Haber / 25 Yıl Sonra 1989 Devrimleri
14:49 8 November 2014

1989 yazı ve sonbaharında Doğu Avrupa’yı kasıp kavuran devrimlerin 25. yıldönümü yaklaşıyor. Ayaklanmalar Doğu Avrupa’nın Sovyet kontrolünden kurtulmasına, Almanya’nın birleşmesine ve iki yıl sonra Sovyetler Birliği’nin dağılmasına yol açtı. Baş döndürücü hızı ve domino etkisi herkesi hazırlıksız yakaladı. Şaşkına dönmüş komünist seçkinler, deneyimli Kremlin uzmanları ve hatta göstericilerin kendileri. Halkın Gücünün karnaval benzeri atmosferi dünya siyasetine gerçek üstü bir hava kattı. Elektrik teknisyenleri ve oyun yazarları devlet başkanları olurken bir komünist diktatörün Noel günü idamı televizyonlardan yayınlandı. Bu önemli değişimlerin (Romanya dışında) kan dökülmeden gerçekleşmesi sebebiyle 1989 yılı mükemmel yıl olarak adlandırıldı.

1989 olaylarının dünyada yarattığı değişimi ancak bugün anlayabiliyoruz. O dönemde 1848 “ulusların ilkbaharından” 1789 Fransız Devrimi’ne kadar tarihsel benzerlikler kuruluyordu. Karamsar değerlendirmeler de eksik değildi : İkinci Dünya Savaşı kabusu geri dönmüştü. Birçok gözlemci komünizmin çöküşüyle istikrarlı ve nisbeten müreffeh Avrupa’nın zayıflayacağından, yeni ve güçlü “Dördüncü Reich’ın” kıtaya egemen olacağından korkuyordu. Thatcher’ın “dikkatli olmazsak Almanlar Hitler’in savaşta yapamadığını barış zamanında başaracaklar” cümlesi uluslararası topluluğun yeni Almanya ve yeni Avrupa karşısında yaşadığı endişeyi özetliyordu. Rövanşist bir Almanya’ya ve komünizm sonrası Avrupa’nın istikrarsızlaşacağına dair karamsar öngörülerin çoğu gerçekleşmedi. Almanya kıtada merkez “sivil güç” (ve banker) rolünü üstlendi. 1871’in tersine Almanya’nın bu defaki birleşmesi farklı bir Avrupa yarattı. Bazı yorumcular tarihsel önemine binaen 11/9 (9 Kasım Berlin Duvarı’nın çöküşü) tarihini 9/11 (11 Eylül terör saldırıları—ç.n.) tarihine benzettiler.

Medya ayaklanmaların Berlin Duvarı’nın çöküşüyle başladığı imajını yaratsa da fitilin on yıl önce Gdansk tersanelerinde ateşlendiğini ve 1989 ilkbaharında Polonya’da yaşananların Çekoslovakya, Macaristan, Doğu Almanya ve Baltıklar’daki reform hareketine ivme kazandırdığını hatırlamak gerekiyor. Bununla birlikte 1989 dönüşümü için daha talihsiz bir başlangıç düşünülemezdi. Doğu Avrupa’daki devrimleri başlatan 4 Haziran Polonya seçimleri (Dayanışma’nın zaferiyle sonuçlanmıştı) Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda gösterilerin kan dökülerek bastırılmasıyla aynı güne denk geldi. Polonyalı reformcular kendi hükümetlerinin de aynı yolu izleyeceğinden korkuyordu. Polonya seçimlerinin sonuçları tanınsa da, o yaz başta Doğu Almanya olmak üzere Doğu Bloku seçkinleri arasında “Çin çözümünün” gerekli olduğu konuşuluyordu.

Oysa 1989 yılı Doğu Bloku’nda bir dizi “kadife devrime” sahne oldu. Çok sayıda yorumcu Doğu Avrupa’da komünizmin çöküşünü liberalizmin zaferi olarak ilan ettiler. Serbest TICARET ve güvenlik barış ve refahla özdeşleştirildi. Avrupa Birliği ve NATO doğuya doğru genişlediler. 1990’lı yıllarda yapılan seçimlerde “üçüncü yol” İskandinavya-tarzı alternatifin varlık gösterememesi birçok gözlemciyi şaşırttı. Sosyal demokratlar başarısız olmuşlardı. Eski komünist ülkelerin çoğu merkez sağ Hıristiyan Demokratları tercih ettiler. Hatta bazıları daha sağdaki partilere oy verdiler. 1989’un sonuçlarından biri Orta Avrupa haritasının etnik temelde daha küçük devletlere dönüşmesi oldu. Ayrışma Çekoslovakya’da (1993) “kadife boşanma” adıyla kan dökülmeden yaşanırken süreç başka yerlerde barışçıl olmadı. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşamadığı etnik temizlik ilk defa geri döndü. Ekonomi ve siyasette liberal değerlerin Doğu Avrupa’ya yerleştirilmesinde yaşanan zorluklar yanında bu ülkelerde eski komünistlerin güçlerini koruması “kadife restorasyon” olarak tanımlandı. Doğu Almanyalı solcular “Mark milliyetçiliği” yüzünden sosyalizmi yeniden kurma fırsatının kaçırıldığına inanıyorlardı. Bonn tarafından kolonize (“Kohl-onize”) edildiklerini ve ikinci sınıf yurttaş olduklarını düşünenler birleşmeden memnun değildi. Doğu Almanların Federal Almanya karşısında duyduğu öfke bir kuşak sonra 2007-2008 mali krizinin ardından Güney Avrupalılar tarafından dile getirildi. 1989 yılını Batı liberalizminin zaferi gibi görmenin yanlışlığını bugün daha iyi anlıyoruz. 1989 sosyalizmin yenilgisi anlamına gelebilir ama liberalizmin sınırları olduğunu da ortaya koydu.

Rusya ve Çin’in ‘’89 ruhuna’ karşı kendi tepkilerini geliştirdiklerini görüyoruz. 1989’un dünya siyasetine bıraktığı benzersiz miras olan ‘barışçıl devrim’ ve sivil toplumun güçlü devletlere karşı kitlesel seferberliği yurttaş hareketleri için bir ders niteliği taşıyor. Arap Baharı ayaklanmalarına katılanlar erken aşamalarda bu modelden esinlendiler. Nitekim askeri otoriterliğin kan dökerek ‘tepki vermesi’ 1989’dan farklı bir ders çıkarmanın mümkün olduğunu gösterdi. 1989’un mirası her iki unsuru da içeriyor. Bunu 4 Haziran 1989’da Polonya ve Çin’de gördük. O gün iki ülkede çok farklı iki tepki sergilendi. Hong Kong’un kaderinin hangi 4 Haziran’a benzeyeceğini şimdiden söylemek imkansız. Ama şu kesin : 1989 yılını anlamlı kılan demokrasi talebi Doğu Blokuyla sınırlıydı. Demokrasi talebi bugün dünyanın her köşesinde duyuluyor.

Paul Betts

Çeviri : Dr. Ömer Aytek Kurmel

Cherkessia.net, 7 Kasım 2014

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar