Haber / Çerkesler 150 yıldır özür bekliyor
23:43 25 May 2014

Birgün Gazetesinden Burcu Cansu Çerkes Soykırımı’nın 150. yılı sebebiyle Kafkas Dernekleri Federasyonu Genel Koordinatörü Betül Dinçer ve Genel Sekreter Zeki Kartal ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Çerkesler arasında sosyal medyada çok tartışılan röportajın tam metni şu şekilde;

Çarlık Rusyası’nın stratejik hedefleri doğrultusunda Çerkes halkına uyguladığı soykırımın 150’nci yıldönümünde, Kafkas Dernekleri Federasyonu Genel Koordinatörü Betül Dinçer ve Genel Sekreter Zeki Kartal, kültürel haklarını tanımayan zihniyetten, kültürel ayrımcılıktan, yok olmaya yüz tutan dillerinden ve siyasi parti kurma fikirlerinden söz etti.

1854 yılında Rus Çarlığı tarafından başlatılan soykırımda binlerce Çerkes katledildi. Bundan 150 yıl önce, 1 milyonun üzerinde Çerkes yaşadıkları topraklardan zorla sürülerek hayatını kaybetti. Anayurtları Kafkasya’da bir dilleri ve kültürleri olan Çerkesler, yüzyıllarca süren direnişe rağmen, Çarlık Rusyası’nın strateji planları doğrultusunda anayurtlarından koparıldı. Çerkesler, yaşamlarını 150 yılı aşkındır Anadolu’da sürdürüyor. Sürgünden kaçan Çerkeslerin Türkiye’deki sorunu ise devletin yerleşik asimilasyon politikası. Kaybolmaya yüz tutan Çerkesçe’yi, kültürel haklarını tanımayan zihniyeti, kültürel ayrımcılığı, Kafkas Dernekleri Federasyonu Genel Koordinatörü Betül Dinçer ve Genel Sekreter Zeki Kartal gazetemize anlattı.

150 yıl önce gerçekleşen sürgün ve soykırım sürecini kısaca anlatabilir misiniz?

Çerkeslerin güzel yurdu Kafkasya, sürekli güçlü orduların saldırılarına maruz kaldı. Bu savaşların en uzun ve acımasız olanı 1763-1864 yıllarında süren Rus-Kafkas Savaşları’dır. Bu savaşlar süresince 500 binden fazla Kafkasyalının öldüğü tahmin edilmektedir. Eşitsizler arasında 101 yıl süren kanlı savaşlar ve yaşanan soykırım, 21 Mayıs 1864’de Soçi yakınlarında Kbaada Vadisinde (Krasnaya Polyana) Çerkeslerin yenilgisi ile sonuçlandı ve Çarlık Rusyası, Kafkasya’yı tamamen işgal etti. Çarlık Rusyası’nın “etnik temizlik” kararı ile 1 buçuk milyon civarında Çerkes, yurtlarından kopartılarak Osmanlı topraklarına gönderilmek üzere, Tuapse, Soçi ve Sohum gibi liman kentlerine toplandı. Yüz binler gemilerle başta Varna, Samsun, Sinop ve Trabzon olmak üzere Osmanlı kentlerine hırçın Karadeniz üzerinden nakledildi. Köhne gemilerle yola çıkarılan atalarımızın yaklaşık üçte biri, yollarda ve yerleştirildikleri bölgelerde hastalık, açlık ve kötü yaşam koşulları nedenleri ile hayatlarını kaybetti. Osmanlı topraklarına ulaşabilenler, belli bir iskân politikası çerçevesinde, geniş Osmanlı coğrafyasına dağıtıldı. Osmanlı topraklarına ulaşabilen Çerkesler, İmparatorluk sınırları içerisindeki Anadolu ve Rumeli topraklarına yerleştirildi.

Osmanlı topraklarına ulaşabilen Çerkeslerin yaşadıkları belli yerler var mı?

Rumeli’ye yerleştirilenler, 1877-1878 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi’nin) ardından yeniden Anadolu, Suriye, Ürdün ve Filistin’e sürgün edildiler. Anadolu coğrafyasında bulunan Çerkesler, Güney Marmara’da İstanbul’dan başlayıp İzmit, Adapazarı, Düzce, Bursa, Balıkesir ve Çanakkale bölgesine yerleştirildiler. Yerleşimin diğer bir kolu da Karadeniz bölgesinde Sinop-Samsun’dan başlayarak Ürdün-Amman’a uzanmış hat üzerinde, Samsun, Amasya, Tokat, Yozgat, Çorum, Sivas, Kayseri, Maraş, Adana ve Hatay bölgelerinde yoğunluk kazandı.

Peki, sürgün sonrası yaşananlar?

Yaşanan sürgün sonrasında Osmanlı’nın geniş coğrafyasına dağıtılmış Çerkesler, Osmanlı yıkılırken imparatorluk sonrası yaşanan ulus‐devletleşme sürecinde, yeni sürgünler ve kimlik sorunu ile karşı karşıya kaldılar. Farklı ulus devlet sınırları içinde kalan ve bulundukları ülkelerin ulus kimliklerini benimsemek baskısı altında bırakılan Çerkeslerin kendi kimliği ile söz konusu ülkenin ulus kimliği arasında ciddi gerginlikler yaşandı. Tarihin bilinen ilk dönemlerinden beri kendi coğrafyasında varlığını sürdürmüş olan Çerkeslerin büyük çoğunluğu, başka topraklarda “yabancı-muhacir” olmaya zorlandılar. Ve kendileri için yabancı olan deneyimleri ya da süreçleri anlamak, kabul etmek ve de onlara uyum sağlamak zorunda kaldılar. Başka toplumların yaşamlarında “öteki” olmayı ağır bedeller ödeyerek öğrendiler. Sürgünle yaşanan tarihsel kırılma bu toplumun sadece geçmişini değil geleceğini de etkilemiştir ve sonuç olarak Çerkesler, kendi topraklarında uluslaşma sürecini tamamlayamadan, bu süreci yaşayan başka ulus devletlerin milliyetçi baskılarına maruz kalmıştır.

Tam da milliyetçi baskılardan bahsetmişken Çerkesler için tasarlanmış, Osmanlı döneminden başlayan özgün bir asimilasyon sürecinin varlığından söz edebilir miyiz?

Kesinlikle, bir asimilasyondan bahsedebiliriz. Osmanlı zamanındaki asimilasyon Türklüğe doğru değil, Çerkeslerin İmparatorluk’un bir parçası olması için yürütülüyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan asimilasyon ise Türkleştirme politikası olarak uygulandı. Çerkes Ethem ayaklanmasının ardından Çerkesler “hain” ilan edildi. Milliyetçi kesimde de Çerkeslere ilişkin böyle bir yargı oluştu. Bu algı ile Çerkes olduğumuzu söylememizin dahi sorun teşkil etti.

Asimilasyonun anadilinize etkisi nasıl oldu?

Büyükannelerimiz ve büyükbabalarımız Çerkesçe bilirler, evde de Çerkesçe konuşurlardı. Biz de az çok anlayabiliyoruz. Yoğun bir çalışma yapılmadığı takdirde sonraki nesilde Çerkesçe tamamen yok olacak. Çerkesçe UNESCO’nun kaybolmak üzere olan diller listesinde yer alıyor.

Çerkeslerin gündeminde anadilde eğitim var mı?

Şu an için anadilde eğitim tartışılmıyor. İlk derdimiz kaybolmak üzere olan dilimizi kurtarmak. Bazı dernekler gençler için kurslar açıyor ancak bu tür çabalar bir yere kadar faydalı olabiliyor. Ciddi manada Çerkesçe akademik bir birikimden söz etmek de henüz mümkün değil. Önceliğimiz dilimizin unutulmaması. Milli Eğitim Bakanlığı’nın seçmeli dersler müfredatında Çerkesçe de yer aldı. Fakat birçok sıkıntı yaşandığına tanık olduk. Birçok okul, öğretmen bulamayız gerekçesiyle seçmeli dersi okullarına dahi etmedi. Beri yandan Çerkesler kaygılılar da. Şartlar değişir de fişlendiği için çocuklarımıza bir şey olursa kaygısı ile birçok veli çocuklarını Çerkesçe öğrenmeye dahi göndermedi. Kafkasya’nın büyülü coğrafyası, korunması gereken toplumsal değerler, akıllara kazınan sürgün anıları, kısaca var olmak adına verilen çabaların kuşaktan kuşağa aktarıldığını düşündüğümüzde ciddi bir travma geliyor akıllara.

Nasıl bir travma yarattı bu sürgün ve soykırım?

Savaşta görev almış olan bir Rus görevli bizzat şahit olduklarını daha sonra şöyle anlatmaktadır; “…İnsanın tüylerini diken diken eden bir sahne hiç gözlerimin önünden gitmiyor; pek çoğu çocuk, kadın ve yaşlı insanlardan oluşan cesetler ortalığa dağılmış bir haldeydi ve bu cesetlerin çoğunu köpekler parçalamışlardı. İnsanlar açlık ve hastalıktan o kadar bitkin düşmüşlerdi ki çoğu yaşarken köpeklere yem olmama gayreti içerisinde can derdine düşmüştü. Sağ kalanlar ölenleri düşünecek ve mezar kazıp onları gömebilecek durumda değillerdi. Onları bekleyen son da bundan pek farklı değildi.” Çerkesler, atalarının yaşadığı trajediyi ve anayurtlarını hiç bir zaman unutmadılar. Cennet gibi bir vatan ile ödüllendirilmiş olan atalarımız, bunun bedelini zamanın iki emperyalist gücü olan Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemeci politikalarına maruz kalarak ödedi. Bu engellenemez karşılaşmanın neden olduğu kanlı savaşlar sonrasında halkımızın nüfusunda ve coğrafi sınırlarında sürekli azalmalar oldu.

Çerkeslerin balık yemediğini duymuştum. Balık yemekten kaçınmak bu travmaların bir yansıması mı?

Gürcü tarihçi Simon Canaşia’ya Şapsığların bölgesi Cubga’da karşılaştığı 91 yaşında bir ihtiyar o günleri şöyle anlatmıştı: “Deniz kenarında yedi yıl boyunca atılmış insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurarlardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını atıyordu. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.” Sürgün ve soykırımı yaşayan Çerkesler, Karadeniz’den balık yemediler. En az üç kuşağın hiç balık yemediğini biliyoruz. Hala da çok tercih edilmez. Anlattığımız hikâyeden de anlaşılacağı üzere, yüzlerce insanın ölüsü Karedeniz’de balıklarca yenildi. Çerkesler de canlarını, sevdiklerini, tanıdıklarını yiyen balıkları yemediler.

Çerkeslerin örgütlülüğü ne durumda?

1960’lara dek Çerkeslerin Türkiye’de örgütlü bir yapısı yoktu. Birkaç şehirde Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği adında küçük örgütlenmeler vardı. Bu örgütlerin merkezileşip federasyon olma çabası sırasında, 5 Kasım 1977’de T’sey Mahmut Özden isimli bir genç, siyah bir cipten otomatik silahlarla açılan ateşle katledildi. 1979’da ise İçel Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nden Ali Öge isimli bir genç, dernek binasının taranması sonucunda yaşamını yitirdi. Ardından gelen darbeyle bütün dernekler kapatıldı ve federasyon çabası sona erdi. Federasyon kurma izni çıktığında Kafkas Dernekleri Federasyonu’nu kurduk. Şu anda federasyona bağlı 56 dernek var. Beri yanda ise devlet eliyle kurulan tamamen asimile olmuş Çerkeslerce kurdurulan dernekler var. Bunlar bizlerden tamamen bağımsız, bize de kısmen zarar veren dernekler.

Çerkesler kendi siyasi partilerini kurmayı düşünüyor mu?

Federasyonun eksik kaldığı yerleri tamamlamak, diğer demokratik kitle örgütleriyle bağlarımızı güçlendirmek istiyoruz. Çerkesler olarak şu anda bir siyasi parti ile bağımız yok. Ama artık kendi siyasi partimizi kurmamızın zamanı geldiğini düşünmeye başladık. Sürgün ve soykırım sürecinde dağınık bir yerleşkeye dağıtıldığımız için örgütlülüğümüz biraz dağınık. Çerkesler olarak değil de daha çok farklı siyasi yapılarda, farklı fraksiyonlarda örgütlenme olduğundan bahsedebiliriz. Diğer halklara kültürümüzü tanıtmak ve onların kültürlerini de tanıyarak dayanışmayı yükseltmek istiyoruz.

Çerkeslerin Türkiye hükümetininde talepleri nelerdir?

Rusya Federasyonu, Türkiye ve diğer devletler tarafından “Çerkes Soykırım ve Sürgünü” tanınmalı ve Rusya Federasyonu Çerkeslerden özür dilemelidir. Rusya Federasyonu, Çerkes halkına yaşadıkları ülkelerin vatandaşlığını içeren çifte vatandaşlık vermelidir. Rusya Federasyonu, Çerkes halkının tarihsel anayurduna dönmesi için yasal zemin sağlamalıdır. Türkiye’deki diğer halklar gibi Çerkesler de inkâr ve asimilasyon politikalarının kurbanı olmuştur. Toplumsal barışın inşası için Türkiye’de yaşayan tüm farklı kimliklerle beraber Çerkeslerin de dillerini, kültürlerini, kimliklerini yaşayabilmek ve yaşatabilmesi adına tüm kolektif hakları tanınmalı ve var olan yasal engeller kaldırılmalıdır. Çerkesler, yaşadıkları tüm ülkelerin, özellikle, Rusya ve Türkiye’nin çağdaş ve güçlü ülke olması için her zaman önemli katkılarda bulunmuşlardır. Çerkes kimliğine ve varlığına gösterilecek saygı, bu konudaki çabaların artarak devam etmesini sağlayacaktır. Çerkesler, aynı zamanda Rusya, Kafkasya, Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinde yaşayan akrabaları ile birlikte, bu ülkeler arasında bir barış köprüsüdür ve öyle de kalmak istemektedir. Çerkesler geçmişi unutmadan hem kendileri ve hem de diğer halklar için onurlu bir gelecek istemektedir.

Çerkeslerin Rusya Federasyonu’ndan talepleri neler?

Rusya Kafkasya Savaşı’nda Adıgelerin toplu halde katledilmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’na sürgün edilmesini, soykırım ve insanlığa karşı işlenen ağır suç kabul etmeli.

http://birgun.net/

Yorumlar (2)
  1. Erkan Hak'aşe on said:

    “Beri yanda ise devlet eliyle kurulan tamamen asimile olmuş Çerkeslerce kurdurulan dernekler var. Bunlar bizlerden tamamen bağımsız, bize de kısmen zarar veren dernekler.” Burada üstü örtülü bir nefret söylemi var, dindar Çerkeslere dönük…Bu röpörtajı verenler önce bu ayıptan bir şekilde kurtulmayı denemeliler. “Asimile Çerkes” meselesine gelince, bu röpörtajı verenlerden, en azından birinin, “the cat is climbing the tree” düzeyinde dahi kendi ana dilinde cümle kuramayacağını biliyorum…Asimilasyonmuş, kendi halinize bakın siz. Yazık size…

  2. Erkan Hak'aşe on said:

    Yukarıdaki yorumum sonrasında Kaffed Koordinatörü Sayın Betül Cetgin’in bilgilendirmesiyle, ilgili gazeteye tekzip metni gönderildiğini, web sayfasında yayınlandığını, “Beri yanda ise devlet eliyle kurulan tamamen asimile olmuş Çerkeslerce kurdurulan dernekler var. Bunlar bizlerden tamamen bağımsız, bize de kısmen zarar veren dernekler.” şeklinde bir ifadenin asla röpörtaj verenlere ait olmadığını öğrenmiş bulunmaktayım. Okuyuculara bilgi vermeyi borç saydım. Selamlar…

HABER / En Çok Okunanlar