş bir halk iseniz, yaptığı darbeler ve oyunlarla travma üzerine travma eken bir devlet karşısında konuşabilme cesareti bulabilmeniz hiç kolay değildir. Çünkü bu devlet, siz geldiğinizden beri size sürekli olarak “nasıl kucak açtığını, sizin de nasıl şükretmeniz gerektiğini”, “makbul vatandaş” olmak için, kendinizi unutmanız gerektiğini anlatmıştır.

İşte Balkanlardan gelen Boşnak, Arnavut, Pomak gibi halkların yanısıra, Kafkasya’dan gelen halklar da şimdiye kadar kendilerine “kucak açan” hâmi devlet karşısında sadece “razı” olmuşlar; bu devlete karşı seslerini yükseltenlere karşı, en devletperver tavırları göstermişlerdir.

Ancak anadillerini unutan, başlarına dert açmamak için unutmayı meşrulaştıran, anadillerini arayan Kürtler karşısında “biz bölücü değiliz, ne yapalım anadili?” diyen, şikayetlerini içlerine gömerek, sessizlik sarmalını yeniden üreten bu “göçmen” halklardan Çerkesler, nihayet  bu kısır döngüyü kırmaya başladılar.

Çerkesler arasında sesleri giderek daha çok duyulan kesimler bu kısır döngüyü kırarken aslında Marx’ın anlattığı yabancılaşmayı, yani hem kendilerine olan yabancılaşmayı, hem başkalarına olan yabancılaşmayı kırıyorlar. Anadillerini, kimliklerini, hafızalarını istiyorlar; hesap soruyorlar. Ancak aynı zamanda başkalarını da, yani Suriye halkını, Kürtleri de kendi meseleleri olarak kabul ediyorlar.

İşte bu memlekette, esas olarak Kürtlerle başlamış olan, ancak giderek ikili bir kutuplaşmaya hapsolmuş olan yabancılaşmayı aşma mücadelesi, bugün Çerkesler sayesinde çok daha yeni ve yaratıcı bir aşamaya girmiş durumda.

Ve Guşips de bu yolda yeni bir nefes olacak.

01.12.2012

 

Yorumlar (2)
  1. Nesren Şamil Kanşat on said:

    Bu yabancılaşmayı kırarken, yanı başımızda filizlenen, Sovyet geleneğinin oluşturduğu milliyetçi söylem de ortaya çıkmakta. Çerkes toplumunun içerisinde filizlenmeye başlayan – daha doğrusu dışa karşı farkındalığını sadece kendi etnisitesi (abhaz vs adige meselesi gibi,vs…) üzerinden ve de bir karşıtlık durumundan oluşturmaya çabalayan- bir hareket de kendine hareket alanı buluyor. Bu vesileyle, 2000’lere kadar dışa kapalı bir grup olan Çerkesler’in, özellikle Türkiye’de birlikte yaşadığı gruplarla beraber bu yabancılaşmayı kırmaya çalışırken; bu milliyetçi hareketle birlikte yeni bir yabancılaşma süreci içerisinde olmamaları en büyük temennimdir. Saygılarımla…

  2. Cumhur. on said:

    Çerkesler,kapalı toplum özelliğini özelliğini üzerinden atmadıkça ve aynı coğrafyayı paylaştığı diğer halklarla kaynaşmadıkça,onların söylemlerine,dertlerine,sloganlarıa ses katmayıp omuz vermedikçe bu yabancılaşma kırılmayacaktır.