Haber / Tehlikeye giren dil çeşitliliği
18:27 31 December 2014

Ülkeler kalkındıkça, siyasi ve ekonomik hayatta tek bir dil hakim olarak insanları da bu hakim dili benimsemek ile ekonomik ve siyasi anlamda dışlanmak arasında seçim yapmaya mecbur bırakıyor. Ancak müreffeh örneklerdeki dil hareketlerinin başarısı, dil ve kültür çeşitliliği ile yoksulluk arasında doğrudan bağ kurmanın yanlışlığını gösteriyor.

Ross Perlin 

İspanya’nın Bask Özerk Bölgesi’nde faaliyet gösteren ve dünyanın en büyük kooperatifi olan Mondragon, insanların kapitalizme alternatif sistemler üzerine hâlâ kafa yorduğu veya bu tür sistemleri hayata geçirdiği her yerde bilinen bir isim. Farklı sektörlerde faaliyet gösteren 257 işletmesi ve 74 bini aşkın çalışanı bulunan Mondragon federasyonunun yıllık geliri 12,5 milyar euro (16 milyar dolar). İster bir devrim tasarısı ister kapitalizmin daha nazik bir biçimi deyin, burada denetimin çalışanlarda olduğu, eşitlikçi bir ekonomiye dayalı ve gelişmesi onlarca yıl sürmüş, güçlü ve etkili bir model söz konusu.

Mondragon’un tehlike altındaki Bask dili ve kültürünü yeniden canlandırma amaçlı bir hareketten doğduğu ise pek bilinmez. Batı Pireneler’de Fransa-İspanya sınırında konuşulan Baskçanın, ne çevre coğrafyalarda konuşulan Hint-Avrupa dillerine ne de başka dillere benzeyen, dilbilimcilerin izole olarak nitelendirdiği, kendine özgü bir yapısı var. Paris ve Madrid’in uzun yıllar boyunca siyasi özerklik hakkı tanımadığı Baskça konuşan halk, İspanyol diktatör Francisco Franco liderliğindeki faşist rejim tarafından zulme uğratılınca ayaklandı.

Bask dili hareketi, 1960’lara gelindiğinde daha da yoğunlaştı. Hareketin başarıları arasında kurduğu yarı gizli okullar, kendi kendine okuma-yazma programları, coşkulu kültür festivalleri ve en nihayetinde İspanyol devleti tarafından resmen tanınmak sayılabilir. Üç milyonluk bölgesel nüfus içinde 700 bin civarında insanın konuştuğu Baskça, bugün hâlâ savunmasız ama ayakta. İspanya’da en yüksek GSYİH’ye sahip, ihracatı giderek artan ve Mondragon, BBVA bankası ve rüzgar türbini üreticisi Gamesa gibi işletmeleri bünyesinde barındıran Bask Özerk Bölgesi’nin ekonomik gücü, kültür ve dilin yeniden doğuşuyla aynı süreçte olgunlaştı.

Bask öyküsü, araştırmacıların son dönemde “Refah, dili öldürüyor” ve “Ekonomik başarı, dilleri yok oluşa sürüklüyor” gibi başlıklarla manşetlere taşınan iddialarına taban tabana zıt. Aslında bahsi geçen makaleler, Proceedings of the Royal Society B dergisinin son dönemde yayınladığı, yüksek GSYİH ile dillerin tehlikeye girmesi arasında bir bağıntı olduğunu iddia eden bir çalışmanın özünü yansıtıyor. Araştırma sonuçlarında listenin başını, ABD’nin Kuzeybatı Pasifik bölgesi ve Avustralya’nın Kuzey Toprakları çekiyor. Araştırma ekibinden Cambridge Üniversitesi Öğretim Üyesi Tatsuya Amato’ya göre, “Bir ülkenin ekonomisi kalkındıkça, genellikle o ülke halkının siyasi ve ekonomik hayatına tek bir dil hakim oluyor. İnsanlar da bu hakim dili benimsemek ile ekonomik ve siyasi anlamda dışlanma riskiyle karşı karşıya kalmak arasında bir tercih yapmaya mecbur kalıyorlar.”

Hakim bir dili benimsetme yönünde baskı olduğu, tıpkı günümüz dünyasında birkaç emperyal dilin gittikçe daha egemen hale geldiği gibi, tartışma götürmez bir gerçek. Fakat çeşitlilik ve yoksulluk arasında denklem kurma ya da asimilasyonun refah getirdiğini iddia etme eğilimi, ekonomi ve dilbilimin kesişimini yanlış yorumlayan, tehlikeli bir şablonu öne çıkarıyor. Oysa gerçek şu ki, yerel bazda elde edilen ekonomik başarı, dillerin canlandırılıp geliştirilmesi ve dünyanın muazzam bir çeşitlilik arz eden dil mirasının 21. yüzyıla taşınmasında çok etkili bir güç.

