2000’ler Rusya’nın diasporadaki iktidarını kurmasını ekonomik çıkarlar üzerinden gerçekleştirdiği bir dönemdir.

Furkan Dzapsh 10 December 2012
Direnmeye İktidar

İktidar nasıl tesis edilir? Kolonyal bir iktidar nasıl tesis edilir? Ulus ötesi bir dönemde bu süreçleri nasıl değerlendirmeliyiz?

 

20. yy, iktidar kelimesinin çağrıştırdıklarını ve muhtevasını değiştiren önemli tartışmalara tanık oldu. İktidar dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri ise Michael Foucault’dur. Moderniteye yönelik eleştrileri modern iktidarın nasıl tesis edildiğini de açıklıyordu. Bu teoriyi örneklemle meselemizde kullanacak olursak, olayı iki temel çerçevede ele almak gerekiyor. Yani zihnimizde iki ayrı saha olmalı ancak iki ayrı sahanın zaman zaman birbirlerini kurduğunu da unutmadan, diasporası ve Kafkasya’yı bu iktidar yaklaşımı üzerinden ele almak gerkiyor.

 

İktidar

 

Foucault’nun iktidarı baskıcı, ceberrut, iktidarını saf baskı yoluyla tesis eden bir iktidar değildir. Foucault, tarih felsefesindeki temel bir hata dolayısıyla iktidarın yanlış kavramsallaştırıldığını, iktidarın bir ilişkiler ağı olduğunu ancak kullanıldığında ortaya çıktığını söylüyordu. Klasik yaklaşımlardan temelde bir diğer farklılığı ise iktidarın kurulma yöntemiydi. Klasik teoride ceberrut, hükümdar merkezli, gücün açıktan kullanımı ile ilişkilendirilen iktidarın tesisi yanlıştı. İktidar modern dönemde daha sinsi bir yol ile tesis ediliyordu. O da tepeden tırnağa toplumu şekillendirip, toplumun kılcallarına inerek kendini sürdüren bir iktidardı. Dolayısıyla klasik iktidardan farklı olarak modern iktidar, iktidarın “şunda” denilebileceği bir iktidar biçimi değildi.

 

Bu iktidar yaklaşımında iktidarın tesisi açık şiddet yoluyla kurulmazdı. Mutlak baskı ile iktidarın tesisi mümkün değildi tâbi bireylerin yaratılması gerekiyordu. Burada temel fark tâbi bireyin veya grubun tâbiyetiyle birlikte bireyliğinin, grupsallığının da yaratılması idi. “Foucault‟ya göre birey, iktidar ve bilgiye tabi tutularak uyruklaştırıcı söylem tarafından inşa edilir.”[1]

 

“Klasik yaklaşımların tamamen aksine Foucault‟ya göre iktidar çoğul, olumlu, üretken ve ilişkiseldir. Yani tek bir iktidar biçiminden bahsedilemez. İktidar, tüm toplumsal ilişkilere yayılmış bir biçimde vardır ve birbirinden farklı biçimlerde sayısız noktada uygulamaları vardır”[2]

 

Yani bu iktidar temelde karşılıklı anlaşmaya, daha açık bir ifade ile de rızaya ihtiyaç duyuyordu. Rızanın yaratımı-klasik yaklaşımdaki boyun eğmeye benzeyen rızadan farklı olarak-, rızanın mahiyetiyle birlikte aslında iktidar çevrimine dahil olacak grupların yaratılması ile ilgili idi. Dolayısıyla iktidar çevrimine girmek için rızanın belli hazlar üzerinden yaratımı gerekiyordu.

 

Kafkasya

 

Bu iktidar yaklaşımı çerçevesinde Rusya’nın kolonyal iktidarını nasıl tesis ettiğini sorunsallaştırmamız gerekmektedir. Rusya bir soykırım neticesinde askeri olarak iktidarını yerleştirdiği topraklarda bütün tecrübesi boyunca açık şiddet, bastırma, sindirme gibi yöntemlerle mi iktidarını tesis etmiştir? Yoksa modernite içerisinde kendisine has bir konumu olsa da  bunun yanında rızanın yaratımıyla ilgili çalışmaları da olmuş mudur? Yazının temel meselesi budur. Her ne kadar kapitalist modernleşmeyi seçen Batı’dan farklı bir yolla da olsa Rusya’nın iktidarı tesisini anlamamız açısından modern iktidarın varoluşuna dönük eleştiriler önemlidir.

 

Sovyetler döneminde inşa edilen yeni sınıflandırma, diğer bütün dayanışma ağlarını olumsuzlayarak kendisini var eden bir bireyliği ve toplumsallığı yaratıyordu. Modern sistemin bireyini var etmesi işleminin farklı bir tecrübesi olan bu yaratım işlemi iktidar ağının dolaşımı açısından önemliydi. “Etni kavramının kendisi, her bir aidiyetin diğer aidiyetleri dışarıda bırakması demektir zaten. Bazı kurallara göre etnik grubunuzu değiştirebilirsiniz ama aynı anda birden fazlasına ait olamazsınız. Sistem, kimliği bir idari kategori haline getirir; bu kategorilerin en yükseği ulustur.”[3]

 

Bu şekilde inşa edilen toplumsallık, yanında pek çok yan dalın inşa edilmesini de beraberinde getirir. İktidar çevriminin tamamlanması için inşa edilen yapıların gerçekliğinin “bilgi” ile kanıtlanması gerekir. Bunun için de filoloji, tarih, edebiyat, etnografya gibi dalların önemi artar. Çünkü önerilen çevrimin tamamlanması bilginin disipline edilmesine bağlıdır. Yani bilmek artık iktidar tekelindeki bir fikirsel pratiktir.

 

Aynı süreçte yaratılan iktidarın idare tarafında değil de “entelektüel” tarafında yer alan insanlar ise en az idareciler kadar önem kazanır. Çünkü söylemin doğrulanması tamamen hazza bağlı kalır. Yaratılan bireyin haz alması gereklidir bu hazzın yaratımının en pratik yolu ise edebiyat, tarih, sahne sanatları gibi hazzı yaratacak enstrümanlardır. Bu da yeni bir zümrenin ortaya çıkmasını sağlar. Bu zümre varoluşunu, inşa edilen toplumsallığa ve bu toplumsallığın devamı için yaratılması gereken hazza bağlar. Aynı şekilde bu zümrenin merkezle ilişkisi bir memurluk ilişkisidir. Sovyet tecrübesi açısından edebiyatın, tarihin, etnografyanın birer propaganda malzemesi olarak da ele alındığını düşünmemiz gerekir.

 

Örneğin, “1829 ile 1859 arasında Kafkasya’daki dini ve milli direnişin lideri olan Şamil’in  başından çok tuhaf olaylar geçti. 1920’den 1950’ye kadar, İmam, milli kurtuluş kahramanıydı. 1934 tarihli Sovyet Ansiklopedisi, Karl Marx’dan sonra, onu “büyük demokrat” olarak tanımlıyordu. 1950’den itibaren, Jdanov döneminde Şamil, artık “satılmış bir eşkıya”ydı; onun müridizm hareketi “gerici, empreyalist ve feodal”di. 1950’den 1956’ya kadar ise rüzgar yön değiştirir:”Dağlılar hareketi yeniden, dış emperyalizme karşı koyan, ilerici türden milli bir kurtuluş hareketi” olur. Bu gerçek bir cihad hareketidir!”[4] 1957 yılından itibaren ise Şamil artık tüm kötülüğün simgesi haline geri gelecektir.

 

Burada dikkat edilmesi gereken, ansiklopedinin nasıl siyasi iktidarın yaklaşımlarınca manipüle edilebilir olduğuydu. Zaten ansiklopedinin doğuşunu modern bilgi sistemlerinin doğuşundan ayırmak mümkün değildir. Sovyet tecrübesi bilginin araçsallaştırılıp manipüle edilebileceği bir tecrübeydi. Son Ubıh romanını veya Sovyet döneminde kaleme alınmış pek çok edebi eseri bu bağlamda ele almak gerekiyor. Hazzın yaratılması için edebiyatın, etnografinin, tarihin, sahne sanatlarının öneminden bahsetmiştik. Örneğin Son Ubıh romanı tarihsel olarak pek çok hatayla dolu olmasına karşın sürgün hazzını iktidarın istediği gibi yarattığı için iktidar açısından  önemliydi. Yani iktidar yaratarak çevrimine dahil ettiği bireylerin toplumsallığının tarihini de icat ediyordu.

 

Sahne sanatları, dans ekipleri yine bu haz sisteminin bir parçasıydı. Dillerin icad edilmesi, küçük farklılıkların derinleştirilerek geleneksel dayanışma ağlarından koparılan yeni ulus mantığının devreye sokulması tamamen bu iktidar ağıyla alakalıydı. Temel olarak anlamamız gereken burada iktidarın, örneğin Son Ubıh’ı bir Abhaz’a yazdırıyor olmasıydı. Yani çevrimine dahil ettiği yeni bireye, “homo sovietus”a. Yani iktidar, haz yaratımı konusunda ceberrut, baskı ile işini gören bir görünümden uzak pratiklerle işini görüyordu.

 

Diaspora Pratiği

 

Diasporanın anavatandaki bu süreçten nasıl etkilendiğini soracak olursak durumun dönem dönem farklılaşan ve daha karmaşık yapılardan oluştuğunu gözlemleyebiliriz. Diasporanın belli dönemlerde, örneğin Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ nin kuruluşu ve öncesindeki dönemde, anavatana yaklaşımında daha çok işgaldeki vatanın sürgündeki unsurları olarak kendisini konumladığını görebiliriz. Teavün Cemiyeti’ yle gelişen süreçte ise bu yaklaşımın  anavatanda okul açma, insani yardım faaliyetlerinde bulunma gibi pratiğe döküldüğünü söyleyebiliriz.

 

KKC kadrolarının diaspora sahnesinden çekilmeleri sonrasında ise diaspora farklı bir çevrimde kendisini inşa edecekti. Şehre gelen genç Çerkes kitlesinin yüksek eğitim ile birlikte giriştikleri kimlik arama süreçleri, kendisini Sovyetlerin iktidar çevrimiyle karşıladı.  Bu temelde samimi bir kimlik arayışından ibaret olsa da  kimlik arayışının Sovyet iktidar ağının çıktılarıyla karşılaşması bu iktidar ağının diasporaya da taşınmasına sebep oldu. 80 öncesinin ideolojik kamplaşma ortamıyla beraber düşünürsek pek çoğu devrimci nosyona sahip gençliğin-yani ister dönüşçü, isterse de Türkiye’de bir devrimden bahseden- bu iktidar ağından kaçması mümkün görünmüyordu. İlk kril yazılı Adiğece kitapların bu dönemde okunup, dergilerde çevirilerinin yayınlanmsı, ideolojik ütopyanın yaşandığı bir anavatan özleminin karşılık bulduğu bu dönem, şüphesiz diaspora tarihi açısından önemli bir kırılma noktası olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken husus bu iktidar ağına girmenin  zor, baskı gibi sebeplerden değil temelde hazzı yaratan şeylerden dolayı olmuş olması. Yazılı bir edebiyata olan özlem kendisini kril ile yazılmış Adiğece kitaplarda, Son Ubıh benzeri romanlarda bulmuştur. Yani çok farklı bir amaçla memur entelejensiyanın ürettiği metinler diaspora için, iktidar çevrimine haz yaratımı yoluyla katılmasının yolunu açmıştır.

 

90lar ve sonrası bize iki şeyi çok iyi göstermiştir.  Rusya’nın veya başka bir devletin diaspora üzerindeki tam hakimiyet isteğini ve 80 öncesinde iktidar çevrimine dahil edilen kadroların bu iktidarı diasporaya taşımalarını. 2000’lerle birlikte bu iktidar ağının varlığının devamlılığı için sadece bu hazzın yetmediğini özellikle diasporaya ve Kafkasya’ya yönelik bakışların çoğaldığını görebiliriz. 2000’ler,  Rusya’nın diasporadaki iktidarını kurmasını ekonomik çıkarlar üzerinden gerçekleştirdiği bir dönemdir. STK yöneticilerinin Rusya ile olan ticari bağlantılarının diaspora için hayati pek çok konunun çözümünde engel olduğu bir dönemdi. Hazzın yaratılıp iktidarın sürdürülmesi konusu ise artık daha geniş bir tabana yayılmış olacaktı. Yani artık STK yöneticileri, diaspora temsilcileri daha basit bir yolla doğrudan ekonomik çıkarlar üzerinden Rusya’ nın iktidar çevrimine dahil oluyorlardı.

 

Daha geniş bir diaspora kitlesi açısından baktığımızda ise, yine hazzın yaratımı süreci başka yöntemlerle devam ettiriliyordu. Örneğin ekipler özellikle bu hazzın yaratılması için önemli yer tutmakta. Kafkasya’dan gelen ekiplerin, festivallerin, Kafkasya’yı gidip görmenin zihinlerde yarattığı imaj bu hazzın oluşumuna denk geliyor. Yani yine diaspora bir kimlik arayışı çerçevesinde iktidarın yarattığı hazların uzantılarıyla karşılaşıyor. Kabardey-Balkar’ın meşruiyeti Kabardinka’dan geçiyordu. Kalpakları dedelerimizin kalpaklarına benzeyen insanları , saman üstünde oynanan oyunları sahnede görmek insanlar için önemli bir dinamiktir. Keza Kafkasya’da kimlikle ilgisi Sovyetler döneminde kurumsallaştırışmış, bölgelere yapılan ziyaretler, dönüş söylemi etrafında şekillendirilmek istenen anavatan algısı, yeni dönemde bu çevrime dahil olmaya veya en azından çevrimin kendisine meşruiyet katan dinamiklerine dönüşüyor. Dahası adeta anavatana bakarak bir kimlik şekillendirmesiyle sonuçlanabilecek bir durumdur karşımızdaki. Bu tip bir kimliklenme sürecinin kendi özgünlüğümüzü ne kadar açıklayabileceğine kuşkuyla bakılmalı.

 

Sonuç

 

Bir çakışmadan söz ediyorum. Diasporik karakterin kimlik arayışında buldukları metinlerin birleşiminden doğan hazzın, Rusya’nın iktidar çevrimine bizi nasıl kattığından bahsediyorum. Yoksa samimi bir şekilde festival organize eden insanların art niyetlerinden ya da Adiğece roman okuyan insanların Rusya’nın meşruiyetini sağlayan insanlar olduğundan değil. Rusya’nın söylemini diasporaya taşımasının yollarından birisinin temelde edebiyat gibi “masum” kanallarla da gerçekleştirdiğinden bahsediyorum. Yine Kafkasya’da söylemini oturturken temelde yeni bir tür birey ve onun toplumsallığını inşa etmesinden bahsediyorum. Tarihe bakışımızı şekillendiren ve çoğu Sovyet dönemi eserlerinden olan tarih kitaplarının nasıl bu kurgusal gerçekliği inşa ettiğini, ve sorgulamadan, bu alt-metni gözden kaçırarak yapılacak okumaların çıktısının böyle bir iktidar çevrimiyle sonuçlanabileceğinden. Sonuç olarak diaspora olarak her türlü uyruklaşma girişimine karşı durmak zorundayız. Özgür düşünen, bireyliğini kendisi inşa etmesi gereken bir noktayı yakalamamız şart ve bu süreçte hazzın mekânsal olarak derecelendirilmesine karşı, iktidara dahil olmaya karşı, pazarlıklara karşı, iktidarsız bir direnişe ihtiyacımız var.

 


[1] Ahmet Kemal Bayram, İktidar Çözümlemelerinde Bir Mihenk: Michel Foucault, Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi sayı 7, 2003/2, s40

[2] Age 40

[3] Oliver Roy ,Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi, Metis Yayınları, 2009 3.baskı, s 166

[4] Vincent Monteil, Sovyet Müslümanları, Pınar Yayınları, 1992, s 131

Yorumlar (1)
  1. Yasemin Oral on said:

    Öncelik yayın hayatınızda başarılar dilerim. Foucault’nun iktidar kavramsallaştırmasına dayalı bir modelle Rusya-anavatan-diaspora bağlamında bir çözümleme farklı bir bakış açısı sağlamak açısından oldukça önemli diye düşünüyorum, o yüzden yazı için tebrikler. Foucault’nun tahlillerinde iktidarın tesisi açısından çok önemli iki düzlemden biri olan söylemsel pratiklerin edebiyat, sanat ve bilim gibi alanlarda makro ölçekte nasıl (yeniden)üretildiğini anlamak açısından oldukça öğretici olmuş. Tam da bu noktada, makro ölçekte söylemsel olarak oluşturulan iktidarın ikinci temel düzlem olan toplumsal-kişilerarası alanda, yani bizzat bireyde kendini nasıl var ettiğini ve böylelikle artık doğrudan bir denetim/kontrol mekanizmasına bile ihtiyaç duymaz hale gelişini ortaya koymak da çok etkili olacaktır sanırım. Son olarak da, başlıktaki vurguyu da göz önünde bulundurarak, Foucault’nun iktidar kavramının özünü oluşturan direniş meselesi de özellikle diasporada olan biteni anlamak açısından çok aydınlatıcı olabilir- zira Foucault der ki iktidarın olduğu yerde direniş de vardır ve iktidar kendisiyle beraber direnişi de ürettiği için hiçbir zaman tam olarak istediğine ulaşamaz. Sanıyorum bu nokta da diaspora açısından umudun yeşerdiği yer! Ve tekrar emeğinize, kaleminize sağlık…