Haber / Yargıdaki kriz gösteriyor ki politika yapmanın tam vaktidir
14:40 15 January 2014

Demokrat Yargı Derneği’nin yöneticilerinden, halen görevini Diyarbakır’da sürdüren Hakim Faruk Özsu ile 17 Aralık operasyonu ile birlikte bütünüyle su üstüne çıkan ‘AKP-Cemaat savaşı’nı ve yargıda yaşanan depremi Agos gazetesinden Ferda Alancar Görüştü.

Başbakan ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun son günlerdeki “flört”ünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan ve Gülen Cemaatinden oluşan koalisyon 2010 referandumuyla birlikte gücünün zirvesine ulaşmıştı. Bu iki kesimde de hâkim olan siyaset algısı, tüm kesimlerin ortaklaşa paylaştığı bir kamusallık hedefi değil de iktidarın tek ve mutlak hakimi olma amaçlı bir tahakkümcü siyaset algısı olduğundan kısa süre sonra iktidarı paylaşım kavgası çıkması kaçınılmazdı. Taraflar uzun süre birbirini alt etmeye uğraştılar ancak bir süre sonra iktidarı tek başlarına kurmalarına imkân olmadığını gördüler. Bu aşamada Cemaat, “memurin” ve bürokratik bir hareket olarak Türkçü/milliyetçilik, geleneksel devlet refleksleri ve toplumsal vasat üzerinden bir politik cephe tesis etmeye çalıştı.

Buna karşılık Erdoğan ise Kürtler ve Ergenekon, Balyoz vs. davalarındaki mağduriyeti kendi siyasal tarafının bir unsuru yapma gayretinde oldu. Hamleler de bu saflaşmalara göre yapılıyor. Cemaatin Oslo görüşmelerini sızdırması, MİT müsteşarını tutuklamak istemesi, Mustafa Balbay’ın tahliyesinde çıkarmadığı zorluğu Kürt siyasetçilerde çıkartması vs. Erdoğan’la Kürtler arasındaki uyumu tehdit eden hamlelerdi. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ise Cemaatin, -şimdilik Erdoğan ve çevresiyle sınırlı tuttuğu- toplumsal vasatı hareketlendirerek Erdoğan’ın meşruiyetiyle oynayan ve AKP’yi ele geçirmeyi hedefleyen girişimlerdir. Sorunuza dönecek olursak, Ergenekon ve Balyoz tutukluları ve bu kesimler adına hareket eden Feyzioğlu, Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı cephe içinde yer alan unsurlardır. Hükümet, bu girişimiyle Cemaati iki noktada sıkıştırmak istiyor. Birincisi kendisine de operasyon çeken Özel Yetkili Mahkemeleri (ÖYM) ve Cemaati bu davalar üzerinden gayrimeşru hale getirip ardından kriminalleştirmek ve ikincisi Cemaat-CHP ittifakında bir gedik açmak.

Feyzioğlu’nun kamuoyuna açıkladığı yargı hakkındaki önerilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tanzimattan bu yana özellikle de hukuk ve yargı alanında ciddiye alınabilir bir perspektif göremedik maalesef. Bu da görmeye alışkın olduğumuz yüzeysel analizler ve gündelik çözümlerden biri daha. Tabii bugünküleri Tanzimat ve Cumhuriyet aydınları ile kıyaslamanın öncekilere çok büyük bir hakaret olduğunu da ekleyelim. Tıpkı öncesinde olduğu gibi burada da sorunun temeline inmek ve hakiki bir tespit yapmak yerine yaraya gündelik ve yararcı hamlelerle bir pansuman yapılmak isteniyor. Ama Feyzioğlu’nunki gündelik bir çözüm bile olamayacak kadar zayıf bir yaklaşım. Hoca, sorunu “çift başlı yargıya” ve ÖYM’lerde geçerli olan “düşman ceza hukuku” anlayışına bağlıyor.

ÖYM’lerin kaldırılması ve o davaların olağan yargıya verilmesi halinde, “düşman ceza hukukunun” geçerli olmayacağını ve olağan yasa uygulaması karşısında bu davaların çökeceğini varsayıyor… Oysa anlamadığı şu. Yargı ve yargıçlar için iktidar hiyerarşisinin tepesinde HSYK bulunur ve o “yarı tanrısal” bir mekândır. ÖYM’ler ise yargıdaki iradenin bir tezahürüdür. Yargının geneli içinde ÖYM’ler güç ve iktidarı sembolize eder ve tüm yargıçların imrenerek baktığı mekânlardır. HSYK’nın yargıdaki mutlak hakimiyetinin anlamı şudur: Yargının tamamı, HSYK’daki irade ile uyumlu olmak zorundadır. Yani aslında bir “ikili yargı” yoktur.

Tekli bir yapı vardır ve o da ÖYM’lerde popülerleşen ideolojik-siyasal yargısal tutumdur. Özcesi; Türkiye’de yargının tamamı ÖYM’dir. Olağan bir yargı alanı yoktur. Mevcut durumda, o davalar bu HSYK’nın iradesi ile ortaya çıkmış olduğu için de hangi mahkemeye ve verirseniz verin ve nasıl bir karar çıkarsa çıksın HSYK’daki irade yani Gülen Cemaati’nin iradesi dışında bir sonuç olmayacaktır. Yani karar ne olursa olsun, Cemaat kendi iradesinin gayrimeşru hale gelmesine asla izin vermeyecektir. Bu da Feyzioğlu’nun girişiminin yasa çerçevesinde değil siyasal güç dengesi içinde tartışılacağı bir kumar olduğu anlamına geliyor. Feyzioğlu’nun yargı önerisinde ciddiye alınabilecek tek yön hükmedilecek tazminatların yargıçlardan alınması talebidir ama mevcut yargı yapılanması içinde bu da işlevsiz kalır. Belki bir tek Cemaatle uyumlu olmayan yargıçlar için kullanılabilir o kadar.

Hükümetin HSYK ile ilgili son tasarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Neyi konuştuğumuzu bilelim. Bugün yargı denen şey HSYK’sı, Yargıtayı, Danıştayı, Başsavcılıklar, komisyon başkanlıkları, teftiş kurulu ve ÖYM’leriyle yani yargı yönetim katmanı ile sadece ve sadece Cemaattir. Anayasa Mahkemesi’nin durumunu henüz tam bilmiyoruz, onu bu süreçte öğreneceğiz. Yani bu dönemde “yargı bağımsızlığı” diyen, gerçekte “Cemaatin bağımsızlığı” demiş olur. Hükümet işte bu “yapıya” politik bir müdahalede bulunmaya çalışmaktadır, yargıya değil. Yargı bugün, geçmişte ordunun yerine geçmiş ve iktidar kurucu bir unsur haline gelmiştir. Bu yüzden de yargı sorunu yolsuzluk meselesinden bile çok daha acil ve ölümcüldür. Siyasi iktidar sadece kendisinin değil, bundan sonra hiç bir hükümetin iktidar olmasına izin vermeyecek bu yapılanmayı muhakkak yok etmeli ve ardından sağlıklı ve meşru bir yargının kurulması için çalışmaya başlamalıdır. Kaldı ki bu sorun sadece iktidarın değil, iktidar adayı tüm siyasi partilerin en önemli sorunudur. Hükümet dernek olarak üç yıldır uyarmamıza rağmen yargıdaki cemaat sorununu ancak şimdi doğru biçimde teşhis edebildi. Fakat çözüm için seçtiği üslup, tarz ve yöntemi yanlış buluyorum. Bu sorunun muhakkak meşruiyet kuralları çerçevesinde çözülmesi gerekiyor. Bu yüzden de muhakkak diğer parti ve gruplarla ortak hareket etmeli ve kamuoyunu da ikna etmeye çabalamalıdır. Hükümet aklını kullanırsa yargıyı ele geçirmeye değil, bir daha kimsenin yargıyı ele geçirmemesi için çalışır. Yoksa 2010’daki gibi bir kez daha yargı kumarı oynamış olacaktır.

Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda yargısal anlamda ne yapılmalıdır?

Bu davalar tamamıyla siyasal davalardır. Tek bir örnek vereyim: Ceza hukukundaki teşebbüs hükümlerine göre 7 yıl önce kendiliğinden, yani bir mani hâl söz konusu olmaksızın sona eren bir süreç, somut bir netice yoksa teşebbüs edilen eylem itibariyle cezalandırılamaz. Hele de henüz “hareket” aşamasına geçilmemişse. Bu anlamda Balyoz davasındaki iddia kesin olarak yargılama konusu yapılamaz. Ama gözümüzün içine baka baka 5276 yıl hapis cezası verilebildi. Üstelik hiç bir ilgisi olmadığı kanıtlanan onlarca insan bile ayırt edilmeden. O nedenle burada yargısal anlamda yapılabilecek pek bir şey yoktur. Süreçte katkısı olanların bir itirafname ile birlikte istifa dilekçelerini sunmaları dışında tabii… Yargı kararlarının tamamıyla hukuksuz oluşu yeni bir durum da değildir. Türkiye’de yargının genel bir meşruiyeti ve inanılırlığı zaten bulunmamaktadır. Müstakil ve özgün bir yargı geleneği de yoktur. Yargı görünen ya da gizli iktidarlardan en güçlüsünün politik aracıdır ve iktidardaki güç kaybı ile birlikte mahkeme kararları da etkisini yitirir. Bu yüzden Demokrat Yargı Derneği’nden 5 arkadaş birlikte yazdığımız ve Eylül ayında çıkan kitabımıza şu ismi vermiştik; “Türkiye’de Yargı Yoktur”… Yani, sorduğunuz davalar siyasi iktidar değişimi ile birlikte yok olup gidecektir ve süreç de oraya doğru gitmektedir zaten… Bana göre hükûmet Balyoz’daki sahte CD ve listeyi hazırlayanları açıkladığı anda bu davaları tamamıyla göçertir. Ancak o da hegemonyasını bu davalar yardımıyla kurduğu için davalardaki sorumluluğu sadece Cemaatin üzerine yıkmaya çalışırken enkazın altında kendisinin de kalmaması için çabalıyor ve süreç uzuyor.

Son dönemin sembol savcılarından Zekeriya Öz üzerinden bir hesaplaşma sürüyor gibi görünüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zekeriya Öz bu davaların sembol ismi olarak öne çıktı. Normalde de bu tür davalarda davayı kamusallaştıracak ve meşrulaştıracak popüler simgeler kullanılır. Ama Öz, entelektüel birikim ve hukuki yeterlilik itibariyle bir derin devlet davasını yürütecek bir yapıya sahip değildi. Böyle bir “kahraman” kendisine güvenen herkesi mahcup der. Önce hükümeti, şimdi de Cemaati. Üzerinde kopan fırtına da bu sembolik önemi nedeniyledir. Diğer yandan, Ergenekon vs. davaları hukuki mahiyetinden ziyade algı ve semboller üzerinde yürütülen davalar olduğu için semboller üzerinden gerçekleşen bir kapışma algı yönetiminde çok “başarılı” neticeler verebilir. Savcı Öz’ün Dubai seyahatini öne çıkaran hükümetin moral üstünlüğünü ele geçirişindeki hız dikkate değer.

Demokrat kamuoyu ve sivil toplum bu sürece nasıl müdahil olabilir?

Bugünkü kavganın iktidar hiziplerinin mücadelesi olduğu kesin, ama bu kavgayı “yeni derin devletin kim olacağının belirlendiği bir kavgadır” diyerek geçiştirmek doğru değil. “Ne Erdoğan ne de Cemaat” sloganı da doğru değil. Zira bu savaşı bu gruplardan birinin tek başına kazanması mümkün değil. Kim kazanırsa kazansın sonraki iktidarı kurmak için de başka siyasi gruplara ihtiyaçları var. Bundan sonra CHP, MHP ve BDP olmaksızın bir yeni iktidar kurulmasına imkan yok. Hele de “Gezi Direnişi”nin hayaleti ve Kürt siyasal hareketi ortadayken. Eğer “biz” kendi siyasal varlığımız ile müdahale ederek, halkın tüm kesimlerinin ortaklaşa paylaştığı bir kamu alanının inşası için aktif olarak çabalamazsak, kurulacak olan yeni iktidarı çaresizce seyredip dövünmekten başka bir şey yapamayız. Bugün, tüm siyasi partiler için yargıda sıfır olan etkilerini artırma fırsatı doğdu mesela. AKP’yi bu noktada sıkıştırabilirler ve BDP bile artık yargıda etkisi olan bir güç haline gelebilir. İşte bir siyasi katılım fırsatı. Politika yapmanın tam vaktidir.

AKP-Cemaat kavgasının arenası haline gelen “Yargı”da öngörülebilir bir gelecekte ne tür değişiklikler bekliyorsunuz? Öngörüleriniz neler?

Bugün birbirine giren koalisyon ortaklarının “Yeni Türkiye” nidalarıyla vaat ettikleri “yeni demokrasi” tam anlamıyla bir fiyaskoya dönmüştür. Yargı da bu sonucun oluşmasında baş aktör olmuştur. Bugün taraflar yargı üzerine kıyasıya bir kavgaya girmiş olup kim kazanırsa kazansın yargı yeni bir hezimetin yaşanacağı yerdir. Hükümetin, yargı meselesinde ciddi ve derinlikli bir politik ufku ve vizyonu ve de bir kadrosu olmadığı için kısa vadede yargı üzerindeki savaşta başarılı olabileceğini sanmıyorum. Hükümetin yargıda kendisinin sandığı kadrolar da Cemaatindir. Burada “aidiyetten” bahsetmiyoruz sadece; yargıdaki Cemaatin gücü ve yaygınlığı ile ilgili bir durumdur bu.

Kısacası Cemaat yargı minderinde hükümeti tuş edebilir. Diğer yandan Cemaat de özellikle son altı yıllık yargılama performansıyla ve siyasi iktidar karışısında takındığı tutumla çok ciddi bir meşruiyet krizi ile karşı karşıyadır. O yüzden de bu savaşı kazansa bile çok kısa sürede kendisi de ciddi bir sorgulamanın konusu haline gelecektir. Hiçbir toplum, devlette gizlice örgütlenen, ses -video kayıtları biriktirip insanlara şantaj yapan, tüm bir siyasal sosyal hayatı sahteliklere ören ve kalıcı bir ahlaki değer üretememiş olan bir gruba uzun süre tahammül edemez.

agos.com.tr

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar