Haber / Adalet Kavgamız
16:58 2 June 2014

Geçen hafta tam bir yıl oldu.

Medet Önlü Suikasti’nin üzerinden bir yıl geçti. Ve bir yıldır bu olaya karışan bütün suçlular, azmettiriciler, aracılar hiçbir bedel ödemeden özgürce dolaşıyor.

Takip edenler biliyordur ama ben bilmeyenler için kısaca özetleyeyim:

Tetikçi Murat Aluç ve suç ortağı Ömer Peltek “kayıp”. Azmettiricileri Rusya vatandaşı Rizvan Esbulatov da yakalanamıyor.

Adı, sanı, hayatı, her şeyi belli olan bu üç kişiden hiçbiri bir senedir yakalanamıyor.

Üstelik ikisi yakalanıp sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı. “Delil yetersizliği” nedeniyle bıraktılar. Deliller de onlar serbest bırakılıp kayıplara karıştıktan sonra bulundu. Nasıl olduysa, en önemli zanlılar serbest bırakıldıktan sonra takip edilmedi ve kayıplara karışmalarına engel olunamadı.

Polisin söylediğine göre ellerinde azmettiriciyle ilgili hiç bilgi yok. Resim, görüntü, hiçbir ipucu yok. Düşünsenize; hangi tarihte, hangi saatte, Ankara-Kızılay’ın hangi mekânında oturduğunu bildiğimiz, göz altına alınıp serbest bırakılan bir adam hakkında hiçbir bilgi olmadığını söylüyorlar…

Bunun adı nedir biliyor musunuz? Delil karartma. Bir soruşturmayı sümenaltı etme. Göz göre göre, göstere göstere örtbas etme…

Zaten suçluların tespit edilmesini sağlayan delillerin tümü, önceden hesapta olmayan şeyler. Amcam herkesten gizli bir günlük tutuyor olmasaydı, ofisin yan komşusu da tesadüfen suikastten birkaç ay önce kapısının üstüne uyduruk bir kamera taktırmış olmasaydı şu anda muhtemelen “faili meçhul bir ticari cinayetin” mağdurları olacaktık.

O zaman her şey çok daha basit olacak; böyle delil karartmak, göstere göstere örtbas etmek zorunda kalmayacaklardı.

Şu ana kadarki gelişmelerden ve ilgili kurumların tümünün tavırlarından anlaşılan; kanıtlar ne kadar bariz olursa olsun, devlet failleri yakalamak için hiç ama hiç hevesli değil.

Suçluların elini kolunu sallayarak dolaşması, ailenin mağduriyeti, bu ve benzeri cinayetler yüzünden binlerce insanın korkuya ve güvensizliğe kapılması, vatandaşın devlete olan güveninin yok olması hiç önemli değil.

Çünkü bunlar sadece vatandaş. Çok küçük, önemsiz “şeyler” bunlar.

***

Biliyorsunuz, Kafkasya Forumu tarafından birkaç ay önce bu konuyla ilgili bir kampanya başlatıldı. Medet Önlü için Adalet kampanyası; medeticinadalet.org adresinde yayında. Merak edenler olayın ve süreçteki çarpıklıkların tüm detaylarını bu sayfada bulabilir.

Kafkasya Forumu’ndan arkadaşlar Nisan ayında bir de basın toplantısı düzenlediler. İnsan Hakları Derneği de destek oldu. Onlar da “sonuna kadar yanınızdayız” dediler, sağolsunlar kampanya sürdüğü sürece yanımızdalar.

Başkaları da var; Helsinki Yurttaşları Derneği ve Af Örgütü de konuyu takip edenlerden. Hem adli süreçle ilgili, hem de kamuoyu yaratma mücadelemizde bize destek oluyorlar. Yol gösteriyorlar, bağlantı sağlıyorlar.

Şimdi kampanya internet sayfası İngilizce’ye de çevrildi. Uluslararası STK’larla temaslar kuruluyor, onların da desteği alınacak.

Bu rezaleti herkes duysun diye uğraşacağız. Sıkılırız, yoruluruz, bırakırız diye düşünenler çok yanılır. Bırakmayız…

Çok açık bir şekilde; canımızın alınmasına göz yuman, belki izin veren, hatta belki de bizzat kendisi canımızı alan; üstüne adaleti bize çok gören, katillerimizi yakalamayan, belki saklayan hatta belki de bizzat kendisi kiralamış olan devletin ilgili kurumlarına ve bireylerine karşı bir adalet kavgasının içindeyiz.

Evet, görünen o ki bu işte dolaylı/dolaysız bir devlet parmağı var ve biz bununla kavga edeceğiz.

***

Şimdilerde “devlet” deyince ne kastedildiğini anlamak da zor. Malum “paralel yapı” konusu çok popüler olduğundan kafalar da biraz karışık.

Düne kadar her işini beraber gören iki ayrı grup şimdi birbiriyle ölesiye çatışmaya başladı. Düne kadar iş birliği yaptıkları pek çok konu bugün bir çatışma alanına dönüştü. Böyle olunca bazen birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya döküyorlar, bazen de birbirlerine çamur atıyorlar.

Bizim konuyla bir yönüyle ilişkili olan diğer Çeçen Cinayetleri bu iki yapının birbiriyle çatışma alanına denk düşen konulardan biri. Bu yüzden 3 yıldır açılmayan Zeytinburnu davası sonunda açıldı. Deliller, görüntüler, teoriler bir anda ortaya saçıldı.

Bunun üzerine içlerinden bazıları ortaya çıkanların sahte olduğunu savunmaya başladı. Alternatif teorilerle suçu “paralelciler”e atıp “devletin geri kalanını” bütünüyle aklama derdine düştüler. Hatta öyle bir noktaya geldiler ki, teorilerine göre Emniyet İstihbarat içindeki birkaç “cemaatçi” bütün devleti adeta rehin almış, büsbütün susturup tüm gidişata tek başına karar veriyormuş… Hükümet masum, Yargı masum, MİT masum, Başbakan zaten… Her şeyin sorumlusu Emniyet İstihbarat’taki bir veya iki “paralel” kişiymiş.

Doğrusu bizim bu saçmalıklara karnımız tok. Davamızın da buralara taşınmasına izin verecek halimiz yok. Gülen Cemaati’nin Kadirov Rejimi’ni meşru sayan ilk cemaatlerden biri olduğunun farkındayız ama derdimiz bu değil.

Bizim derdimiz; yargı mensuplarının, Emniyet ve İstihbarat birimlerinin adeta el birliğiyle süreci yavaşlatıp delilleri karartmaya çalışması. Buna karşın Hükümet’ten herhangi birinin çıkıp iki çift laf etmişliğinin olmaması…

Halbuki mesela Başbakan’ın, devlet içinde “kendisine rağmen” bir şey olduğunda nasıl da ortalığı velveleye verdiğini, bağıra çağıra ilgili kurumları nasıl da “milletine” şikayet ettiğini defalarca gördük. Çeçen cinayetlerini “paralel devlet” örtbas ediyorsa Başbakan’ı tutan mı vardı, neden tek bir kelime etmedi? Birkaç ay öncesine kadar soruşturmayı “paralel emniyet müdürleri” örtbas ettiyse, onların yerine gelenler neden ilerletmedi?

Bizim gözümüzde devlet bir tane ve tüm olan bitenden sorumlu. Devletin resmi kurumları belli. Yargı, emniyet, istihbarat birimleri belli. Hükümet ise yürütme işleviyle devlet birimlerinin çalışmasından birinci derecede sorumlu. Dolayısıyla emniyet birimleri, istihbarat birimleri, adalet birimleri görevlerini yerine getirmiyorsa bizim birinci derecede muhatabımız Hükümet olur.

Yani yetkinin sahibi olan sorumluluğun da sahibidir.

***

Gelelim bizim cemiyete…

Türkiye’deki Kafkasyalılar ve Çeçenler devletle karşı karşıya gelmeye pek alışık değil. Kavga, hak, hukuk denilince önemli bir kısmının irkildiğini tahmin etmek zor değil.

Adına Diaspora dediğimiz topluluk genellikle devletin resmi ideolojisinin bile “makbul vatandaş” tarifine uyan kişilerden oluşuyor. Zaten çoğunlukla muhafazakâr olan hemşerilerimiz, Erdoğan döneminde devlete karşı iyice sempati ve bağlılık duymaya başladı.

Bence devletin içindeki, bu cinayetlere izin veren ve/veya en azından sonrasında örtbas eden kişilerin güvendikleri şey de muhtemelen buydu. “Bunların sesi çıkmaz nasıl olsa…” diye düşünmüş olmaları kuvvetle muhtemel.

Nitekim çıkmıyor da…

Önceki Çeçen cinayetlerine karşı gelişen tepki, “Rusya’ya nefret, Türkiye’ye sitem” diye özetleyebileceğimiz türdendi. “Devlet Çeçenler’e sırtını döndü, bizi korumuyor”dan öteye giden bir ses çıkmadı. Hiçbir somut etkisi olmayan zayıf bir öfke, Türkiye’ye hiç uğramadan Rusya ve Kadirov tarafına doğru hafifçe savrulup havada kayboluyordu. Sonuçta ateş hep düştüğü yeri yaktı ve önceki Çeçen cinayetlerinin mağdurları, o mülteci aileler de kendi acılarıyla başbaşa kaldılar. Ve adaletsizliği hazmetmek zorunda kaldılar. Bugün onların yanında olduğunu söyleyenler aksini iddia etse de ne Emniyet, ne MİT ne de Yargı görevini tam olarak yapıyor. Öne sürdükleri gibi şimdiye kadar “oluşmuş güçlü bir kamuoyu” veya “çözülen bir düğüm” yok. Ve hiçbir cenazeye “on binler” katılmadı.

Cinayetin kurbanı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olsa değişen pek bir şey olmadı.

Bizim cemiyetin karşılaştığı bu durum oldukça yeni, tehlikeli ve yeterince kafa karıştırıcı. Bu yönüyle verilecek tepkileri paralize ediyor, toplumun çoğunluğunu korkudan sessizliğe itiyor. Önemli bir büyüğümüzün, abimizin, kardeşimizin, arkadaşımızın, akrabamızın katledilmesi… Bunun tam da “Yeni Çeçenya”dan bahsedilen dönemde, Kadirov tarafından yapıldığının söylenmesi… Üstelik “Allah başımızdan eksik etmesin” denilen kutsal Türk Devleti’nin de bu işte parmağı olduğunun söylenmesi… Hakikaten kolay değil buna karşı ses çıkarmak.

O nedenle biz bu sessizliği anlayabiliyoruz. Kimseyi sessiz kaldığı için kınamıyoruz, yadırgamıyoruz. Hatta şaşırmıyoruz bile.

Sadece söylüyoruz, bilesiniz diye…

Varsın Kadirov korkusu Çeçenya sınırlarını aşıp Akdeniz’e ulaşsın. Maaşlarını ödediğimiz devlet görevlileri görevlerini bize karşı yapsın… Varsın zihinleri dünyevi menfaatlerle donanmış Müslümanlar, başlarındaki “tek adam” sıfatına sahip kulları “ilah” yerine koysun. Kendisini aşağılayan, insan yerine koymayan otoritelerin karşısında bile “devletin alî menfaati” teslimiyetçiliğiyle boyun eğsin… Biz kavga edeceğiz, herkes bunu böyle bilsin.

Bizi ancak bizim durumumuza düşmüş kimseler anlar. Ancak onlar sesimize gelir. Dostlarımız onlardır.

Ve böyle bir ülkede sayımız hiç de az değil…

 

Bu makale ilk olarak “Marsho” dergisinin “Mayıs-Haziran 2014” sayısında yayınlanmıştır.

Yorumlar (1)
  1. murat balahan on said:

    Kardeşim benim,hiçbir zaman yalnız değilsiniz önce ALLAH ardından Hz MUHAMMED (S A V) ve HZ ALİ’NİN askerleri olarak biz çeçenler varız.!!

HABER / En Çok Okunanlar