Sefer E. Berzeg ile “Çerkes – Wubıhlar” üzerine
15:14 21 February 2014

Sefer E. Berzeg diaspora yayın hayatına yaptığı eşsiz katkılarla bilinen bir yazar. Özellikle tarih araştırmaları akademiye adım atan bir çok tarihçinin kapısını çalmasına sebep olmuş titiz bir araştırmacı. İncelediği tarihsel konuları titizlikle ele alan Sefer Berzeg ile Blog Yazarımız Merve Tram  son kitabı “Çerkes – Wubıhlar” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Wubıhların tarihinden Çerkesya’ya, Soçi’den diasporanın güncel tartışmalarına kadar bir çok konuyu bulacağınız bu söyleşi Sefer E. Berzeg’in yeni kitaplarının da habercisi olma özelliğini taşıyor. 

 

Guşıps: “Çerkes – Vubıhlar, Soçi’nin İnsanları (Portreler)” kitabının ortaya çıkış hikayesini sorsak öncelikle. Hangi nedenler sizi böyle içerikli bir biyografı kitabı hazırlamaya sevk etti?

Sefer E. Berzeg: Çerkes-Vubıhlar, Kafkasya’nın son bağımsız bölgesi olan bugünkü “Büyük Soçi” bölgesinin de 1864 yılı baharında Rus orduları tarafından işgali üzerine, diğer Çerkes kardeşleri (Adıgeler ve Abazalar) ile birlikte, binlerce yıllık yurtlarından kitle halinde Osmanlı topraklarına sürüldüler. Suriye, Ürdün vb. ülkelerdeki Çerkes sürgünlerine karışmış küçük grupları ve Kafkasya cumhuriyetlerinde yaşayan birkaç aileyi saymazsak, günümüzde Vubıhlar’ın tamamına yakını Türkiye’de yaşıyor. Vubıhlar’ın Abaza ve Adıge dilleriyle akraba ve bir anlamda da bu dillerin kökü sayılan ve birçok dilci tarafından eski Hatti diline bağlanan, seksenin üzerinde ses içeren özgün dili de, maalesef Ruslar tarafından sürgün edildikleri Osmanlı topraklarında ve Türkiye’de yokolup gitti. Vubıhlar’ın yaşadıkları ülke dillerine asimile olmamış olan grupları, günümüzde anadilleri olarak – anayurtlarında yaşarken de büyük ölçüde bilip kullandıkları- Adıge ve Abaza dillerini kullanıyorlar.

1864’teki büyük Çerkes sürgününden günümüze kadar 150 yıl geçti. Bu süre içinde ne Türkiye’de, ne de Çarlık Rusya’sında ve Sovyetler Birliği’nde, Adolf Dirr, George Dumézil vb. birkaç dilbilimcinin Vubıh dili ile ilgili çalışmaları dışında, onların sosyo – kültürel yapısını, tarihini ve sürgündeki durumlarını inceleyen monografik doğru – dürüst bir eser yayınlanmamıştı. Hatta bu konuda ciddi bir makaleye bile rastlayamıyordunuz. Sovyetler Birliğinde zaten ciddiye alınacak bir tarih bilimi (historiografi) yoktu. İktidarda bulunanlar ya da onların niyetleri değiştikçe, tüm tarihi “gerçekler” ters – düz ediliyor ve tarih kitapları da bu yeni durumlara uygun şekilde değiştiriliyordu. Bu dönemde Vubıhlar’la ilgili olarak da, “zamanın ruhuna uygun” olarak yazılmış bir iki makale vardır. Örneğin bunlardan biri A. V. Fadeyev’in, dönemin tüm ideolojik hastalıklarını taşıyan “Убыхи в освободительном движении на Западном Кавказе” (Batı Kafkasya’nın Kurtuluş Mücadelesinde Vubıhlar) başlıklı makalesidir. Bu makale bazı kronolojik bilgiler vermekle birlikte gerçek tarihle ilgisi olmayan, bütünüyle döneminin Sovyet ideolojisine uygun ve kendi içinde bile çelişkilerle dolu bir çalışmadır. Bunun dışında kayda değer ve yayınlanmış esaslı bir çalışmaya ben rastlayamadım. Sovyet Kafkas – Abhaz yazarı Bagrat Şınkuba’nın Sovyetler’in son döneminde yayınlanabilen ve Türkçe’ye “Son Vubıh” adıyla çevrilen sansasyonel romanı ve benzerleri de, maalesef yayınlanabildiği zamanın “ruhuna” uygun ve tarihsel olayları bütünüyle saptıran saçma sapan değerlendirmelerle doludur.

İnsanlar gibi toplumlar da, ancak hareket halindeyseler ve sorunlarını bir şekilde kamuoyunun önüne getirip diğer insanlara da gösteriyorlarsa dikkat çekebiliyorlar. Bizim Kafkas – Çerkes diasporası gibi önemli bir kapasiteye sahip ama içine kapalı ve hareketsiz toplumlar ise, ne kadar haklı ve zulüm görmüş de olsalar kimse tarafından dikkate alınmıyorlar. Son birkaç yıl içinde Kış Olimpiyatları’nın Soçi’de yapılmasına karar verilmesi nedeniyle ve “Kafkasya Forumu”, “No Sochi” hareketi, “Çerkes Hakları İnisiyatifi vb. Kafkas – Çerkes örgütlenmelerinin gündemimizi biraz hareketlendirmesi sonucu olarak, Rusya’da da Soçi’nin otokton ve sürgün halkı Vubıhlar’la ilgili, olumlu – olumsuz birkaç yayın yapılabildi. Adı geçen kitabımın önsözünde, bunların birkaçından kısaca bahsettim. Ancak bunlarda da Vubıhlar, yurtlarından sürüldükten sonra sanki bütünüyle buharlaşmış ve yokolmuşlar gibi gösteriliyorlar. Yani Vubıhlar’ın sürgündeki ve bugünkü durumlarının ne olduğu sorusuna gerçekçi bir yanıt verilmiyor. Sadece Kafkas – Abaza yazarı Muhammet Kişmakho’nun Suhum – Karaçayevsk (2012) baskılı ve tesadüfen benim de biraz katkıda bulunabildiğim “Проблемы этнической истории и культуры убыхов” (Vubıhlar’ın Etnik Tarihi ve Kültürünün Sorunları) adlı 830 sayfalık önemli bir kitabında bu konularda da bazı bilgilere rastlanabiliyor.

Ben Vubıhlar’ın sosyo – kültürel ve siyasi tarihi ile ilgili olarak hazırladığım ve henüz yayınlayamadığım genel bir araştırmada bu konulara da cevap vermeye, bu eksiklikleri az çok gidermeye çalıştım. Bu araştırmam kısmet olursa bu yıl içinde bir iki kitap halinde yayınlanacak. (Maalesef bu gibi konularda “kültür” derneklerimizden ve “federasyon”larımızdan en küçük bir destek bekle(ye)miyoruz). Basılmış olan “Çerkes – Vubıhlar, Soçi’nin İnsanları (Portreler)” adlı son kitabım ise, bahsettiğim bu araştırmanın sadece bir bölümünü oluşturuyordu. Hacminin oldukça genişlemesi nedeniyle, bu bölümü asıl kitaptan ayırıp öncelikle yayınlamayı uygun buldum.

Vubıhlar, günümüzde Adıge ve Abhaz kardeşleriyle iç içe olarak ve daha çok da büyük kentlerin kalabalıkları içinde yaşadıkları için, kimlerin Vubıh olduğu da pek bilinemiyor. Vubıh Çerkesleri, Kafkasyalı çevrelerde bile, sanki buharlaşarak dünyadan yok olmuşlar gibi, sadece işgalciler tarafından çıkarılan bir “Son Vubıh” yalanı ile anılıp duruyorlar. Ben bu son kitabımda, rastgele bir şekilde, Kafkas diasporasında ve Kafkasya’da yaşamış ve yaşamakta olan bazı Vubıhlar’ın kısa biyografilerine yer verdim. Bu mütevazi kitap bile, Vubıhlar’ın günümüzde de yaşadıklarının naçizane bir kanıtıdır. İçinde adı geçen kişilerin birçoğuyla tanışıklığım, dostluk, akrabalık ve kişisel bağlarım da vardır. Bu kitap ufak bir çalışmayla, şimdikinin bir iki katı hacimli olarak da basılabilirdi. Çünkü birçok ünlü Vubıh’ın kapsamlı biyografilerine henüz erişemediğim gibi, halen önemli görevlerde bulunan bazı Vubıhlar’ın biyografilerine de – bilinen ve anlaşılabilir nedenlerle – kitabımda yer vermedim. Bununla birlikte, sadece bu kitaba alınan kişilerin biyografilerinin inceleyenler bile, sürgünde geçen yüzelli yıl boyunca Kafkas – Çerkes gerçeğini, ayakta kalma ve vatana geri dönme mücadelesini günümüze kadar taşımış ve taşımakta olan olan aktif kişiler arasında, Vubıh kökenli olanların hiç de az olmadığını hemen fark edeceklerdir. Doğal olarak bunların birçoğu, Osmanlı’da ve Türkiye tarihinde de olumlu – olumsuz ama önemli roller oynamış kişilerdir. Örneğin, T.C.’nde uzun yıllar Valilik, Dışişleri Bakanlığı, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı ve (kritik bir dönemde ve asili olmaksızın) Cumhurbaşkanı Vekilliği yapmış olan rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil’i bu gibi kişilere bir örnek olarak gösterebiliriz.

Guşıps: Rusya’da ve Türkiye’de genel olarak Kafkasya, özelde ise Vubıhlar’la ilgili çok az yayın çıkmasının nedeni sizce nedir?

Sefer E. Berzeg:Rusya’nın yapısına bakarsanız, bugün bile Putin’in idare ettiği bir imparatorluktan başka bir şey olmadığını görebilirsiniz. Hükümetler, Meclisler, Duma’lar, yerel idareler ve cumhuriyetler filan büyük ölçüde göstermeliktir. Ve bu ülkede Sovyetler birliği dönemi de dahil olmak üzere daima bir “Velikorus” (Büyük Rus) milliyetçiliği her zaman hakim olmuştur. Günümüzde Kafkasya ve özellikle de tüm halkı sürülmüş bulunan batı Kafkasya (Çerkesya) bir Rus bölgesi olarak görülüyor. Biliyorsunuz, Soçi’nin olimpiyatlara ev sahipliği yapmasının gündeme gelişiyle eşzamanlı olarak, artık Kuban Bölgesi’nin ortasında gözlerine batan bir diken gibi kalmış olarak algıladıkları küçük Adıge Cumhuriyeti’ni bile lağvetmeye kalkmışlardı. Günümüzde tamamen Ruslaşmış saydıkları Çerkesya coğrafyasının gerçek tarihini ve hele de yok olmaları için yurdundan atılmış olan onun sürgündeki insanlarının tarihini karıştırmanın Rus devletçiliği ve tarihçiliği bakımından hiç bir anlamı ve gereği yoktur. Bu olsa olsa Rusya’nın gizli servislerinin konusu olabilir.

Örneğin L. İ. Lavrov’’un sonuçta Rus gözlüğüyle yazılmış bir eser olan “Убыхи, Историко- этнографическая монография” (Vubıhlar, Tarihsel-Etnografik Monografi) adlı kitabı bile 1937 yılında yazılarak Rusya Bilim Akademisi’ne (RAN) sunulduğu halde, kaldırılıp bir yerlere atılmıştı. Ancak 70 yıl geçtikten sonra, nasıl olduysa, yazarının 100. doğum yıldönümü nedeniyle 2009 yılında basılabildi. Abhazyalı tarihçi G. A. Dzidzariya’nın da 1970’li yıllarda yazılmış, ama sakıncalı görüldüğü için basılamamış olan “Абхазо – убыхский союз в освободительной борьбе на Западном Кавказе в первой половине ХIХ века” (Ondokuzuncu Yüzyılın İlk Yarısında, Batı Kafkasya Kurtuluş Savaşında Abhaz – Vubıh Birliği) adlı ve özellikle Vubıhlar ve Abhazların kardeşliğini yansıtan bir makalesi vardır. SSCB’nde, bu gibi “milliyetçi” yazıları cezasını göze alarak dahi yayınlayamıyordunuz. Çünkü bırakın kitap bastırmayı, insanların kişisel olarak bir daktilo makinesi edinmeleri bile oldukça zordu . Birçok benzeri gibi, Dzidzariya’nın bu ilginç makalesi de yıllar sonra ve ancak Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı sonrasında, onun Toplu Eserleri’nin 3. cildi içinde “Yayınlanamamış Hazineler” (2006) adı altında yayınlanabildi.

Türkiye’deki yayın fakirliğimizi ise başka bir zaman ve zeminde ayrıca irdeleyelim. Çünkü o da uzun uzun incelenmesi ve unutulmaması gereken ayrı bir konudur.

Guşıps: Kitabınız “Çerkes-Vubıhlar, kimseye boyun eğmediler. Olan biten hiç bir şeyi unutmadılar. Ve yurtlarından da asla vazgeçmediler” diye başlıyor. Bu oldukça isyankar da bir cümle aslında. Çerkes – Vubıhların yok olduğuna, “Son Ubıh”ın vefat ettiğine dair yanlış ve yaygın bir kanaat mevcut diasporada. Bu algı nasıl oluştu sizce?

Sefer E. Berzeg: Doğal olarak böyle bir algının yaratılması Kafkasya’nın ve Kafkasyalıların tüm düşmanlarının işine geliyor. Biliyorsunuz, Abazaların ve Adıgeler’in büyük kısmı ve Vubıhlar’ın tamamı yurtlarından sürülerek yabancı topraklara atıldılar. Çok büyük kısmı da sürgün sırasında kamplarda, denizlerde ve gittikleri yerlerde salgın hastalıklar, deniz kazaları vb. felaketlerle yok edildi. Gittikleri yabancı ülkelerde katılmak zorunda kaldıkları savaşlar, doğal ve zoraki asimilasyon süreçleri sonucunda da elbette büyük maddi ve manevi kayıplar verdiler ve vermeye de devam ediyorlar. Ama hala birkaç milyon kişiye ulaşan güçlü bir Kafkas – Çerkes diasporası var ve tüm sorunlarına karşın yaşamını sürdürüyor ve anayurdunu da etkilemeyi sürdürüyor. Çerkesler’in durumuna düşüp de yabancı topraklarda bir – iki kuşak içinde sıfırdan yeniden ayağa kalkabilen ve bu kadar direnebilen, üstelik yaşadığı ülkeleri de güçlü bir şekilde etkileyebilen bir toplum dünyada çok da fazla değildir. Halkımızın gösterdiği bu gücü takdir etmemiz ve bu halkın ve geleceğine güvenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Onlar yüz yılı aşan dengesiz savaşların ve düşmanlarının benzersiz zulümlerinin doğurması doğal olan büyük travmaları kısa sürede tedavi ettiler, yaşadıklarını da yeni kuşaklarına pek fazla intikal ettirmediler. Belki de bunu yok olmamanın ve yabancı topraklarda ayakta kalabilmenin bir gereği olarak düşündüler. Ama bence biraz hata da ettiler. Çünkü soykırıma varan bu sürgün ve katliamları, sonraki kuşaklarına ve dünyaya bütün fecaatiyle anlatmadılar. Gerçi bu bana biraz da bilinçli bir tavır gibi geliyor. Kafkasya idealini hep yüksekte tuttukları ve oraya geri dönmekten vazgeçmedikleri için, bu acıları çocuklarımıza pek fazla intikal ettirmeyelim diye de düşünmüş olabilirler. Sürüldüğümüz yabancı topraklarda ayakta kalalım ve güçlenmeye çalışalım, dediler. Ama böylesine büyük ve sonraları da devam eden acılar, saklanmak istense bile saklanamıyor. Rusya imparatorluğu baskılarla bir şekilde üzerini örtmeyi başardı bu acıların. Avrupa da bir iki patırtı dışında hiçbir zaman sesini çıkarmadı. Ama bir şekilde, insanlar kültür düzeyleri arttıkça, okudukça, yazdıkça, kendi özlerine dönüyorlar ve bu eski acılarını da tartışmaya başlıyorlar.

Kafkasyalı sürgünlerin ilk kuşakları, her şeye karşın buralarda yerleşip oturmayı zaten düşünmüyorlardı. Sürgünden on yıl kadar sonra patlayan 1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı’na, o zaman sürgünde olan Çerkeslerin tamamı, sırf Kafkasya’ya geri dönebilmek için gönüllü olarak ve kitleler halinde katıldılar. Hem Balkanlar’da hem de Kafkas cephesinde savaştılar. Osmanlı donanmasıyla Abhazya’ya 3000 civarında Kafkasyalı göçmen çıkarıldı ve bu Çerkes göçmenler, oradaki kardeşlerinin de ayaklanarak kendilerine katılmasıyla Abhazya bölgesini Rus güçlerinden temizlediler. Kısa bir süre Abhazya’da tek bir Rus ve hatta tek bir kolonizatör kalmadı. Ama sonradan Osmanlılar Balkanlar’da yenilmeye başlayıp Kafkasya’ya gönderilen birkaç tabur da geri çekilerek Balkan cephesine nakledilince, Rusların intikam alacağını bildikleri için yeni göçmen kitleleriyle birlikte yeniden ülkelerini terk etmek zorunda kaldılar. Bu dönemde yalnız Abhazya’da değil, Çeçenya ve Dağıstan bölgelerimizde de önemli ayaklanmalar olmuştu (Bu konulardaki bir araştırmamı da yakın bir gelecekte bastırmaya çalışacağım).

Guşıps: Şınkuba Bagrat’ın “Son Wubıh” adlı kitabına nasıl bakıyorsunuz?

Sefer E. Berzeg: Şinkuba Bagrat, yıllarca SSCB Komünist Partisi’nin Abhazya Bölge Sekreterliği’ni yapmış nitelikli bir şair ve yazardı (Onun biyografisini Türkçe olarak ilk kez ben yayınlamıştım). Onun, asıl adı “Göç edenlerin Sonuncusu” (Rusçası “Последный из ушедших”) olan bu romanı, gerçek tarihsel olaylarla hiç ilişkisi olmayan fantastik bir edebi eserdir. Edebi açıdan güçlüdür ve sanki çok ciddi belgelere dayanarak yazılmış gibi bir hava içinde kaleme alınmıştır. Önemli yanı, aslının Abhazca olması, yani milli dilde yazılmış, daha sonra Rusça, Almanca, İngilizce, Türkçe, Adıgece vb. dillere de çevrilmiş olmasıdır. Ancak tarihsel gerçekçilik açısından Rusya imparatorluğu lehine büyük tarihsel çarpıtmalar içeren bir romandır. Bununla beraber, onun döneminde SSCB’nde Vubıhlardan artık hiç bahsedilemiyordu ve iki yönlü bir “Demirperde” nin etkisiyle, Kafkasya’daki kardeşleri de Vubıhlar’ı neredeyse unutmuş gibiydiler. Bu romanın hiç değilse Soçi’de bir zamanlar Abhazlar ve Adıgeler’le yakından ilişkili olan Vubıhlar diye bir halkın yaşamış olduğunu belirtmesi bile, Sovyet döneminde milli hafızası oldukça silinmiş bulunan Kafkasyalı genç kuşaklar bakımından bir kazanç sayılabilir. Bunu da gözden kaçırmamamız ve romanla ilgili değerlendirmelerin artı hanesine yazmamız gerekir. Ama bu romanın sürgünde yaşayan insanlarımız ve hele de Vubıhlar tarafından idealize edilmesi ve tarihsel gerçekleri anlattığının sanılması, ancak bir bilinçsizlik örneği ve traji – komik, esef edilecek bir olay olarak nitelenebilir.

