Haber / Güçlü Kalemler “Operasyon”u nasıl değerlendirdi…
15:18 19 December 2013

Gündeme bir anda oturan, Bakan çocuklarından, iş adamlarına, etkili bürokratlardan, siyasetçilere kadar bir çok kişinin gözaltına alındığı “Yolsuzluk” operasyonuyla ilgili gelişmeler tüm hızıyla sürüyor. Adı geçen Bakanların istifasının söz konusu olduğu tartışmalarda “Yolsuzluk”tan daha fazla konuşulan ise Cemaat – Ak Parti çekişmesi. Ülkede yaşayan her vatandaşın bir şekilde gündemine giren bu konunun siyasi çekişmelerin ötesinde yapısal bir soruna işaret ettiği ise bir gerçek…

Gerek cemaat, gerek hükümet mahfillerini yakından tanıyan, bu çatışmanın ülkeye kazandırdıklarını ve kaybettirdiklerini değerlendiren köşe yazarlarından bir seçki hazırladık Guşıps okurları için…

 

 Mehmet Barlas: Siyasette Geri Dönüşü Olmayan Noktalar Vardır

Havacılıkta olduğu gibi siyasette de “Geri dönüşü olmayan nokta”lar vardır. Bu noktayı geçtikten sonra yola çıktığınız yere geri dönmeye ya yakıtınız yetmez ya da başka engeller dönüşünüzü imkânsız kılar. Şimdi birileri “Güzel güzel geçinip gidiyorduk, kavgayı bırakıp eski güzel günlere geri dönelim” diyebiliyorlarsa, bu ancak geri dönüşü olmayan noktanın geçildiğinin farkında olmamaktan kaynaklanabilir. Ya da “Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı varken yeniden dost olamayız” cümlesiyle biten esopyen öykünün bilinmemesinden kaynaklanabilir “Geçmiş kavgayı unutalım” içerikli çağrılar… Tarihi ve siyaseti bilinçli biçimde özümseyerek izleyenlerdenseniz, çoğu zaman bu geri dönüşü olmayan noktaların kazara değil kararlılıkla geçildiğini de görmüşsünüzdür.

Gemileri yakmak Tarık Bin Zeyyad 8’inci yüzyılda İber yarımadasını fethetmek için karaya çıktığında, gemilerini yakmamış mıdır? Veya Sezar Roma’da iktidarı ele geçirmek için M.Ö 49 yılında askerleri ile Rubicon nehrini geçtiğinde, savaşı kazanmadığı takdirde idam edileceğini bilmiyor muydu?

Devamı İçin: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2013/12/19/siyasette-de-geri-donusu-olmayan-noktalar-vardir?hvxbmpcvomfihojj

 

Eyüp Can : Bülent Arınç neden Ayten dedi?

Türkiye’yi sarsan yolsuzluk operasyonunun ikinci gününde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hükümet adına sessizliği bozdu.

Kolay bir sorumluluk değil.

AK Parti iktidarı, kapatma davasını bir kenarda tutarsanız bu son yolsuzluk operasyonundan sonra 11 yıllık siyasi iktidarının en büyük krizi ile karşı karşıya.

‘Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal!’

Ama Allah’ı var…

Böylesine gergin bir ortamda bile Arınç, Ümit Yaşar’ın meşhur ‘Milyon kere Ayten’ şiiri ile hepimizi güldürmeyi başardı.

Hani şu ‘Ben bir Ayten’dir tutturmuşum…’ diye başlayan şiir.

Gerçi 2 kere 2 yerine 7 kere 7 diyerek biraz yanlış hatırladı ama olsun…

“Açıklamanızla cemaati mi kastediyorsunuz?” sorusunu bu şiir sayesinde zekice geçiştirdi.

“Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir şiiri var, yedi kere yedi elde var Ayten… Beş kere beş 25 elde var Ayten. Bu kadar laf söyledikten sonra siz cemaat mi var derseniz, cemaatle karşı karşıya getirecek bir anlam yüklemek doğru değil. Eğer bir alçaklık söz konusu ise onlara mal etmek doğru olmaz…”

Devamı İçin: http://www.radikal.com.tr/yazarlar/eyup_can/bulent_arinc_neden_ayten_dedi-1166932

 

Etyen Mahcupyan: Şeffaflaşma

Bir zamanlar her şeyin buharlaştığı söylenirdi. Galiba söylemin kendisi de buharlaştı ve bir süre sonra gerçekliğe yabancılaştı.

Siyasetten en çok anladıklarını sananlar siyasetin dışında kaldılar. Şimdi de her şey şeffaflaşıyor.  Ama bu şeffaflaşma hayatın gerçekliğini anlamaya hizmet eden türden değil. Zihnimizde hayatın gerçekliğini kategorize etmeye hizmet eden türden… Dolayısıyla bu şeffaflaşma sonunda olan biteni daha fazla biliyor değiliz. Ancak olan biteni gerçekten de anladığımıza dair kendimizce sağlam bir kanaate sahibiz. Diğer bir deyişle şeffaflaşma aslında gerçekliğin üzerini örtüyor ve bir yüzeyselleşme yaratıyor. Böylece gerçek özneler neredeyse birer çizgi roman kahramanına dönüşüyor.

Şeffaflaşmanın bir ‘örtü’ haline gelmesinin nedeni içinde olduğumuz gerilimin taraflarını sadece birbirlerine karşı olan tutumları içinden okumamızdır. Ama kimsenin de gözlemcileri suçlayacak hali yok. Eğer meselenin tarafları kendilerini bir çatışmanın içinden tanımlanmaya müsait kılıyorlarsa, izleyicilerin kolay yolu izlemesinden daha doğal bir durum olamaz. Son birkaç hafta içinde dershane krizi ile yola çıkıp, sosyal medyada düzey yitirerek yolsuzluk tutuklamalarına geldik. Bu arada Balbay’ın kullandığı imkanın yargı kararıyla tutuklu BDP’li milletvekillerine kullandırılmaması olayı da var ve muhtemelen kritik bir öneme sahip olacak.

Devamı İçin: http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/seffaflasma_2185437.html

 

Ruşen Çakır: Misillemeyi Beklerken…

Dün, AKP hükümetinin çok kırılgan bir görüntü verdiğini, gafil avlanmışa benzediğini, bununla birlikte çok sert tepki gösterirse de şaşırmamamız gerektiğini söylemiştik. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın dünkü basın toplantısından misillemenin yakın olduğunu çıkarabiliriz. Her ne kadar o “cemaati hedef almayın“ dediyse de hedefte Gülen hareketinin olacağı kesindir.

7 Şubat dersleri

Ne var ki hükümetin işi hayli zor. Çünkü inisiyatif Başbakan Erdoğan’ın tabiriyle “karşı taraf“ta. Zira 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizinden epey ders çıkarmışa benziyorlar. O gün özel yetkili savcı, hükümetin siyasi bir kararını, PKK ile Oslo’da görüşülmesini suç sayıp MİT yetkililerini sorgulamak ve muhtemelen tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk etmek istemişti. Hükümetin olaya müdahalesinin ardından savcı Sadrettin Sarıkaya’ya cemaatin yayın organları dışında pek sahip çıkan olmamıştı.

Devamı İçin: http://haber.gazetevatan.com/misillemeyi-beklerken/593626/4/yazarlar

 

Mümtazer Türköne: Yargıya Müdahale Daha Tehlikeli

Hükümetin tasarrufu çok kritik bir hata. Emniyet müdürlerinin jet hızıyla görevden alınması, yeni savcıların atanması, bir hukuk skandalı. AK Parti hükümeti öyle bir töhmet altına giriyor ki, peşinen kendisini mahkûm ettirmiş oluyor.

Varsayalım ki soruşturma sonucunda birkaç AK Partili bakan suçlu bulunacak. Soruşturmanın bu görevden almalar ve atamalarla şaibe altında bırakılması, bu durumdan daha tehlikeli. Çünkü burada “suç üstü yakalanma” paniği dışında hiçbir şekilde açıklanamayacak çok ileri derecede bir hukuk ihlali söz konusu. Sağduyunun emri olan en temel hukuk kurallarını hatırlayalım.

“Soruşturmayı yürüten polisler neden sıralı amirlerine bilgi vermediler?” Bu sorunun aklı başında insanlar tarafından bile sorulması çok şaşırtıcı. Evrensel hukuka uygun şekilde, bizim Ceza Muhakemesi Kanunu’muza göre, soruşturmaların gizliliği esastır. Soruşturmanın gizli yürütülmesi bir istisnai hüküm değil, genel bir kuraldır. Savcı soruşturmayı, mahkeme iddianameyi kabul edip davayı başlatana kadar gizlilik prensibine uygun yürütür.

