Rollere isyan etmeli, sahneye tekme atmalı, ışığa lanet edip, kulisi ateşe vermeli, bütün çevirmenlerin anadillerini kesmeliyiz ki derdimizi biz, kendimiz anlatabilelim.

Furkan Dzapsh 24 December 2013
Sahneyi Yakmak

 

Gayatri Spivak “Madunlar Konuşabilir mi” makalesinde bir soru soruyordu. Madunlar konuşabilir mi, konuşsa duyulabilir mi, duyulduğunda artık o duyulan şey madunun kendi sesi midir gibi. Spivak kabaca bunlara negatif bir cevap veriyordu. O, madunların konumları gereği konuşamayacaklarından bahsediyor, tam da bu sebeple madun kimliğini taşıdıklarından söz ediyordu.

 

Madun kimlik nedir diye sormak bir başlangıç olarak alınabilir bizler için. Bunun için Gramsci’ ye gitmek gereklidir. Gramsci madunu, Marksist bir bakışla bir çeşit sınıf olarak tanımlıyordu. Yine kabaca belirtirsek Gramsci için madun , sesi olmayan, kendini temsil edemeyen, toplumun bilinç üretim mekanizmalarından dışlanmış bir durumu ifade ediyordu. Sonrasında gelişen post – kolonyal okumalar neticesinde madunluk durumu sömürgeci – sömürülen ilişkisine de genişletilerek okunmaya başlanmıştı.

 

Bu kısa tanımlamalardan sonra aynı soruları sormak istiyorum. Yaralı bir bilince sahip olan, kolonyal deneyimleri bulunduğu her yerde yaşamış, bir tür maduniyeti ironik bir şekilde sahiplenen Çerkes toplumu konuşabilir mi? Özne – nesne arası gerilimde nerede yer alır? Konuşursak duyulabiliyor muyuz? Temsili kurumlara yüklemeden kurulan her cümlemizde kendimizi temsile izin veriliyor mu?

 

Net cevaplarım yok. Ancak bir yerden başlamak gerekirse tarihi süreç içerisinde temsili kendi içinde bile olmayan, kültürel bir bilinç dahi üretememiş, devletin ihtiyacı olduğunda araçsallaştırılmış, bilinci yaralanmış bir kimlik, Çerkes kimliği. Konuşmaya çalışmış mı? Şüphesiz evet. Ancak garip bir çeviri ile ulaşabilmiş muhatap olarak belirlenenlerine.

 

Temsil edilen durumunda olanın bir öznesinin olmayacağı açıktır. Kendini temsil edememe durumu bu noktada açıklayıcı bir durumdur. Kendini temsil edemeyene çeşitli temsil ikonları dayatılır. Toplumun bilinci bu yolla travmatik bir kimlik haline getirilir. Hatırlayalım, sözlü anlatıda bile kendini belli eden soykırımcı Rusya’ nın komünist olması durumu. Olayları irdelemiyorum, hakikatini irdeliyorum. Bu bilinci bize zerk edenlerin anti – sovyet propagandanın dışında bir yerde olmadıklarını düşünüyorum. Dediğim gibi, derdim Sovyetlerin tarihi vs. okuması yapmak değil. Keza tersinden Sovyetler döneminde Rodinalar aracılığıyla olsun, farklı yollarla olsun anavatanda konuşturulan karikatür öznenin ürünü kitapları düşünün. Alın size başka bir bilinç yarılması daha. Bu anlamda Meşbaşe İshak’ ın, Bagrat Şinkuba’ nın Kadircan Kaflı’ dan bilinç düzeyinde bir farkı yok benim için.

 

…………………..

 

Meseleyi daha da dağıtmadan Soçi’ye dönük devlet başkanlarının verdikleri tepkilere gelmek istiyorum. 10’ a yakın devlet başkanı bir şekilde Soçi’ ye katılmayacaklarını çeşitli şiddetlerde açıkladılar. Bir kısmı Gürcistan gibi kararsız olduğunu ima etti, belirtti. Çoğunun sebebi birbirinden farklı olmakla birlikte hiçbirisinde Soçi’ nin bir soykırım toprağı olduğu gibi bir ifadeye rastlayamadık. Gitmemelerine gerekçelendirdikleri şeylerin ötesinde saikleri olduğu da malumumuz. Rusya’ nın bir şekilde Batı blokundan diplomatik düzeyde de olsa boykot yemesi imaj çalışmalarının başarılı olup olmadığı açısından bir değerlendirme kıstası olacaktır kuşkusuz.

 

Netice itibariyle Soçi olimpiyatlarına 2006 yılından beri örgütlü bir şekilde itiraz eden Çerkesler, bu devletlu nezdinde duyulmadı. Bunun sebebi devletlerarası muvazene vs. değil kanımca, bu da etkili bir değişken lakin sebebi başka yerlerde aramak lazım. Bu durumu yazının girizgahında temellendirmeye çalıştığım madunluk durumunun uluslararası yansıması olarak okuduğumu belirtmek istiyorum. Yani sesi çıkmayan, konuşamayan, duyulamayan, duyulmayan bir kimlik halindeyiz, biraz da onun tespitini yapmaya çalışıyorum.

 

Garip bir karamsarlığı taşıdığımı düşünenler olabilir ancak durum budur veya buydu dedikten sonra olumlu gelişmeleri de sıralamak gerekir. Çerkes kimliği tam da bu noktadan sorunu tespit edebilme idrakine sahip bir kimlik, en azından bunu becerebilen bireylere sahip. Soçi, aslında sadece onun tarihine dokunan bir dinamikti ancak acıyı paylaşmak için anlattığı her mecrada onu duyan benzer durumlara, vicdanlara sahip bireyler / gruplar karşıladı onu ve sorununu. Yani devletlerin soykırımı tanıyıp tanımamasının bizim için bir şey ifade etmediğini vurguladığımızda peşine vicdanlı insanları boşuna eklemiyorduk. An itibariyle o devletluların duymadığı sesimizi, belki o devletin sokaklarından Çerkes olan veya olmayanlarca Soçi’ yi veya bambaşka bir sorunu ortaklaşa duyurduğumuz günler olacaktır. Burada sorun yapmamız gereken, onların 5 satırlık açıklamalarında geçen sözcükler değil kendimize dönük içselleştirdiğimiz kimliği reddedip, parçalamamızdır. Yani rollere isyan etmeli, sahneye tekme atmalı, ışığa lanet edip, kulisi ateşe vermeli, bütün çevirmenlerin anadillerini kesmeliyiz ki derdimizi biz, kendimiz anlatabilelim.

Yorumlar (1)
  1. bedri on said:

    yazının ilk partı kronik sorunsalımızın tanımını koyması açısından önemli. bu sorunun pratik olana dair bir devinime dönüştürülmesi hala cevapsız bir soru olarak duruyor. madunların seslerini nasıl onlarla birlikte geridönülmez şekilde yüceltebiliriz. soru bu ve bu sorunun cevapsız olması ve tespitini yapabiliyor olma halimiz bizi doğal olarak kapıya tekme atmaya ve şiddete meylettiriyor. vallahi de billahi de dertten bu şiddet motivasyonumuz. şiddete meyilliyiz evet ancak en güzel cevapları da biz veriyoruz. zamanın büyük çelişkisi. :)