Emperyalizmin uzun gölgesi

Günümüzde giderek daha fazla emperyal dillerin hakimiyeti altına giren küresel dil ortamı, doğrudan sömürgecilik, milliyetçilik ve kapitalizm tarihinin başlattığı ve bugün de devam eden zincirleme tepkimenin bir neticesi.

Bir dil, bir günde ölmez. Kuzeybatı Pasifik’teki yerlilerin konuştuğu Klallam dilinin yok olması, tehlike altındaki diller üzerine çalışanların son derece aşina olduğu daha geniş kapsamlı kalıpları yansıtıyor. Egemen bir kültürün elindeki silah üstünlüğü, yerli nüfusu kıracak hastalıklar ve uzun ömürlü ulaşım araçları ile gelip yerli hayatın istikrarını kökten bozuyor. İlk önce egemen kültürle en yakın temas içinde olanlar değişmeye başlıyor. Ardından dil, en güçlü göründüğü yerlerde bile geriliyor. Kelime dağarcığı ve gramer gittikçe önemini yitiriyor. Avcılık, gelenekler, eğitim ve müzik ile ilişkili yaşam biçimleri yasaklandığı, kınandığı veya değiştirildiği için dilin bu gibi kullanım alanları hepten kayboluyor.

Örneğin; Kuzey Amerika ve Kuzey Avustralya’nın batı kesimlerindeki yerli kültürlerin uğradığı aşamalı tahribat, 19. yüzyılda Avrupalı yerleşimcilerin kitleler halinde bölgeye gelişi, ekonominin geleneksel ana geçim kaynaklarının yitirilmesi, soykırım ve hastalıkların yol açtığı demografik çöküş ile birlikte nihai safhaya girdi. ABD ve Avustralya’da 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başında görülen zorunlu yatılı okul uygulaması, zaten kırılgan durumdaki bu dillere kritik bir darbe indirdi. Bu dönemde öğrenciler, çoğu zaman fiziksel ceza tehdidiyle sadece İngilizce konuşmaya zorlanıyordu.

Klallam dilini konuşan son yerli Hazel Sampson, 2014 başında Washington’ın Port Angeles kentinde hayatını kaybettiğinde 103 yaşındaydı; diğer bir deyişle, 1910’lara gelindiğinde dilin nesilden nesile aktarımı zaten aşırı derecede seyrekleşmişti. Günümüzde dil kayıpları genellikle şehirleşme, eşitsizlik ve ücretli iş bulma baskısı ile ilişkilendirilmekte ki, bu unsurların GSYİH ile arasında gevşek bir bağ olduğu söylenebilir. Fakat burada asıl önem taşıyan nokta, hemen hemen her seferinde ilk erozyona uğrayan unsurun, yerli ekonomik ve siyasi sistemler olması.

Dili yeniden canlandırma eğilimi

Dolayısıyla ekonomik büyüme özünde dil kaybına yol açmaz; aslına bakılırsa, yerel bazda elde edilen refah, dil çeşitliliğini destekleyebilir. Ocak 2015’te PBS kanalında gösterime girecek olan Language Matters isimli yeni belgesel filmde de gösterildiği üzere, halihazırda yeterli özerklik ve refah seviyesine ulaşmış toplumlarda tehdit altındaki dillerin yeniden canlanması, bunun hem en açık göstergesi, hem de çağımızın en önemli dil eğilimlerinden biri. Baskça, Katalanca, Galce, Hawaiice ve Maorice, bunun en meşhur örnekleri. Bunlar, en az yarım yüzyıldır var olan, ekonomik açıdan temel seviyede bir öz yeterliğe dayalı dil hareketleri. Güncel bir örnek olarak Hong Kong ve Çince’nin uzun yıllardır bir kenara itilmiş, standart dışı lehçelerinden biri olan Kantonca’yı ele alabiliriz. Hong Kong, elde ettiği ekonomik başarı ve nispeten sahip olduğu özerk konum sayesinde Kantonca konusunda küresel bir merkez haline geldi. Kantonca, Hong Kong’da 2014 sonbaharında gerçekleşen protestoların ana başlıklardan biri olarak öne çıktı.

Makalenin devamı için: http://aljazeera.com.tr/

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar