Haber / Siyasi aklın dumuru
17:42 7 June 2013

Güneydoğu notları dizisine bir ara verip Taksim Gezi Parkı vesilesiyle yaşanan inanılmaz basiretsizliği ele almakta yarar var. İstanbul’un göbeğinde ‘park’ adını almaya layık tek mekanın özellikle civarda yaşayanlar tarafından aynen korunmak istendiği bilinmekte.

 

Beyoğlu/İstiklal havzasında yer alan bu mekanın ‘istimlak’ edilmek istenmesinin, kentin daha ziyade bohem yaşama yatkın kesiminin sahiplenmesine neden olacağı da belli. Nitekim söz konusu projenin durdurulmasına yönelik bir sivil inisiyatif oluşmuş durumda ve uzunca bir süreden bu yana derdini anlatmaya çalışıyor. Hükümet ve şehrin doğrudan sorumluları ise, kendi İstanbul hayalinin cazibesine kapılmış bir mecnun gibi, vatandaşların isteklerini ve kaygılarını duymazdan geliyor. Onlarla konuşmak bir yana, doğru dürüst bir açıklama yapmaktan, halka asgari saygıyı göstermekten bile imtina ediyorlar…

 

Gezi Parkı ile ilgili basit denklem budur ve bu bağlamda yürütmenin savunulabilecek hiçbir yanı yok. Ancak bildiğimiz üzere konu bu noktada bitmiyor. Nitekim projeyi ‘behemehal hayata geçirmek’ gibi inanılması güç, basiretsizlik timsali bir irade ortaya konuyor. Ağaçların kesilmesi için dozerlerin sabahın beşinde gitmesi bile, bu işi yüklenenlerin kendi meşruiyet zaaflarının farkında olduğunu söylüyor. Bir tür kapkaççılık gibi, kaşla göz arasında işi kotarmayı belki de beceriklilik sanıyorlar. Oysa bunu başarmalarının tam aksi sonucu vereceğini, o sökülen ağaçların manen altında kalacaklarını idrak etmeleri beklenirdi. Çünkü meşruiyet çizgisini, söz konusu meşruiyeti hiç aramadan geçmiş oldular ve geri dönüşü olmayan bir biçimde kendi iradelerini toplumsal tercihe üstün kıldılar. İş bununla da kalmadı… Artık kabak tadı veren bir şekilde polis tüm kabalığı, hoyratlığı ve bastırılmış öfkesiyle göstericileri dağıtmaya kalktı. Bir parkın ağaçlarının korunmasını, insanların içine sinmeyen bir projenin durdurulmasını isteyenler, sanki istilacı bir ülkenin kolluk gücüyle geri püskürtüldüler.

 

Bu tabloyu hükümet açısından ancak ‘siyasi aklın dumura uğraması’ olarak adlandırabiliriz. Bugünün dünyasında İstanbul gibi bir kentte hâlâ ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla ilerlemenin mümkün olduğunu sanmak bile, yönetimin temel bir uyum sorunu olduğunu gösteriyor. Üstelik anlaşılan o ki, bu tesadüfi bir durum değil… Üçüncü köprüye ‘kendi aralarında uzun süre tartıştıktan sonra’ Yavuz adını veren bir ortak aklın bu ülkeyi demokrasiye götürme konusunda pek de fazla iddialı olmaması lazım.

 

Ancak gerçekliğin tümü tabii ki bu kadar değil. Bu hükümet cumhuriyet tarihinin en büyük reform dönemecini geçme noktasında bulunuyor ve hem rejimi normalleştirme hem de yeniden toplumsal barışı sağlama iradesine sahip çıkıyor. Bu alanlarda bir geriye dönüşün maliyetini hayal etmek bile korkutucu. Dolayısıyla AKP’nin herhangi bir iktidara kıyasla çok daha büyük ve hayati bir sorumluluğu var: Reform, barış ve dönüşüm sürecine zarar vermeyecek, bu süreci titizlikle koruyacak bir farkındalık ve ona uygun bir siyasi akıl sergilemesi gerek. ‘Çoğunluğun sesi’ olmaya fazla güvenmek, o çoğunluğa zarar verecek bir basiretsizlik yoluna girilmesini de ima edebilir. Kendi tasavvurlarının peşinden giderken etrafa kulağını kapayan bir anlayış, iyi niyetli olsa bile kibir ve ihtirasın sesi olarak algılanmaya başlanabilir.

 

Siyasetin bir algı yönetimi olduğunu bu iktidar iyi bilir. Vesayet sistemine dönüş ancak AKP iktidarının seçimlerde yara almasıyla, bu ise böyle bir yaralamanın gerçekçi bir ihtimal olduğuna inanılması ve bu hedefe yönelik bir anti-AKP toplumsal koalisyon oluşturulması ile bağlantılı. Önümüzdeki dönemde demokrasiye gidişin önünü kesmek isteyenler için ilk hayati durak İstanbul belediye seçimi olacak. Oradaki ve yerel seçimin geneline yayılan muhtemel bir yenilgi, AKP’yi cumhurbaşkanlığı seçiminde zorlamakla kalmaz, demokratik bir anayasa arayışının da belirsiz bir süre için sonu olur. Bunun Kürt meselesindeki sonuçları ise, Türkiye’nin dış politikasına ve enerji stratejisine kadar uzanır.

 

Gezi Parkı’ndaki göstericiler arasında bayrağa sarılmış dolaşanların varlığı şaşırtıcı değil. Bu gösterilerin laik kesimle adlandırılan kentlere yayılması da tesadüfi sanılmasın. Çünkü bu olay sadece Gezi Parkı meselesi değil… Ancak makro düzeyde demokrasi peşinde olanların en basit gündelik olaylarda demokratlığı becerememesi durumunda, karşı tarafa kabahat bulmak hiç inandırıcı olmayacağı gibi, o ‘karşı tarafın’ bu imkanı sonuna kadar kullanması da meşru hale gelir.

 

http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/siyasi-aklin-dumuru_2096211.html

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar