Geri dönüş fikriyle bağlantılı teritoryal bir kimliklenme süreci diasporalar için olmazsa olmaz değildir. Bu yanılgının temel nedeni Safran'ın diasporayı tanımlarken -diğer tüm diasporalar gibi- özgün bir örnek olan Yahudi diasporasını temel almasıdır.

Furkan Dzapsh 18 February 2013
Diasporayı Düşünmek 1

Diaspora kelimesi söylemsel olarak “diasporanın” gündemine gireli 20 seneyi aşkın bir zaman olmasına rağmen “diaspora”, diaspora kavramı üzerinde düşünmek için ciddi bir mesai harcamamıştır. Bu da kavramın yerli yersiz, bağlamından kopuk kullanımını, kavram bağlamında yapılan okumaların derinliğini etkiler hale gelmiştir. Bu durumu aşmak için diaspora kavramı üzerinde düşünmeye, farklı diaspora tecrübelerini incelemeye ihtiyacımız vardır.

 

Diaspora

 

Küreselleşme hareketleriyle birlikte ulusal alanın daralması ulusal sınırlara, anlatılara sığmayan kimliklerin kendilerini hatırlamasına sebep olmuştur. Bu süreçte küreselleşme ile yerelin hatırlanması birbirini kuran bir süreç olmuştur. Ortaya çıkan ulus ötesi alanda diasporalar gün geçtikçe daha fazla önem kazanarak, çeşitlenerek klasik diaspora teorilerini de zorlar hale gelmişlerdir. Önceleri tekil örnekler-Yahudi ve Afrika diasporaları- üzerinden yapılan çalışmalar, daha da genişlemiş kendisini diaspora olarak tanımlayan toplulukların sayısı da artmıştır. Bu süreçte diaspora kavramı, bir toplumsal sürgün durumunun ötesine geçerek her türlü kitlesel hareketliliği de niteler hale gelerek mahiyetinin belirsizleşmesine de neden olmuştur. Gelinen noktada en doğrusu diasporaları toplumsal hareket noktasından hareketle ele almak, kavram ve kavram üzerinden yapılacak çıkarımlar için en doğru yöntem olacaktır.

 

William Safran’ın diaspora kavramsallaştırması temelde Yahudileri ele alan bir kavramsallaştırma idi. William Safran, diasporanın özelliklerini tanımlamak için şöyle bir liste sunmaktadır:

 

1. İki ya da daha fazla yere dağılım

 

2. Ortak bir anavatan mitolojisi

 

3. Göç edilen ülkeden yabancılaşma

 

4. Anavatana dönme isteği

 

5. Anavatanla devam eden ilişkiler

 

Safran’ın listesi üzerinde çalışan Robin Cohen, başka bir özellik olan ‘etnik milliyet bilinci’ ve anavatanında yaşamayan bir gurubun anavatanına dönme ya da diasporada kalmayı seçebilme olasılığını üzerinde durmuştur.[1]

 

William Safran’ın bu tanımı diaspora tanımlarından birisini oluşturur ve akademideki tartışmaları belirler. Bu tanım temelde Yahudi örneğini ele alan tanımlamadır. Bu tanımın dışında diasporada yaşamaya karar veren diasporaları  kapsayan bir tanım daha bulunmaktadır. Diaspora nosyonları şeklinde ifade edilebilecek bu farklılık, temelde diasporanın anavatan tahayyülü ile ilgilidir. Re-territoryal ve de-terriyortal olarak ele alınan bu iki nosyonun temel farklılığı yurtsallık ve geri dönüş fikri üzerinedir.

 

 

De-territoryal ve Re-territoryal Diasporalar

 

Safran’ın da ortaya koyduğu diaspora tanımındaki diasporanın temel arzusu geri dönüş ve yeninden yurt kazanma projesini önemser. Siyonist hareket bunun en temel örneğidir. Diaspora herşeyiyle anavatanda yeniden yaratılacak bir ulus devlet projesi temelinde tanımlanır. Ancak Clifford bu bağlamda ele alınan Yahudi örneğinin telelojik temelli anti-siyonist Yahudileri kapsamadığı noktasında itirazda bulunur.[2] De-territoryal nosyonda ise hayali bir anavatana yönelik bir duygu gelişmiş olsa da temel tepki yerinden edilmişliğe, sürgüne, dışlanmaya yöneliktir. Bu tip bir diasporanın kimlik süreci de bir ulus devlet projesiyle bütünleşecek bir geri dönüşe değil içinde bulunulan durumda varolmaya yönelik bir kimlik sürecidir. Safran’ın ortaya koyduğu diaspora olma kıstasları diasporanın geri dönüş fikri üzerinden tanımlanmasına yol açmaktadır. Bu durum da diaspora kavramını özgün bir deneyimle özdeşleştirme sorununu ortaya çıkartarak kavramın daralmasına yol açmaktadır.

