Anadilin işlevi milliyetçi retorikte veya kimliksel yaklaşım ekseninde dili konuşmanın ötesinde bir direniş dinamiği haline getirilip getirilmemesiyle ilgili.

Furkan Dzapsh 16 April 2013
Dilsiz Ulus Ölü Müdür?

Anadil, bir toplululuğu diğerinden ayırt etmek için kullanılabilecek en önemli işarettir. Diğer taraftan farklılığını göstermek isteyen bir topluluğun en pratik direniş formülü de yine dillerin farklılığıdır. Bunların ötesinde ise dil gerçekçi bir kullanım alanı açısından pratik eylemleri nitelendiren bir haldir. Yani reel durumda kişinin anadilini kullanması, anadilinin pratik alanıyla ilgili bir mesele olacaktır.

 

Milliyetçilik açısından bakıldığında ise dil en önemli faktörlerden birisidir. Hatta belki de en gerçekçi faktör dildir, vehimden en uzak olan yine dildir çünkü dil yaşar, konuşulur, fiziksel olarak temas edilebilir bir şeydir. 19. Yy’ın ırkçı teorileri, dilleri de belli bir tutarlılıkla dil gruplarına ayırırken tam da bu fiziksel gerçeklik üzerinden bir tahayyül üretme işine girişmişlerdi. Neticede geleneksel toplumlarda belli bir dili konuşup konuşmamak geleneksel ilişkileri sürdürüp sürdürmemekle ilgiliyken, milliyetçiliğin tanımlarıyla bir dili konuşup konuşmamak o dille inşa edilen ve bir vehimden ibaret olan milletin içine duhül etmekle ilgili olagelmiştir. Yani pratik aksından kopmuş, mistifize edilmiş bir şey ile karşı karşıyayız artık.

 

Kimlik siyaseti ekseninden de baksak, milliyetçilik ekseninden de baksak temelde dilin işlevi yine sınırlı olacaktır. Halkın kullandığı dil veya çoğunluğunun kullandığı dil aslında milliyetçi entelektüellerin onların anlam dünyalarına “ilerleyici” bir etki bırakmak için inmeleri için bir araçtı. Nitekim dil birliği, ironik olarak geçmişteki dili de “ilerleme” tezgahına sokarak, kurban seçtiği toplumla birlikte ilerletmiş oluyordu.

 

Peki millliyetçilik işine geç başlamış toplumlar için veya daha masum bir şekilde kimlik siyaseti etrafında toplanmış, kimliğini gelecek nesillere bırakmak isteyen toplumlar için dilin önemi nedir? İrlanda örneği zihin açıcı bir örnektir bu noktada. 19. Yy’da İrlandalılar milliyetçi aydınlarını yetiştirdiklerinde Keltçe bilmiyorlardı, bu aydınları da oturdular kitaplardan bu dili öğrendiler. Mücadeleler neticesinde İrlanda’nın resmi dili olarak da kabul edildi Keltçe. Ama şu an bile yani yaklaşık bir asırlık bir ulus-devlet tecrübesinden sonra bile İrlanda dilini pratikte kullanan insan sayısı % 10’u geçmiyor. Ama bir İrlanda kimliğinden bahsetmek mümkün değil mi? Yani şöyle soralım dilsiz ulus ölü müdür? Bu örneğin zihin açıcı tarafı belki de burada, anadilin işlevi milliyetçi retorikte veya kimliksel yaklaşım ekseninde dili konuşmanın ötesinde bir direniş dinamiği haline getirilip getirilmemesiyle ilgili.

 

Bu çerçevede Guşıps’ın de son dosyasında konu edilen anadil ile ilgili çalışmalar bu açıdan yaklaşılması gereken şeylerdir. Bütün çalışmalara dikkat edildiğinde temel meselenin dilin nasıl yeniden öğretileceği/edinileceği ile ilgili olduğudur. Yani aslında dili nasıl öğreneceğiz sorusu temel sorudur. Peki biraz da cüretkar bir soruyu tersten sormak istiyorum. Bu dili nerede kullanacağız. Dilin kullanım alanı ile doğru orantılı bir şeyden bahsediyoruz. Yani dil varsa, pratik bir sebep varsa, yahut dinsel bir nedeni varsa o dil kullanılır, yaşar, gelişir. Toplu yaşam alanlarından kopmuş bir toplumdan, yaşayacağı alandan çıkmış bir dilden bahsediyoruz. Peki bu dil konuşulmayacaksa bu çalışmalar ne gerek var? Bu çalışmaları dilin pratik kullanım seviyesinin ötesinde bir anlamlandırma mevzisine geçmek olarak okuyorum. Yani başarılı olsunlar, olmasınlar, binlerce insana yeniden dili öğretsinler, öğretmesinler, bu dil kullanılsın, kullanılmasın temel mesele aslında anadili bir direniş dinamiği haline getirmekte.

 

Beri taraftan sürekli duyduğumuz bir atasözümüz olan/belki de atasözü haline gelen meşhur Dilsiz Ulus Ölüdür cümlesine de ayrıca eğilmek gerekir. Bana kalırsa bu da bir milliyetçi mistifikasyondan ibaret bir durumdur. Geleneksel bir toplum olan Adiğelerin modern bir kavram olan ulus kavramını içselleştirip, üstüne bir de atasözü mahiyetinde kelamlar edeceğine pek ihtimal vermiyorum. Bu cümleyi bir şekilde icad edilmiş bir gelenekten ibaret olan bir lafz olarak ele alıyorum. Orijinal ifadede geçen L’epk sözcüğünün bu anlamı sonradan edinmesiyle bu atasözü bağlamından koparılmış olabilir. Tabii yanılıyor da olabilirim, kim bilir uzak görüşlü atalara da sahip olabiliriz. Ya da gelenekseli moderne tahvil etmiş.

 

Bu faslı kapatırsak aslında baktığımızda anadili nesneleştirerek, yani işe onu öldürerek başladığımızın da bilincinde olmakta fayda var. Yani bu direniş ve kimlik ilişkisi millyetçiliğe öylesine teşne bir alan ki bu çukura düşülüp düşülmeyeceğini de zaman gösterecektir. Bunların ötesinde kişisel düşüncem anadil adına mücadelenin getirisinin anadili konuşmak olmayacağıdır. Yani büyük gettolarımız yokken, anadilimizde bir kutsal kitabımız yokken, şehirlerimiz, kasabalarımız yokken, köylerimiz de yok olmaya başlamışken, bir pazar dili değilken, düzgün bir ifadeyle bu dil ve dili konuşanlar kendisine alan açamazken anadilin öğretiliş şekillerinin pek de önemli olmadığını düşünmekteyim. Bu çalışmalara değer verdiğim nokta ise, dili temelde bir direniş argümanına, bir itiraz argümanına dönüştürmesidir.

 

Yorumlar (5)
  1. Yusuf Dağıstanlı on said:

    İlber Ortay’lı katıldığı tv programında alaycı bir şekilde Kürt olduğunu, Çerkes olduğunu, Laz olduğunu iddia edenlerin anadillerini konuşmalarını söylemişti. Eğer bu dili bilmiyorlarsa Kürt, Laz, Çerkes değillerdi bahsettiği kişiler. Yıllarca devlet tarafından baskı altında tutulan bu toplumların, küçümsenmesinin hor görülmesinin son haddesidir bu durum. Evet Oscar Wilde Keltçe yazmadı. İngilizce yazdı ve İrlanda retoriğini hacimli bir şekilde ortaya koydu bu. (Oscar Wilde ve diğer İrlandalı aydınlar). Çerkeslerin kimlik retoriği de aynı şekilde, diaspora oldukları ülkelerde konuşulan hakim dil kullanılarak gerçekleşeceğine kanaatim tam.

    • Mesut Sönmez on said:

      Konuya bir de su soruları yönetmemiz gerektiğini düşünüyorum.Acaba o %10 olmasa bugün bir İrlanda ulusunun varlığından ne kadar söz edilebilirdi?Ya da dili konuşmadıktan sonra ulus olmak ne kadar anlamlı?Ya da dili konuşmayacaksak konuştuğumuz dilde yaşadığımız ülkenin dışında idealler geliştirmek neden ve ne kadar gerekli?Büyük gettoların,pazarların,şehirlerin vs. elde edilmesini beklerken dilin nasıl öğretileceğini tartışmak önemli değilken,o gettolar vs.elde edildiğinde dili hangi sihirli kutudan çıkarıp konuşmaya başlayacağız?Dilsiz bir kimlik oluşturmaya çalışmak belki postmodern anlayışa uygun olsa da çevrenizdeki herkesi postmodern bir kişilik haline getiremeyeceğiniz için sayısal çoğunluk için de varlığınızın inkar edilmesini doğuracak ve önce Türkçe konuşan Çerkese sonra da Çerkes olmayan yeni kimliğinize merhaba diyen bireylere dönüştürecektir insanlarımızı kanaatimce.Önce halk danslarımız sonra da dilimiz derken şimdi sıra hangi kültürel değerimizin kimlik inşası ve politikleşme uğruna çok da gerekli olmadığının tartışmaya açılacağı da başka bir merak konusu.Ve tabi ki neden ve kimin menfaatleri için?

  2. kavkazrat on said:

    Mesut Bey sanırım siz yazıyı tam olarak okumadınız yada ezberleriniz okudugunuzu anlamanıza engel oluyor. Benim anladığım kadarıyla yapılan dil çalışmalarının boşa gideceğini söylemiyor Furkan Bey. Aksine siyasi kimlik inşasindaki olumlu etkisinden bahsediyor son cümlesinde. Dilsiz bir kimlik inşaasının da mümkün olacağını anlatmış ki bence İrlanda örneği çok önemli. Bende incelememiştim ama incelemeye değer anlaşılan. Dili konuşmadıktan sonra ulus olmak ne kadar anlamlı demişsiniz ama ben yazıda ulus olmaktan bahsedildiğine şahit olmadım ki bence çok da iyi yapılmış. Ulusların dünyaya bir faydasını gören olmadı ayrıca ulusların ötesinde bir dünya var artık,malesef geciktiniz 1930’larda değiliz hele soğuk savaş döneminde hiç değiliz.Gettoların,pazarların vs. elde edilmesi olayı ise sizin kurgunuz anladığım kadarıyla. Bütün çerkesleri kimsenin postmodern yapmaya çabaladığı dayok Mesut bey zaten olduk malesef, günaydın. Siz elinde Iphone’ la gezen bir gence ulus devlet hikayelerini anlatırsanız anca onu toplumsal alandan kaçırırsınız,ki derneklerde olan budur. Zamanın ruhu diye bir kavram var biliyorsunuz bu kavram her çağ için geçerli ve o ruhu yakalayamayanlar yok olup gidiyor her daim. Zamanın ruhunda ise ulus gibi kavramlar malesef yok,yine zihinler 1930’larda kalmış durumda anlaşılan.
    Önce halk danslarının sonra Anadil konusununda farklı cümlelerin kurulmasının ardında kesinlikle ABD var buna emin olabilirsiniz. Bakın zaten vunerov’da itiraf ediyor bunu:-) Yapmayın Allah aşkına nefes darlıgı cekseniz dış güçlerden bileceksiniz,nasıl bir paranoyadır bu. İnsan kendi öz iradesiyle düşünemezmi bu dünyada.

    Bir iki lafta Furkan Bey’e soyliyim; Oldukca önemli bir yazı olmuş gerçekten. Entellektüel anlamda tartışılması gereken bir konu bence bu. Eski retoriklerle ne dilin ne kimliğin korunamadığı ortada. Dünya’ya bakmak ve yeni cümlelerle tartışmak derdimize care olur diye düşünüyorum. Dili tamamen yoksaydıgınızı düşünmüyorum. Ancak siyasi kimlik inşasi olmadan ulusalcılarımızın dilinden (Türkçe olarak:-) düşmeyen anadil konusununda ağıza sakız olmaktan öteye gidemeyeceği bir gerçek. Özetle Dil Kavgası verildiği zaman anadil olur…(Daha onceki bir yazınızda vardı sanırım bu)

    Umarım bu tarz konulara değinmeye devam edersiniz bizlerde yeni bir şeyler okumanın zevkini yaşamaya devam ederiz. Tekrar teşekkürler…

  3. Mesut Sönmez on said:

    Kavkazrat Bey.Benim hangi yılda yılda yaşadığımı ve fikirlerimi yazının yazarı Furkan Bey gayet iyi biliyor.Kaldı ki ulus-devlet gibi bir fikrimin olduğunu da siz kendiniz çıkardınız sanırım.Galiba burada Türkiye’de şu an moda olan şu durum söz konusu.Kendin gibi düşünmeyeni 1930’larda kalmış fikir fakiri kişiler olarak sunma.İrlanda örneğini de iyi incelemek de fayda var tabi.Çünkü İrlanda dili he ne kadar toplum hayatında gerekli yerini bulmasa da bütün okullarda mecburi dildir.Mecburi dil gereklidir demiyorum ama İrlanda kimliğinin nasıl korunduğunu göstermek bakımından önemlidir.Çerkesta Manifestosu yayınlayanların o ülkede getto,pazar vs.gibi düşüncesi yoksa orasını bilemiyorum.Benim demek istediğim Çerkesya hedefine ulaşılıncaya kadar mutlaka dilin korunması gerektiği bu nedenle de dilin öğretim şekillerinin tartışılmasının da elzem olduğu idi.Ben zaten postmodern olmak derken Çerkesleri değil Çerkeslerin dışındaki grupları kastetmiştim.Sizin kendinizi nasıl sunduğunuz kadar insanların sizi nasıl algıladığı da önemlidir.No Soçi derken ki çabalarımız da insanların halkımıza karşı algılarını doğru yönde olmasını sağlamak değil mi zaten?Kaldı ki Çerkesce olmadan nasıl bir kimlik inşa edebileceğiz?Doğru örnekler verilirse ikna olurum tabi.Bunun yanında sanayi toplumunun ürünü olan modern toplumu gerçekleştirmemiş bir ülkede yaşadığımızın ve bilgi toplumunun ürünü olan postmodern toplumu ortaya koymak için daha uzun bir yolumuz olduğunun da farkındayım.Bireysel bazda postmoderniteyi yakalamış bireylerimiz olabilir ama elinde I phone taşımakla da bunun olmadığı aşikar.Bir de dernekler konusu var tabi.Çok şükür ki bir dernekte yöneticiyim ve size göre doğru ya da yanlış halkıma hizmet etmeye çalışıyorum.Şimdiye kadar da kimseyi kaçırmadım çok şükür.Yazının yazarına bunu sorabilirsiniz tabi.Çağın ruhunu yakalamak gerçekten çok önemli.Ulus olmanın iyi bir şey olduğunu söylemiyorum ben de.Ama ABD başkanının Amerikan ulusundan bahsettiği,çevremizdeki ülkelerde etnik sorunların hiç eksik olmadığı,bütün kıyımların ekonomik temelli etnik ya da dinsel farklılıklardan kaynaklandığı bir dünyada yaşadığımızda yadsınamaz sanırım.Kavkazrat Bey.Bir de şu noktaya dikkat etmekte fayda sanırım.Ben Furkan Bey’e bazı sorular sordum ve cevaplarını bekledim.Kimseyi 1930’lar da kalma ya da 2100’lerde yaşama gibi bir şekilde de suçlamadım.Umarım bundan sonra ki paylaşımzlarımız bu yönde olur.Ve yine tekrar soruyorum.Önce halk danslarımız sonra da dilimiz derken şimdi sıra hangi kültürel değerimizin kimlik inşası ve politikleşme uğruna çok da gerekli olmadığının tartışmaya açılacağı da başka bir merak konusu.Ve tabi ki neden ve kimin menfaatleri için?