Haber / BİZİM BİR KAZIM’IMIZ NEDEN YOK ?
19:18 8 April 2014

Çok uzun zamandır kafamı kurcalayan bir konu Çerkesler ve müzik. Dışarıdan bakanlar için güzel nağmelerin olduğu ezgilerimiz var aslında. Ama benim dert ettiğim konu belli kalıplarda müziğin icra edilmesi, dar bir kalıba sokulması. Yazının başlığı olan soruda bana göre anlaşılması ve irdelenmesi gereken birkaç önemli nokta var. Bu aşamada ilk şu soru sorabilir ‘‘ Ya iyi de kardeşim bizim müzik kültürümüz çok zengin, düğünlerimiz çok şen, her şey yolunda, sen şimdi nerden çıkardın Kazım’ı ?’’ Bu sorunun cevabı, kısmen evet. Ama ortada bir sıkıntı yok mu sizce de .‘Çok zengin’ olan müzik kültürünün farkında olduğumuz varsayıldığında, neden çoğu Çerkes’in dilinde hep aynı melodiler var? Bu noktada oturup gerçekten şunu düşünmemiz gerekiyor, bizim müzik mirasımız yahut geleneğimiz toplam dernek gecelerinde söylene söylene bitirilemeyen 5-6 woredden mi ibarettir? Müzik üzerine kafa yormamız gereken meselelerden birisi budur kanımca.

Bu durumu ortaya koymadan önce 2005 yılında aramızdan ayrılan değerli insan Kazım Koyuncu’yu saygı ve sevgiyle anıyorum. Belki bu yazıyı okuyanlar ‘iyi de Kazım ile bizim alakamız ne?’ diye sorabilir. Alakamız şu; Kazım da bizim gibi bu topraklarda ‘Türkleştirilmek’ istenen bir Laz. Yani Türkiye’de yaşayan halkların yaşadığı ortak kaderi yaşayan bir insan. Onun kısa hayat hikayesine bakılırsa, müzik hayatı boyunca ‘Rock’n Roll’ tarzı müziğe merak sarmış ve hayatı boyunca da bu çizgiden sapmadığı görülür. İlk grubu olan ‘Dinmeyen’ ile başlayan müzik hayatı daha sonra Lazca rock yapma amacıyla ‘Zuğaşi Berepe’ grubu ile devam etmiş ve 3 albüm çıkararak bana göre devrim yapmıştır. Ardından, halktan aldığı güzel tepkiler sonrası müzik hayatına tek başına devam etme kararı almış ve kemençe-tulum gibi yerel enstrümanları da kullanarak geleneksel Laz halk müziğini rock tabanlı olarak yorumlamıştır. Bunun önemi Laz halk müziklerinin ve kendi yazdıkları Lazca şarkıların bu grup tarafından dillendirilmesiydi. Kazım Koyuncu Lazcayı müziklerinde kullanarak kamuya taşımasından dolayı ‘milli birlik ve beraberliğe’ zarar verdiği gerekçesiyle DGM’de yargılanmış ve bu konuda bedeller ödemiştir.(Bu yargılamaların başka bir nedeni de Kazım Koyuncunun ‘sol’ kimliğe sahip olmasıydı.) Kazım Koyuncu başlarda Lazca şarkılar söylemese de, zaman geçtikçe hem kendi kültürünü yakından tanımaya hem de kültürünün unutulmaması için çaba sarfetmeye başlamış, Lazca/Hemşince/Megrelce şarkılar söylemiştir. Onun açtığı yolda bugün bizler onun paltosunun cebinden çıkan Resul Dindar, Selçuk Balcı, Karmate gibi Karadeniz müziğini kendi dillerinde özgün yorumlarla dinlemekteyiz. Ve unutulmamalıdır ki bugün bu durumu Kazıma borçlu, adını saydığım müzisyenler.

Kazım’dan yola çıkarak kendimize baktığımda ise, biz de böyle bir çabanın kısmen varlığını kabul ediyor ama çok yetersiz olduğunu düşünüyorum. Türkiye diasporasına baktığımız zaman Bagapş Fehim, Afeşij Emin, Azmi Toğuzata, Ankara Çerkes Derneği’nin 90’lardaki müzik grubu Badin gibi isimler diasporada müzikle bu denli uğraşıp albüm yapanlar olarak hatırlanmakta. Yakın geçmişte ise ilk profesyonel çalışmalar Kuşha Doğan tarafından yapıldı ve bizlere bir anlamda yol açıldı. 2010 yılında ise Kültür Bakanlığı sanatçısı Melahat Sezgin, ilk albümü olan ‘Turna-Karawehr’ çalışmasını iki dilde yaptı.2010 yılında Gülcan Altan’ın ‘Anlat’ isimli albümünde “Danner Sip’o” isimli Çerkesce şarkısı yer aldı. 2011 yılında ise ‘Gunef’ isimli tamamı Çerkesçe olan şarkılarıyla dinleyicide iz bıraktı Gülcan Altan. Ve son olarak 2012 yılında ‘Xexec’ albümü biz de bambaşka bir etki yarattı. Çünkü yer alan parçalar belki yerelde bilinen ama genele sirayet etmemiş Kayseri Kabardeylerinin ‘ğıbze’lerinden oluşuyordu. Yani alışılmışın dışında bir çalışma bana göre ‘Xexec’ albümü. Burada Kayseri’li müzik grubu Maze için de bir parantez açmak gerek. Onlar da her ne kadar albüm çıkarmasalar da aslında yaptıkları kaliteli işlerle övgüyü hak ediyorlar.