 

Re-territoryal nosyona ilişkin temel eleştriler genelde Safran’ın tanımlaması üzerinedir. Safran’ın tanımına yöneltilen diğer bir temel eleştiri de diasporayı dinamik bir toplumsal süreç yerine sabit ve değişmez özelliklere haiz bir anlayışla ilişkilendirdiğidir. Diasporik ilişkilerin, en azından Safran’ın öne sürdüğü ölçüde bir toprak parçası olarak bir vatanla ilintili ifade edilmesi gerekmiyor… Bu nedenle (re)territoryal tanım mekanla sınırlı doğal kimlikler kavramını kuvvetlendirir. Buna ek olarak, diasporanın hasret, ortak hafıza ve özdeşleş(me)me biçimleri geniş bir azınlık ve göçmen topluluk yelpazesi tarafından paylaşılmaktadır. Yurt ve aidiyet sorunsalı diasporik ortamla bütünleşiktir ancak nasıl, ne zaman ve ne biçimde ifade edildiği her bir diasporanın tarihine özgüdür. Bunun içindir ki, diasporaların “yerleşikliği”ne vurgu yapmak ve öne çıkarmak gerekiyor. Bütün diasporalar bir geri dönüş ideolojisi geliştirmezler. Yahudi diasporasının geri dönüş eylemi, Siyonist ulus-inşa projesiyle bağlantılı siyasi bir projedir. Bu yüzden tüm diasporlara genelliştirilemez.[3]

 

Diaspora teorilerine yönelik bu bakış bize şunu sunmaktadır. Geri dönüş fikriyle bağlantılı teritoryal bir kimliklenme süreci diasporalar için olmazsa olmaz değildir. Bu yanılgının temel nedeni Safran’ın diasporayı tanımlarken -diğer tüm diasporalar gibi- özgün bir örnek olan Yahudi diasporasını temel almasıdır. Buradan yola çıkarak varılacak bir diğer nokta ise diasporaların hem kendi içlerindeki hem de farklı diasporalar arasındaki heterojenliktir.

 

Sürekli “Oluş” Hali

 

Şüphesiz diasporalar bulundukları durum itibariyle bir öz iddiasına sahiptirler. Bu iddia içinde bulunulan durumu sürgün ve ötekilik deneyimiyle birleştirir. Bu noktada ortaya çıkan kimlik, siyasallaşma ihtimali kuvvetli bir kimliktir. Yukarıda açıklandığı üzere kimliklenme sürecindeki temel fark anavatana ilişkin yaklaşım farkıdır. Ancak bu farklı nosyonların zaman zaman içiçe geçtiklerini diasporaların heterojen yapılar olduğunu hatırlatıp belirtmekte fayda var.

 

Bu sürekli oluş hali diasporaların toplumsal-süreçleri ifade etmesi açısından önemlidir. Diasporalar yerleştikleri ülke ile olan ilişkileri, kendi içerisindeki ilişkileri, her an farklı bir köke ait hatırlanacak anılara yönelik göndermeleri ile değişime açık toplumsal durumlardır. Bu açıdan diasporaların öz iddiaları da değişime uğrayabilecek kimliklenmeleri içerebilir.

 

Bu açıdan kimliklerimizin kökeni olup olmadığı, dört yüz yıllık yer değişimi, parçalanma, sürgünden sonra değişmeden kalıp kalmadığı , nihayetinde ya da gerçek anlamda dönebileceğimiz bir yer olup olmadığı tartışmaya açıktır. Orjinal ‘Afrika’ artık orada değil. O da değişime uğramış. … Herhangi bir şekilde orası yeniden ele geçirilemez … Gerçek anlamda tekrar yurdumuza gidemeyiz.[4]

 

Geri dönüşün olabilirliği ya da diasporanın oluş deneyimiyle ilişkilendirilmesi konusunda bu paragraf temelde bize şunu söylemektedir. Diaspoaların direniş noktalarının neresi olacağını. Yani diasporalar sürgünü bir varoluş haline getirmiş kimliklerdir. Direniş noktaları da tam bu durumu baz alarak oluşur. Bunu kabul ettikten sonra mevziniz yaratılacak olan bir ulus devlet için seferber olmuş diaspora olmayacaktır. Şunu hatırlatmakta fayda var ki bu nosyonlar arasındaki fark temelde milliyetçilik ile ilgilidir. Milliyetçiliğin değişmez/sabit öz iddiası ile Siyonistlerin 2000 sene sonra dönülecek anavatan algıları arasında doğrudan bir bağ vardır. Yani diasporalarda da dışlayıcı söylemler varolabilir bundan muaf değildirler. Sonuçta diasporaların konumsal ve mekansal durumlarını “hareket halindeki mekanlar” olarak tasavvur edebiliriz.

 

Diğer bir deyişle, bizim kimliği, zorunlu ve gönüllü göç ve yerinden edilmelerle karakterize edilen tarihsel açıdan özgün gelişmelerle beraber post-kolonyal dünya içinde tartışmaya ihtiyacımız var. Bununla Gillroy, “devletin ya da küresel güçlerin denetimine karşı çıkma girişiminde bulunan olaylar ve siyasi süreçlerin kolonyallik perspektifinden makro-anlatılara muhtaç olduklarını gösteriyor.” Buna göre, tarihsel bir geçmiş içinde kökenlerin izini sürmek ve onlarla özdeşleşmek, Hall’un yerinde gözlemlediği gibi, kimlik oluşturma, belli tarihsel, toplumsal ve siyasi koşullarda ayakta kalma ve direniş süreçlerinde “tarih, dil ve kültürün kaynaklarını” kullanmaktır. Bunlar, kimliklerin inşa edildikleri temsillerle ilgilidir ve “geleneğin kendisi kadar geleneğin icadı”na da aittirler.[5]

 

Bu noktada direniş noktasını sürekli şekillenen bir oluşa yerleştirdikten sonra direniş perspektifini de post-kolonyal bir dünya içerisinde bir konuma yerleştirerek evrenselleştirmek gerekmektedir. Yani yaşanılan deneyimi başkalarının yaşadıkları deneyimlerle ilintilendirerek milliyetçi bir diaspora nosyonunu ve varoluşunu reddetmeliyiz.

 

“Bizim” Diasporamızın Durumu

 

Bu teorik hatırlatmalardan sonra Çerkeslerin diaspora tecrübesini ele alarak yazının temel meselesini açıklamakta fayda var. Tekrarlandığı üzere diasporalar heterojen yapılardır. Yahudi örneğinde olduğu gibi Siyonist hareket ve anti-Siyonist hareket aynı diaspora içerisinden çıkabilir. Bu noktada Çerkes diasporası içerisinde yer alan farklı diaspora algılarını de-territoryal ve re-territoryal diaspora nosyonları perspektifinden ele almak olanaklıdır.

 

Diasporanın tarihi incelendiğinde Teavün Cemiyeti’nin Kafkasya’ya yönelik faaliyetleri, Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ne yönelik maddi manevi destek, Çeçen-Rus, Abhaz-Gürcü savaşları sırasındaki ve sonrasındaki diaspora seferberlikleri gibi unsurlar diasporanın anavatanla olan ilişkisini kesmediğine, her an anavatana dönük bir eyleme girme potansiyeline işarettir. Bunun yanında dönüş hareketi olarak ele alınabilecek 70’lerle birlikte diasporanın gündemine giren harekette bu bağlamda diğerlerinden farklı bir örnek olmasına rağmen ele alınabilir. Ancak burada da iki örnek arasındaki temel farklılık mekan seçiminde kullanılan kıstaslardır. İlkinin kimlikle ilgili gönderme yapılan mekanın özgürleşmesi sorununu öncelediği ve içinde bulunulan sürgün durumunu bir siyasi projeyle ilintilendirerek özgürleştirici bir misyon taşıyan bir toplumsal hareket yarattığını/yaratmak istediğini belirtmekte fayda var. Dönüş hareketinde ise-ortaya konulan örneklere bakılarak- böyle bir misyon ötesinde kimliğin yaşatılmasında, kimlikle bağlantılı toplumsal hareket yaratılmasında mekansal bir sınır çizilmesi durumu vardır.

 

Her iki örneğinde kimliğin yaşayacağını düşündükleri mekan anavatanla ilişkili territoryal bir mekandı. Her ikisi de küreselleşme öncesi dönemin izlerini taşıyan toplumsal hareketliliklerdi. Varmak istedikleri sonuçlar farklı olsa da her iki hareket yaşanılan yere odaklanarak, referans alarak bir siyaset üretemiyor/üretmiyordu. Bunlar için bu hareketleri suçlamak anakronizm olacaktır ancak bütünüyle düzen krizine giren post-modern bir dünyada eski tür siyasi alışkanlıkların sorunlara cevap vermekte yetersiz olacağını da belirtmekte fayda var.

 

Bu iki örnekten farklı olarak diasporanın 2000’lerini belirleyen yeni bir durum daha ortaya çıkmıştır. Bu da ulus-ötesi alanı fark edip, mekansal bir sınırlama koymadan her yerde daha fazla demokrasi, daha az tahakküm isteyen bir durumdur. No Soçi 2014 eylemliliği, 21 Mayıs eylemleri, Türkiye diasporası örneğinde olduğu gibi demokratikleşme isteği gibi geniş bir hareket alanına sahip bir toplumsal hareketlilik bu yeni duruma örneklerdendir.

 

Tüm bunların dışında kalan geniş halk kitlelerine baktığımızda ise unutulan bir hafızanın hatırlanmasında anavatandaki gelişmelerin etkisi yadsınamaz. Ancak bunun devamlı bir kimlik sürecine tahvil edildiğini söylemek gerçekten güç. Özellikle I. Çeçen savaşındaki diasporadaki hareketliliğin-ki bir çok insan bu savaşın Türkiye siyasetinde bir konumu olduğu için bu hareketlilikte yer almıştı- sürdürülememesi de yaşanılan yere dönük siyasi kimlik yaratımındaki beceriksizlikle açıklanabilir. Diasporadaki yeni toplumsal hareketliliğin geniş kitleleri nasıl etkileyeceği önümüzdeki dönemde net olarak görülecek. Ancak diasporanın ortada savaş yokken meydanlara inmesi -kimliğini oluşturan kırılmaları hatırlayarak- Soçi’nin tekrar hatıra gelmesi, sahipleri tarafından bile önemsenmeyen anadil talebinin kimliğin bir parçası haline gelmesi gibi örnekler ümit vaadeden gelişmeler.

 

Genel olarak diaspoaranın tecrübesini ortaya koyduktan sonra diasporanın heterojen olduğunu, farklı çözümlere açık bir siyasal alan olduğunu söylemek gereklidir. Bu örnekleri re-territoryal ve de-territoryal diaspora nosyonlarıyla ilişkilendirmekte bir beis yoktur. Ancak bütün durumlarda keskin kavramsal sınırların bu toplumsal hareketleri tanımlamada eksik kalacağını da belirtmek gereklidir.

 

Yazının I. Bölümü olan bu bölümde temel olarak anlatmak istediğim diaspora tanımlarını sabit değişmeyen veriler olarak ele almanın bulunulan durumu açıklamada yetersiz olacağıdır. Diasporalar heterojendir, diasporalar içerisinde milliyetçi, enternasyonel, liberal, sosyalist, dindar damarlar bulunabilir. Bunların her birisi de farklı çözümler ortaya koyabilir. Ancak ortak olan her durumda da gönderme yapılanın sürgünlük durumu olduğudur. Kimliklenme süreçleriyle ilişkili bu durumun yarattığı siyasal mekanı doğal kabul etmek en doğal davranış olacaktır. Yazının II. Bölümünde ise diasporaların toplumsal hareketler bazında ele alınması gereken politik seferberlikler olduğu üzerinde durulacaktır.

 


[1] Diaspora’nın Tanımı ve İçeriği – Kim D. Butler ss 2

[2] Diaspora Mekanları: Kürt kimlikleri Öteki olma deneyimleri ve aidiyet politikaları, Minoo Alinia, Avesta Yayınları, 2007 ss100

[3] A.g.e ss100

[4] A.ge. 105 Cultural Idenity and Cinematic Representation, Stuart Hall 74-76

[5] A.g.e 107

Comments are closed.