Son yıllarda, demokratik kitle örgütlerini benimsemeyen birçok Çerkes STK sının olumsuz etkilerini gördük.

Can Nart 10 June 2013
Demokratik Kitle Örgütleri ve STK lar

12 Eylül 1980 de faaliyetleri durdurulan Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği 1984 yılında tekrar çalışmalarına başlayabildi. 1980’e gelen süreçte Çerkes dernekleri “demokratik kitle örgütü” olmaya özel bir önem veriyordu. Dernekler arası toplantıların en önemli gündem maddelerinden birisi “Ulusal soruna yaklaşım” ise diğeri de “demokratik kitle örgütü” tanımı idi. Bu tanım 5 Kasım 1977 toplantısının da önemli bir maddesiydi.

 

Ankara derneği “demokratik kitle örgütü olmaya” özel bir önem veriyordu. Ankara’da yaşayan ve etnik kimliğini reddetmeyen bütün Çerkesleri derneğe davet ediyordu. Bütün siyasi yaklaşımların, Çerkes halkına ilişkin geliştirdiği görüşleri sunmasına, dernek çalışmalarına etkin bir şekilde katılmasına çalışılıyordu. Derneğin “kitle” örgütü olmasına, kitle içindeki tüm kesimlerin kendini ifade etmesine imkan veriliyordu. Demokrasi hem dernek içinde, hem dernek dışında destekleniyordu. Dernek içinde demokratik işleyiş geliştirilirken, dernek dışındada demokrasi mücadelesine katılan demokratik kitle örgütleri ile ilişkilerin geliştirilmesi savunuluyordu.

 

Ankara derneği ulusal-toplumsal konularda karar almadan önce, bu konuların dernek tabanında tartışılmasına çalışıyordu. Bu tartışmalarda farklı siyasi yaklaşımlar kendilerini ifade ediyorlar, kararlar demokratik süreçler işletilerek veriliyordu. Derneğin birçok çalışma komisyonunun yönetiminde dernek içi muhalefet çoğunlukta bulunuyor ve bu durum bir rahatsızlık yaratmıyordu. Bu dönem derneğimizin en faal olduğu dönemlerden biriydi.

 

Derneklerimizin “demokratik kitle örgütleri”ne dönüştükleri bu dönem, federasyon çalışmalarının yoğunlaştığı dönemdi. Ankara’da “Kurtuluş Yolunda Birlik Grubu” ile “Demokrasi İçin Birlik Grubu”nun çalışmaları Dönüşcü ve Devrimci grupların Ulusal-Toplumsal mücadele bayrağının birlikte yükseltebileceğinin güzel bir örneğini veriyordu.

 

Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren örgütlenmelerin tamamını tasfiye eden 12 Eylül Çerkes halkının bu gelişimini de durdurdu. Demokratik Kitle Örgütlerimizin faaliyetleri durduruldu, yöneticileri baskı altına alındı.

 

1980 anayasası ve bu anayasa doğrultusunda yayınlanan yasa ve yönetmelikler derneklerimizin Çerkes halkının siyasi taleplerini dillendirmesine önemli bir engeldi. 12 Eylül rejimi kurulan siyasi partilerin bütün kadrolarını belirledi. Sendikalar, Meslek odaları, dernekler denetim altına alındı. Devlet memurlarının siyasi çalışmalara katılmaları yasaklandı, dernek üyelikleri izne tabi oldu.

 

Böylesi bir baskı döneminin ardından, 1990 larda toplumsal muhalefetin gerçekleştirilebileceği adres olarak Sivil Toplum Kuruluşları (STK) gösteriliyordu. STK’lar çıkışlarında “Devlet karşısında güçsüz kalan siyasal oluşumların arkasındaki toplumsal desteği artırmayı, bilinçli yurttaş katılımlarını güçlendirmeyi amaç” ladıkları düşünülerek “yurttaşlık bilincinin oluşturulması için sol tarafından desteklendiler”. Fakat süreç içinde STK’lardan olumlu beklenti, birçok örneğinde olumsuza dönüştü. Bu STK’lar “temsiliyetleri kendinden menkul kuruluşlara dönüştüler.” “Sadece Türkiye’de değil, neoliberal fırtınanın etkisi altında kalan tüm coğrafyalarda siyasetin siyasetsizleşmesi geçen yirmi yıl zarfında ciddi bir boşluk yarattı. Bunun silah ve güç zoruyla daha vahşi biçimde gerçekleştirildiği Türkiye’de, ortaya çıkan boşluğu kısmen STK’lar doldurmaya çalıştılar. Siyasete akamayan enerjiyi kendilerine çektiler. Bu hem yeni tür bir siyasallaşmanın ön habercisiydi hem de siyaset alanının boşalmasını kalıcı kılıyordu. Bu ikinci gelişme zaman içinde daha baskın çıktı.” (Ahmet İnsel, Sivil Toplum Kuruluşlarının Meşruiyeti, www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=987)

 

Son yıllarda, demokratik kitle örgütlerini benimsemeyen birçok Çerkes STK sının olumsuz etkilerini gördük. Siyasi tutarlılığı olmayan, küçük grupların oluşturduğu bu STK lar büyük iddialar ile ortaya çıktı. Bu STK lar kitlesi olmadan kitleleri temsil yetkisini kendinde görüyordu. Demokratik katılım süreçleri oluşturulmadan topluma ilişkin kararlar deklare ediliyor, buna uymayan dernek yöneticileri en sert şekilde uyarılıyor, suçlanıyordu. Gelir kaynakları belli ve şeffaf olmayan bu yapılar manipüle edilmeye, yönlendirilmeye açık yapılardı. Çerkes toplumunun geliştirdiği ulusal-toplumsal siyasi birikimin geriletilmesine önemli katkıları oldu. Siyasi tercihler bireysel ilişkilerin sınırlarına indirgendi. Siyaset siyasetsizleştirildi. Toplumsal referanslar ortadan kaldırıldı.

 

İşte Çerkes Kitle Örgütleri böylesi bir süreçten geçti-geçiyor. Bu kitle örgütlerinin yöneticileri, baskı döneminin ardından siyasi referansları kaybettirilen bir toplumda, mücadele etmenin zorluklarını yaşıyor. Bu süreç zorlu bir süreçtir. Bu dönemi sağlıklı bir şekilde aşmada en önemli referansımız ise kitlelere yönelmek ve demokrasiyi en zor koşullarda dahi savunmaktır. Demokratik işleyişi sağlayabilen, ulusal sorunun çözümünü demokraside gören kitle örgütleri halkımızın gerçek temsilcileri olacaktır. Derneklerimizin yanı sıra, “Temsiliyeti kendinden menkul” STK lar reddedilirken, demokratik kitle örgütlerinin temsiliyetini benimseyen ve onları destekleyen, projeler temelli çalışan STK lar desteklenebilir.

 

 

ANKARA ÇERKES DERNEĞİ GENEL KURULU ÜZERİNE

 

Ankara Çerkes Derneği bugün genel kurulunu gerçekleştirdi ( 9 Haziran). 500 üyenin oy kullandığı bu genel kurul son yılların en katılımlı genel kuruluydu. Demokratik seçimlerin güzelliğini, Ankara da, bir kez daha yaşadık.

 

OTORİTER MUHAFAZAKARLIK

 

Türkiye’nin aydınları aylar öncesinden “Otoriter Muhafazakarlık” üzerine eleştirilerini yoğunlaştırmıştı. Türkiye’de hükümet, açılım politikalarının ardından, demokrasiyi geliştirmek yerine otoriter bir çizgiyi egemen kılmaya çalışıyordu. Muhafazakar kadrolar Kemalist yapıları dönüştürmüyor, ele geçiriyorlardı. Askeri vesayet, hükümet vesayetine dönüşüyordu.

 

Türkiyede Barış süreci, ülkenin geleceği açısından çok önemlidir. Barışı kalıcı kılmak için ise demokrasiyi tahkim etmek gerekli. Guşips’deki son yazısında Erhan Hapae Gezi parkı direnişinin “Kürt meselesinin çözülmesine ramak kalmış bir zamanda ortaya çıkması ve çözüm sürecine vereceği zararlar açısından kaygılı” olduğunu söylüyor. Asıl Gezi Parkı direnişi olmasaydı kaygılanmamız gerekiyordu. Demokrasi (anayasa çalışmaları çerçevesinde) geliştirilemeyecekse “Müslümanlarla Kürtler” nasıl barışacak.

 

Ayrıca vurgulamakta fayda var. Sadece Müslümanlarla Kürtlerin barışması yeterli ve mümkün değil. Bütün azınlıkların (kültürel, milli, dinidini azınlıkların) da barışması gerekiyor. Bu barışma süreci de sırayla değil, demokratik haklar çerçevesinde, genel olarak sağlanmalı.

 

Ak Parti hükümetinin Yeni Türkiye çizgisinden “daha demokratik, daha çoğulcu ve sivil toplumcu bir yeni düzen yerine, daha fazla devlet-toplum-cemaat özdeşleşmesine dayalı ve daha majoritaryen/çoğunlukçu bir otoriter muhafazakârlık ortaya çıkmaktadır.” Gezi Parkı direnişi bu otoriter muhafazakarlığa seçimler öncesinde olması gereken bir uyarıdır.

 

(Fethi Açıkel Muhafazakar sosyal mühendisliğin yükselişi: ‘Yeni Türkiye’nin eski siyaseti www.birikimdergisi.com/UserFiles/file/276/fethi%20acikel.pdf)

Yorumlar (1)
  1. babylon on said:

    Pekiii; Ankara’dan Bağlarbaşı’na otobüsle seçmen taşıma işi neresinde kalıyor bu demokratik kitle örgütü serüvenin?