Geçmişten günümüze yapılan bu çalışmalar övgüyü hak etmekle birlikte bana kalırsa yeterli değil. Yeterli olmaması paradigma eksikliği ile alakalı bir durum, yani vizyonunu ne yana koyduğunla ilgili, müziği bir direnişe çevirmekle ilgili. Kuşha Doğan ve ‘Xexec’ genelde Kayseri yöresinin ğıbzelerini, woredlerini bizlere dinleme fırsatı verdi. Oysa ki Türkiye’de Düzce, Samsun, Eskişehir, Çorum, Tokat gibi yerlerde de Çerkesler yaşamakta ve inanıyorum buralarda da keşfedilmeyi bekleyen çok güzel ezgiler bizleri beklemekte. Tabi bunun için derneklerden çıkıp köylere gitmeli eski notalar keşfedilmeli dinlenmeli, kayıt altına alınmalı. Kazım Koyuncu burada bize bir rol model olabilir. Onun yaptığı şekilde biz de bu eski ezgileri keşfedip yeniden düzenlemeli, yeniden canlandırmalıyız. Bunu yaparken de bizim kötü bir özelliğimiz olan kapalı cemaat olma olgusundan vazgeçmeli ‘Müzik evrenseldir’ ilkesinden yola çıkarak Gülcan Altan örneğinde gördüğümüz gibi farklı enstrümanlar kullanarak farklı etnik müziklerle de bağlantı kurmalı ve bir anlamda ‘world musıc’ kavramına doğru yelken açmalıyız.. Umarım önümüzdeki dönemlerde bu tür çalışmalar yoğunlaşır. Ve umarım hem Çerkesce hem de Türkçe şarkılarımız kendilerine yer bulurlar.

Benim müzisyen bir tarafım yok belki ama bir kimliği ayakta tutabilmenin en önemli ögelerinden birinin müzik olduğunun farkındayım…

Samet Dember

Yorumlar (4)
  1. muhammed çelik on said:

    Güzel işlemişsin tebrikler. Dil, Müzik ile beraber “kimlik” oluşumunda etkili bir yapıdır. Aslında laz müziği bir çok Kazım çıkarmıştır ama dillerini öne çıkaran en öncü Kazım’dır. Yani burda ezgilerden önce dil gelir bence. Kazım Koyuncu’yu bende değerli kılan da Rock müzik vs. değil, yasaklara engellemelere rağmen o lazcayı söylemesi ve duyurmasıdır. Dili duyurmanın en önemli aracı da müzik ve şarkılardır.

  2. Av.Koray Bey on said:

    Çok beğendim Samet. Yazılarının devamını bekliyorum. Neden Çerkeslerin de farklı milletlere hitap edebilen bir müzisyeni olmasın ki?

  3. Elbruz on said:

    Sayın Yazar, önemli bir konuya değindiğin için teşekkürler, bizi bu konuda düşünmeye yönelttin. Şahsen Laz Müziğinin ancak diğer yerli azınlık Müzikleri ile kıyaslanabileceğini düşünüyorum. Kürt, Arap, Ermeni, Rum, Süryani vs. gibi. Çerkes Müziği ise aslen buralı olmayan, Anadolu’ya Muhacir olarak gelmiş; Arnavut, Boşnak, Pomak vs. Müzikler ile aynı kategoride olduğu kanısındayım. Ve bu ikinci kategoride Müzik yapmak, bunu pazarlamak çok zor gibi geliyor. Yine de konuyu Müzisyenlere bırakmakta fayda var. Yeni yazılarınızı da bekliyorum…

  4. Cumhur on said:

    Yazıda sorulan soruların cevabı yine yazının kendi içinde mevcut. Kazım Koyuncu, “devlet” ve “ulus devlet” fetişizmi karşısında mevzilenmiş bir sanatçıydı. Türkiye Kürdistan’ında Newroz’a kattılıp Türkçe, Lazca şarkılarla tüm alana kendisini dinletebilmiş; aynı oranda sesine ses katılmıştır. Bu kısa örnekle özneleri sıralarsak: Laz bir sanatçı ve Türkiye Kürtleri. Yani bir nev’i Türkiye’nin ucubeleri, ötekileri, çeperleri. Çerkeslerse -bana göre- bu çeperlere hiçbir zaman dokunmamış, devlete eklemlenmiş bir unsurdur. Yazıda Kazım ve onun ardılları bugün halkların kardeşliğini bağımsız kimlikleri ile seslendirirken örneklendirilmiş Melahat Sezgin gibi devlet tarafından sanatçılığı tescillendrilmiş bir nitelik tüm yukarıdaki ucubeliği taşıyamazlar. İncinir ve lekelenirler. Konu yine devlete geldi. Neyse. Çerkesler tebaa-ı memurin’dir. Ötesi ancak çeperlere dokunabilmek, çamuru “narin, zarif, ince” parmaklarla sıyırabilmekle gerçekleşebilir. Hasılı Çerkeslerden Kazım gibi birisi çıkmadı, çıkmaz, çıkmayacaktır da…

HABER / En Çok Okunanlar