Haber / Gösteri Toplumu
20:42 27 June 2014

 

Kartal’dan “Ağlatan Dans”a: Çerkesliğin Medyatik Temsili

 

Guy Debord’un doğrudan yaşanmış olan her şeyin, yerini nasıl bir ‘temsile’ dönüştüğünü anlattığı kışkırtıcı kitabı “Gösteri Toplumu”nun ilk baskısının üzerinden yaklaşık 50 yıl geçti. Fakat geçen bunca zamana rağmen Debord’un “gösteri toplumu” hakkındaki tespitleri geçerliliğini yitirmedi, aksine ne kadar geçerli olduğunu bugün daha iyi görebiliyoruz.

 

Debord’a göre ‘gösteri’ medyanın araçsal bir görev üstlendiği modern edilgenlik imparatorluğunun asla batmayan güneşidir. Kamusal alanda görüntü üretimi meta üretimiyle eşgüdümlü olarak yürütülür ve bu görüntülerin tüketimi aracılığıyla toplum egemen kapitalist aygıta tabii kılınır. Bu anlamda Debord’a göre gösteri, “sayıları giderek artan imaj-nesneleri doğrudan doğruya biçimlendiren ileri bir iktisadi sektör olarak güncel toplumun esas üretimidir”.

 

İzleyicinin kendi bilinçsiz etkinliğinin sonucu olan seyredilen nesneye yabancılaşması ise Marx’ın bahsettiği insanın kendi emeğine ve ilişkilerine yabancılaşma sürecine paralel bir seyir izler. Debord’a göre, gösterinin bir imajlar toplamından ziyade, kişiler arasında var olan ve doğrudan ilişkilerden çok imajların dolayımından geçen bir toplumsal ilişki olması insanın kendine yabancılaşması demektir.

 

Bu bağlamda değerlendirildiğinde, özellikle son birkaç yıldır Çerkes camiasında yoğun tartışmalara neden olan 21 Mayıs “anma/protestoları” henüz birkaç hafta önce özel bir ulusal tv kanalında yayına giren “Ağlatan Dans” dizi filmiyle birlikte bir gösterinin parçası olarak değerlendirilebilir.

 

Melankoli Zamanı

 

21 Mayıs anmalarında karşılaştığımız ‘yas’ tutma hali ya da daha gerçekçi bir ifadeyle ‘yas’a öykünme hali aslen Freud’un yas ve melankoli arasında yaptığı ayrıma net olarak konu olabilecek bir durumdur. Freud’a göre melankoliyi yastan ayıran en önemli gösterge nesnenin gerçekte ölmemiş, fakat sevilen bir nesne olarak yitirilmiş olmasıdır. Diğer bir kısım vakada melankolik özne bir kayıp yaşandığını fark eder ancak neyin kaybedildiğini anlayamaz. Dolayısıyla gözlemci hastanın da neyi kaybetmiş olduğunun bilincinde olmadığı duygusuna kapılır. Gerçekten de, hasta melankoliye neden olan kaybın farkında olsa ve kimi kaybettiğini bilse bile kendi içinde neyi kaybettiğini anlayamaz. Melankolinin kimi zaman maniyle de ilişkili olduğunu hatırlatan Freud’un tespitlerini 21 Mayıs anmalarına uyarladığımızda seyirlik gösterilerin varlığında hasbıhal gideren, gülücükler dağıtan ‘yas’lı kitlenin durumu anlam kazanır.

 

 

Gerçek hayatta bir karşılığı olmayan, uzun yıllar önce ‘bilinmeyen’ bir fail tarafından, yine kim olduğu ‘net olarak ortaya’ koyulamayan nesnelere uygulanmış bir ‘eylem’in kendi gerçekliğinden kopmuş imajı olan 21 Mayıs artık seyirlik bir meseledir. 21 Mayıs acının ya da yasın değil melankolinin günüdür. Seyirlik bir sahne performansı olarak melankolik gösteri gerçek bir karşılığı olmayan bu acının temsilidir. Sahne ise bu acının somutlaşmış halidir. Hissedilmesi yetmez: başkalarının da bu acıyı ‘görmesi’ gerekir ki anlamlı olabilsin. Kısacası Debord’un da dediği gibi görünen şey iyidir. 21 Mayıs acının temsili olarak iyidir çünkü sahnede görünür kılınabilmiştir.

 

İzleyici ne kadar çok izlerse o kadar az yaşar; Kartal’da ‘soykırım anıtı’ tarafından ‘temsil edilen’ acısı sahnede somutlaştırılan, bir anlamda kendi yasını başkasının tutmasına gönüllü olarak rıza gösteren ‘Çerkes bireyi’ kendi gerçek arzusunu aynı nispette daha az anladığı için olan bitenin içinde her zaman seyrettiği bir ekip gösterisinden ya da bir diziden farksız, güle oynaya katıldığı yas temsilinden rahatsızlık duymaz.

 

Yani yas iyidir…

 

Yine Debord’un ifadesiyle gösteri kendinden başka hiçbir şeye varmak istemez. Dolayısıyla şekil önemlidir. Gösteri dünyasının mottosu olarak kullanılacak sloganların etkinlik içeriğine uygunluğu, süreci kapsayıcılığı, sürecin bütünlüğüne uygunluğu değil gösterinin parçası olmasıdır önemi olan. Gösteri kendinden başka bir hedefe varmak istemediğinden hedefle bütünlük arz etmesi gibi bir şey söz konusu olamaz. Aynen bir dizinin retorik dolu replikleri gibi…

 

Seyret ki dizi devam etsin: Show must go on…

 

Ağlatan Dans’ın replikleri bu anlamda 21 Mayıs’ın sloganlarını aratmayacak denli ‘belagat’ sahibidir. Üreticisinin kendisine yabancı olduğu ve gösteriye içkin bir ‘meta’ olarak sahnelenen nesne, toplayabildiği kalabalıklar ölçüsünde değerlidir. Ölçek ekonomisinde tek bir asıldan üretilen kopyalar gibi tüketildikçe değerlidir. Seyircisi/Tüketicisi az olduğu ölçüde de değersizdir. Bu yüzden “Ağlatan Dans” için ve ‘fanları’ için dizinin niteliğinden ve anlattıklarından çok ‘milyonlara ulaşması’dır önemli olan.

 

Bu ise sunumu yapılan nesnenin yani dizinin pazarlanabilirliğine bağlıdır. Bu noktada sıradan pazarlama stratejilerini kullanmak sadece mübah değil gereklidir de. Hiçbir zaman okunması beklenmeyen küçük etiketlere yazılmış endüstriyel ürün içerikleri gibi, ‘okunmadan’ tüketilmesi, eleştirilmeden seyredilmesi ve reytinglerin arttırılması salık verilir.

 

Dizi yapımcılarıyla birlikte cast ekibinin alana (pazara) inmesinin nedeni bu olsa gerek. Yapımcılar ve dizi ekibinin kitlesel ilgiye mazhar olabilecekleri bütün fırsatlardan faydalanması, Çerkes camiasında boy göstermeleri bu pazarlama stratejisinin bir parasıdır. Potansiyel tüketici nezdinde görünür olmak önemlidir. Yani kalabalık ne kadar çoksa, gösteri de o kadar iyidir…

Yorumlar (2)
  1. Erkan Hak'aşe on said:

    Hoşgeldiniz Erdoğan…

  2. ersin on said:

    Güzel ve etkileyici yazı, devamını bekliyoruz. Kartal etkinliği konusunda eksik var fazla yok. Gördüğüm en içeriksiz etkinlikti. O bakımdan daha sert olabilirdiniz. Ağlatan Dans konusunda ise eleştiriler çok doğru ama çok eksik. Neresinden tutsan elinde kalacak bir dizi bu.Her açıdan zararlı yani.

HABER / En Çok Okunanlar