Devamı İçin: http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/yargiya-mudahale-daha-tehlikeli_2185430.html

 

Ali Bayramoğlu: Tezgah ve Yolsuzluk

Siyasi cepheler artıyor. Siyasi algılar cephe konumlarına göre faydacı bir süzgeçten geçiyor. Cemaat ve AK Parti arası algı kutuplaşması ortada. MİT krizinden bu yana AK Parti cemaat gerginliğinin işin tarafı olmayan, ne olup bittiğini anlamaya gayret bile etmeyen aktörlerce nasıl işlevselleştirildiği de ortada.

Kavganın son aşaması yolsuzluk operasyonları…

Malum işin iki boyutu var:

Yolsuzluk iddiaları ve iktidar kavgası…

Yolsuzluk, siyasetin en büyük hastalığıdır, hem bizde hem başka ülkelerde. Siyasi partiler insanlardan oluşur ve bu hastalıktan tümüyle azade bir yapı yoktur. Yolsuzluk iddiaları üzerine ciddiyetle gidilmesi gereken iddialardır.

Buna karşılık içi boş, karşılıksız, kurgusal pek çok yolsuzluk iddiasının, demokrasisi oturmamış pek çok ülkede siyasi tezgah aracı olduğunu da unutmamak gerekir. Sadece kendimize, 1960’da Menderes ve arkadaşlarının hangi ithamlarla yargılandığına ve mahkum olduğuna bakmak yeter de artar.

Devamı İçin: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliBayramoglu/tezgah-ile-yolsuzluk/44447

 

Fehmi Koru: “Savaş Sanatı” Üzerine

Bir siyasi iktidarın içten veya dıştan yıkım ameliyesine muhatap olabileceği iddiasının bazılarına neden garip geldiğini anlamakta zorlanıyorum… İçinde yaşadığımız dönemin belirgin özelliği budur halbuki: Hiçbir iktidar bu dönemde kendisini güvende hissedemez, hissetmemeli…

Ukrayna’da, Tayland’ta seçilmiş iktidarlar topun ağzında; Ukrayna’da sokaklara dökülenler ‘demokrasi-karşıtı’

taleplerde bulunuyorlar… “Sağ iktidarlara müstahak” diyebileceklerin Gezi Parkı ile eş-zamanlı yaşandığı için

dikkatlerden kaçmış Brezilya’daki hareketlenmeye göz atmasında yarar var. ‘Post-post modern’ dönem ‘her an her şey olabilir’ dönemidir… Devreye sokulan günümüze ait propaganda araçları yüzünden geleneksel tedbir yöntemlerinin çok fazla işe yaramadığını da bilelim. Kitleleri hareketlendirmek de, farklı beklentilerin belli bir amaca yönlendirilmesi de eskiden olduğundan daha kolay bugün; neden yaptığını bilmeden sokaklara dökülebiliyor günümüz insanı; öğrendiğinde, çoğu kez, iş işten geçmiş oluyor…

Devamı İçin: http://haber.stargazete.com/yazar/savas-sanati-uzerine/yazi-818062

 

Kadri Gürsel:

AKP’nin “yeni Türkiye”sinde tabu haline getirilmiş iki konu vardı…    Birincisi, “yeni rejimin yolsuzlukları”ydı.
Siz, 2008’deki Deniz Feneri skandalı haberleri nedeniyle Doğan Grubu’na çektirilen eza ve cefanın ardından, 17 Aralık 2013’e kadar 5 yıl boyunca ana akım medyada yayımlanmış, ucu bu iktidarın yüksek menfaatlerine dokunan bir tanecik yolsuzluk haberi okudunuz mu?
Hayır, okumadınız.
Çünkü bu iktidarın medyayı tabi kıldığı oto-sansür düzeni buna engel oldu.
Bir de hakkını teslim edelim; tek adamın mutlak iradesi ve hakemliği ile tayin edilmiş öyle bir kenetlenme vardı ki iktidar blokunda, aradan yolsuzluk ve usulsüzlük haberi de sızmıyordu.
İkinci tabu da birincisiyle bağlantılı olarak “iktidar ailelerinin” iş hayatları, yatırımları, ortaklıkları ve para harcama alışkanlıkları idi…
Siz son yıllarda bu konularda en masumundan bir magazin haberi bile okumadınız medyada.
Kontrol ve denge mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı, Sayıştay’ın TBMM adına denetleme görevini bihakkın yapmasının engellendiği, ihale düzeninin iyice göstermelik bir hale sokulduğu bu yeni “kapalı rejim”de gazetecilik de boğulmuşsa, kamuoyu yolsuzluklardan, rüşvet ve nüfuz ticaretinden nasıl haberdar olabilirdi?

Devamı İçin: http://dunya.milliyet.com.tr/yolsuzluklarin-uzeri-ortulemez/dunya/ydetay/1809469/default.htm

 

Alper Görmüş: İktidar Duygusu Kardeşlik Duygusunu Yener

Mücahit Bilici’nin dünkü yazısı (“Cemaat’in anlamadığı”, Taraf, 18 Aralık), siyasetin içinde olanların, siyasetin kirinden âzâde kalamayacağına dairdi:
“Dine hizmet için dünyadaki kaynaklara erişim ve hâkimiyet çabası olarak siyaset yaptığın zaman siyasi çekişmenin tarafı olmaktan kurtulamazsın. Şunu da bilmelisin: Siyaset menfaat üzerine döner ve canavardır. (…) Siyasette ahlak kolay kolay bulunmaz, çünkü siyaset iradelerin çatışması, bencilliklerin yarışmasıdır. Bunun içinin ‘millete hizmet’ veya ‘dine hizmet’ gibi ulvi amaçlarla doldurulmuş olması bir şeyi değiştirmiyor.
(…)  Siyasette ahlak arayanlar, Osmanlı sultanlarının İslam’ın rağmına olarak kardeş katline neden tevessül ettiklerini anlamaya çalışsınlar. Veya şahıs olarak neredeyse veli sayılan Sultan Abdülhamid’in kendisini mecbur zannettiği bir istibdadın kaynağı olduğu gerçeğini hatırlasınlar. Ve bugün ezebildiği kardeşine kardeşlik nutku çekenlerin, gücü kendininkine yakın kardeşiyle ise nasıl ölümüne vuruştuğunu insaf ile analiz etsinler.”
***
Doğru, “Siyaset menfaat üzerine döner”, fakat ne türden bir menfaatten söz ediyoruz? Onu “canavar” kılan şey nedir?
Büyük iktidar savaşında, taraflardan biri “şah” demeden bir hafta önce kaleme aldığım bir yazıda, ben de “canavar” mevzuunda yazmıştım. (“AK Parti, Cemaat ve temel içgüdü (iktidar)”, serbestiyet.com, 9 Aralık).
Şu hatıra o yazıdan:
Cengiz Çandar: Yolsuzluk Ortaya Çıkmayagörsün
Aksak ve eksik de olsa, ‘demokratik sistem’in yürürlükte bulunduğu, seçimler yoluyla iktidar değişiminin önünün açık sayıldığı, iyi-kötü bir ‘çoğulcu yapı’nın ve ‘sivil toplum’un oluşmuş olduğu bir ülkede bir siyasi iktidarın yapabileceği en büyük yanlışlardan biri kamuoyuna aptal muamelesi yapmaktır. Bir yandan, abartılmış bir ‘özgüven’ duygusuyla ‘millet’ ve ‘sandık’ sözcüklerine vurgu yaparken halkı sersem yerine koymaktır.

AK Parti iktidarı (ya da Tayyip Erdoğan iktidarı) dün tam da bunu yaptı. Tüm dünyada gözlerin Türkiye’nin üzerine çevrilmesine yol açacak önemde bir ‘yolsuzluk ve rüşvet’ soruşturmasının başladığı günün ertesinde, ‘yürütme’nin yani iktidarın ilk uygulaması, taşıdıkları sıfatlar ve görev tanımları gereği, soruşturmadan sorumlu İstanbul emniyet yetkililerini temizlemek oldu.

‘Yolsuzluk operasyonunun başındaki isim’ diye tanıtılan Mali Şube Başkanı’nın yanı sıra Kaçakçılık, Organize Suçlar, Terörle Mücadele ve Asayiş şubelerinin başkanları bulundukları mevkiden uzaklaştırıldılar.

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar