Çerkesler halkı açısından gelecekte en önemli konu yönetim süreçlerine siyasal katılımın nasıl olabileceğidir?

Can Nart 26 March 2013
İdeoloji ve Siyaset

İdeoloji ve siyaset arasında zamana yayılan ilişki ve etkileşim bulunmaktadır. Her siyaset verili bir ideolojik ortamda ortaya çıkar. Siyasetler (örtük veya açık) toplumsal grupların-sınıfların temsilcisi olarak benimsedikleri  ideolojilerin çerçevesinde politik bir program ile ortaya çıkarlar. Temsilcisi oldukları toplumsal gruplar tarafından benimsenen siyasetler başarılı olurlar.

 

İktidarda ve muhalefette bulunan siyasi hareketler, siyasi mücadele sürecinde temellendikleri ideoloji ile de etkileşim içinde olurlar. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bu karşılıklı etkileşimin önemli bir örneğidir.

 

Kemalizm

 

Osmanlının son dönemlerinde toplumda hakim ideoloji İslamcılık idi. Bu nedenle kurtuluş savaşını başlatan kadrolar siyasetlerini “misak-ı milli” ile programlaştırmış ve islam unsurlarını (anasır-ı islamiyeyi) temsil iddiasında idiler. Türkiye’nin islam unsurları, müslüman olmayan unsurlara karşı mücadeleyi kazandılar ve TC devletini kurdular. Bu sonuç Lozan’da da savaşın muhatabı olan devletler tarafından onaylandı. Müslümanlar dışındaki dini gruplar azınlık kabul edilerek, Lozan anlaşması ile azınlık hakları tanındı.

 

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1923 yılında kurulan Halk Fırkası’nın (CHP) iktidarı eline alarak geliştirdiği siyaset “misk-ı milli”den çok farklıydı. 1924 anayasasından sonra ulus-devleti kurmaya kararlı, laik-liberal kadrolar iktidardaydı. Artık bu siyasetin İslamcılık yerine yeni bir ideolojiye ihtiyacı vardı; Kemalizm.

 

Türkiye Cumhuriyeti tarihi devletin ideolojik aygıtları(DİA) aracılığı ile  (diyanet işleri, milli eğitim, yök, türk dil ve tarih kurumları vb.) Osmanlının İslam ideolojisi yerine, milliyetçi bir ideoloji olan Kemalizm’i ikame ettirme mücadelesinin tarihidir. Bu ideolojik tercih dini Diyanet İşleri üzerinden devlete bağlarken, müslüman unsurları da  uluscu bir politika ile asimile ederek eritmeye karar vermiştir. Yıllar içinde Kemalist ideoloji Türkiyede egemen ideoloji oldu. Çok partili dönemde CHP iktidarda olmadığında da (siyaset), hakim ideoloji devletin kadroları aracılığı ile Kemalizm idi. Bu kadrolar Kemalizm’i tehlikede gördüklerinde devletin baskı aygıtları aracılığı ile iktidara doğrudan müdahale ettiler (darbeler dönemi).

 

İdeolojiyi üreten tek yapı devletin ideolojik aygıtları değildi elbette. Muhalefette kalan islamcılar, demokrat-devrimciler ve ezilen halklar da devletin ideolojisine karşı kendi ideolojilerini geliştirdiler. Devletin ideolojisi (resmi ideoloji) ile halkın ideolojisi, eşit koşullarda olmasa da mücadele etti. İslamcılar, emekçiler, ezilen halklar  egemen ideolojinin sloganına karşı çıkarak “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” olmadığımızı ve olmayacağımızı anlattılar.

 

Yaşamı resmi ideolojiye karşı mücadele ile geçmiş olan İsmail Beşikçi’nin çalışmaları, 12 Eylül öncesinde Dönüşcüler için de çok önemli kaynakdı. O dönem Dönüşcülerin yayını olan Zefes  “Resmi İdeoloji” yazısı ile Kemalizme karşı duruşunu netleştirmişti. Bu yazı Çerkes halkının ezilen halklar ile beraber asimilasyona karşı resmi ideolojiye itirazını anlatıyordu.

 

12 Eylül 1980 böylesi bir dönemde gerçekleşti. Kemalizm ideolojik mücadeleyi kaybettiğini hissettiğinde, ideolojik aygıtların yeterli olmadığını gördüğünde baskı aygıtını ön plana çıkardı. Bütün siyasi hareketler yok edildi. Yüzbinlerce kişi göz altına alındı, yargılandı. Yüzlerce kişi idama mahkum edildi. 1980 den sonra siyasi çalışmalar askeri cuntanın bilgisi ve onayı ile gerçekleşti. 1983 seçimlerine Milli Güvenlik Konseyi’nin izin verdiği üç siyasi parti katılabildi.

 

1980 sonrası Resmi İdeolojinin Dönüşümü

 

1980 den sonra Kemalizm DİA aracılığı ile gücünü toplamaya çalıştı. Fakat Türkiye halkı cuntanın önerdiği siyasetlere pirim vermedi. İlk seçimlerde Anavatan Partisi birinci parti olarak çıktı. 1995 de de Refah Partisi oyların %21 ini alarak barajı geçen beş partiden en yüksek oy oranını alan parti oldu. Parti 1998 de Anayasa Mahkemesi tarafından “Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesi ile kapatıldı. 1999 da Demokratik Sol Parti’nin birinci olduğu seçimlerin ardından, Ak Parti 2002, 2007 ve 2011 genel seçimlerini her seçimde oy oranlarını arttırarak (2011 de %49,83)  kazandı.

 

Ak Parti dönemi İslami ideolojinin savunma döneminden çıkarak hakim ideoloji olması süreci idi. Bu dönemde Kürt siyaseti de bağımsız milletvekilleri ile meclise girerek etkin oldu. Türkiyede 1980 anayasasının değiştirilmesi için yürütülen çalışmalar “demokratik anayasa” nın gerçekleştirilebilmesinin umudunu arttırdı. Kemalist ideolojinin Türkleştirme politikası terkedilerek asimilasyonun insanlık suçu olduğu başbakan tarafından söylendi. Anadilde eğitim tartışılırken anadil eğitimi başladı.

 

Çerkesler halkı açısından gelecekte en önemli konu yönetim süreçlerine siyasal katılımın nasıl olabileceğidir?

 

Çerkeslerde İdeoloji Siyaset ilişkisi

 

Osmanlıya sürgün edilen Çerkes seçkinlerin siyaseti Osmanlı siyaseti ile paralel idi. Dini birliğin yanısıra yakın tarihinde Rusya ile savaşda ittifak yapılmıştı. Çerkes seçkinleri de Osmanlı devletinde önemli görevlere atanmıştı. Osmanlı devleti dağılırken, devlet kadrolarındaki Çerkesler kendine en yakın tarafda yer aldı. Cumhuriyetin kurulmasının ardından, kurtuluş savaşı kadroları ile ters düşenler 150 likler listesine alınarak hain ilan edilerek sürgün edildi.  Onların çevresinde bulunan Çerkesler de yeni acılar çekti.

 

Osmanlının Çerkes örgütlenmeleri de cumhuriyetle birlikte kapatıldı. Çerkes halkına ilişkin politika avrupada gelişti. 1918 siyasi sürgünleri Anti-Sosyalist soğuk savaş politikalarına eklemlendi. Türkiyedeki Çerkes aydınları da genellikle bu politikaları benimsedi.

 

1960 dan sonra, Kafkas derneklerinin kurulması ile Çerkes halkının sorunlarına ilgi daha da arttı. Türkiyede demokrat-devrimci hareketlerin gelişmesi Çerkes aydınları için de Anavatan ile ilgilenmenin olanağını yarattı. Böylece ilk tohumları Çerkes Teavvün Cemiyeti ile atılan Dönüş düşüncesi yeniden yeşerdi.

 

Dönüş düşüncesi 1970 lerde kök saldı. 1977 gelindiğinde Kafkas Kültür derneklerinin ve Çerkes halkının sorunları ile ilgilenen kadroların  büyük bir kısmı Çerkes halkının ulusal sorununa çözüm olarak Dönüşü savunuyordu. 1980 den sonra Dönüş genel olarak kabul görmekle birlikte siyasi örgütlülüğü kalmamıştı. 12 Eylül’ün demokrat olan herşeyi ezmesini fırsat bile BKD çizgisi derin ilişkilerine güvenerek seçimlerde Ankara derneği yönetimini almaya çalıştı. Fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine “Birleşik Kafkasya Konsey” (BKK) kuruldu.  Ardından BKK tarafından, Kaffed’e karşı, ”T.C. nin milli birlik ve beraberliği şuuru içinde, ebediyen bekası doğrultusunda tüm Kuzey Kafkas Kültür Derneklerinin dayanışması“ ile Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu (BKDF) kuruldu. Çeçenistan savaşı sürecinde Kaffed’in Aslan Maskhadov politikalarını benimseyen çizgisi red edildi. Çeçenistan’a ulusal-demokratik talepler çerçevesinde destek olunması çabaları Türk milliyetçisi siyasetler ile işbirliği içinde ezildi. BKDF, eski BKD çizgisini yeniden gündeme getirmekte başarılı olamadı. Türkiyede vesayet rejimi etkinliğini kaybettiği oranda BKDF de kaybetti.

 

Kaffed’in en sıkıntılı dönemlerden güçlenerek çıkmasını sağlayan özelliği farklı siyasetlerin kendi içinde yarışmasını savunan demokrasi algısıdır. Kaffed halkın ulusal demokratik mücadelesinin tüm kazanımlarına sahip çıkarak, Türkiyedeki demokratik gelişmeleri destekleyerek Kemalist ideolojinin etkinliğini kaybetmesine de  katkıda bulunmuştur.

 

Günümüzde “yeni derin” ilişkiler Kaffed’in karşısına çıkmaya aday görünüyor. Ulusal-uluslararası aktörler Çerkes siyasetini yönlendirmek istiyor. Onların bu isteklerini gerçekleştirmelerinde en önemli engel de hala Kafder. Çünkü kitle örgütünü manipüle etmek çok kolay olmuyor. Çerkes siyasetini birkaç kişiden oluşan, tabanı tarafından seçilmemiş, kendi kendini atayan örgütlenmeler yürütsün isteniyor. Bu süreç başarılı olmayınca, Kaffed’in karşısına yeni Federasyonların çıkması için de çok beklemeyeceğiz. Bu yeni federasyonlar da BKDF gibi üstlendikleri görevin süresi bitince veya o görevi yerine getiremediklerinde zayıflayarak etkisizleşeceklerdir.

 

Kaspolet Hakan yorumu üzerinden Guşips okuyan gençlere

 

Marksist  bir tarihçi olan Hobsbawm’ın Sostıkuanın akrabası olmadığını bilen gençler Guşips’de yazılarımı, beğenmeden de olsa, okudukları için çok mutluyum. Bizleri okuyan gençler, Erhan’ın Guşips için söylediği amaca, gençlerin katılımını sağlama amacına  ulaşılabilme umudunu canlı tutuyor. Günümüzde gençler bizlere göre çok şanslılar. Bizler, 1970-1980 döneminde dönüş görüşünü benimseyen gençler, ulusal soruna ilişkin teorik çalışmaları çoğunlukla Muzaffer Erdost’un “Sol Yayınları”ndan çıkan Marksist-Leninist eserlerden öğrenmiştik. E.J. Hobsbawm, B. Anderon, E. Gellner, A.D.Smith, E. Balibar, I. Wallerstein, H.B. Davis, S. Amin gibi ulusal ve toplumsal sorunlara ilişkin yazan aydınların eserlerini 1990 lı yıllarda okuyabildik. Hepsinin düşüncemizin değişimi ve gelişimi üzerine önemli katkıları oldu. (Benim için Birikim dergisinin ve bu dergi çevresinin, Ö. Laçier, M. Belge, A. İnsel, T. Bora’nın eserlerinin de etkisi önemlidir.)

 

Sn. Sefer Berzeg’in yayınlarının tamamı ulusal soruna ilişkin çalışma yapanların okuması gereken kaynaklardır elbette. Okuduktan sonra anladıklarımızdır bizleri ve düşüncelerimizi farklı kılan.

 

 

Yorumlar (1)
  1. Kaspolet Hakan on said:

    Uzun zamandır İnternetten uzaktım onun için yeni gördüm yazılarınızı hepsine musadenizle kucuk yorumlar yapayım
    Meraketmeyin yazınızı analiz etmiycem ,Cunku emin olun her paragrafı retorık kokan ezberlerden ıbaret. Sizin icin yeni bir şey yok yani…
    Benim esas dikkatimi ceken cevabınız oldu.

    “1970-1980 döneminde dönüş görüşünü benimseyen gençler, ulusal soruna ilişkin teorik çalışmaları çoğunlukla Muzaffer Erdost’un “Sol Yayınları”ndan çıkan Marksist-Leninist eserlerden öğrenmiştik.” Bu yayınlardan dönüş ideolojisi üretince içi boş, ama yıllarca romantık sesler çıkartan, gözleri kör bir alete donuşuyor demekki sizlerin elinde dönüş… Neyse devam etmeyeyim….

    Cevabınızda Esas vahim olan ise su kısım :

    “E.J. Hobsbawm, B. Anderon, E. Gellner, A.D.Smith, E. Balibar, I. Wallerstein, H.B. Davis, S. Amin gibi ulusal ve toplumsal sorunlara ilişkin yazan aydınların eserlerini 1990 lı yıllarda okuyabildik. Hepsinin düşüncemizin değişimi ve gelişimi üzerine önemli katkıları oldu. (Benim için Birikim dergisinin ve bu dergi çevresinin, Ö. Laçier, M. Belge, A. İnsel, T. Bora’nın eserlerinin de etkisi önemlidir.)”

    Bu cok trajik ve vahim bir durum işte Yusuf Bey. Bu saydıgınız kitapları okuduysanız heleki birikim gibi bir dergiyi takıp ettiyseniz ve halen bu yazıları yazıyorsanız durum vahim. Bu dediğinizi Ömer laçiner,Murat Hoca ve Ahmet İnsel Duysalar eminim kahrolurlar bu kadarmı anlaşılamadık biz diye.

    Neyse size kolay gelsin. son yazınız ve özellikle altındaki yorumlar cok traji komik onun için onada ilk fırsatta yorum yapacagım….