Guşıps: Soçi Çerkesya’nın başkentiydi dendiğinde bazı Abhazlar itiraz ediyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Sefer E. Berzeg: Bugünkü “Büyük Soçi” bölgesi XIX. yüzyıl’da gerçekten de bağımsız Çerkesya’nın merkezi ve en aktif bölgesi konumundaydı. Son bağımsız Çerkes (Vubıh – Adıge – Abaza) Parlamentosu ve Hükümeti de esas itibariyle bu bölgede faaliyet göstermişti. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Ama özellikle internet ortamında ve bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olununca, birçok konuda olduğu gibi bu hususta da saçma sapan tartışmalar yaşanabiliyor. Adıgecilik, Abazacılık şeklinde mikro milliyetçilik yapan bazı gençler, üstelik karşısındakilere en ufak bir saygı duymadan böyle yersiz tartışmalarla vakit geçiriyorlar. Bu gibi garip (ve belki de kötü niyetli) tartışmalarda bazen karşılıklı hakaretler bile savrulduğunu ben de görüyor ve bu gençlerimiz hesabına sadece üzülüyorum.

Soçi bölgesi, Kafkas dağlarının güneyindedir. Büyük Kafkas – Çerkes sürgününe kadar bu bölgede merkezde Vubıhlar olmak üzere bazı Abaza boyları, mesela Asadzua’lar, Akhçıpsualar vb. da Khosta (Khamış) ırmağına kadar olan bölgede, Vubıhlarla iç içe yaşıyorlardı. Kuzeybatıda, Şakhe ırmağından sonraki bölgede de Vubıhlar’la Adıgeler (Şapsığlar ve Natuhaylar) bakımından aynı durum vardı. Orada yaşayan insanların da hangisinin Vubıh, hangisinin Adıge olduğunu ayırmak oldukça zordu. Özellikle Vubıhlar, bu kardeşleri arasında bir bağ görevi görüyor ve Vubıhça yanında diğer iki Çerkes halkının dilini de konuşuyorlardı. Yani bunlar bugün sömürgecilerin etkisiyle yapıldığı gibi birbirinden apayrı halklar sayılmıyorlardı. Aralarında dil ve diyalekt farklılıkarı vardı ama, bunların ikisini – üçünü birlikte konuşan bir çok insan, çok sayıda karma evlilikler ve çok yönlü sosyoekonomik ilişkiler de vardı. Bu ilişkiler, sürgün yıllarının zor koşullarında yabancı topraklarda da güçlü bir şekilde ve gelişerek, diğer Kafkasyalıları da içine almak suretiyle sürdürülmüştür. Örneğin bana intikal ettirildiği kadarıyla, benim ailem Türkiye’ye geldiğinde 3 dilliydi. Vubıhça artık biraz geri planda bırakılmıştı. Ailenin dili daha sonraları Adıgece ve Abazaca’ya, günümüzde ise Adıgece ve Türkçe’ye indirgendi. Benim ve eşimin anadili Adıgece’dir. Ama sonuçta bu dillerimizin hepsi aynı kökten geliyorlar ve bizler hepimiz aynı ortak kültürün, Kafkasya’nın çocuklarıyız.

Geçenlerde “Apsuara” adlı bir aktivist grubunun Adapazarı – Sapanca’da düzenlediği güzel bir toplantıya katılmıştım. Halk Eğitim Merkezi’nin salonunda toplanan saygıdeğer bir dinleyici kitlesine bu konuları anlatmaya çalıştım. Abhazlar, Vubıhlar, Adıgeler vd. insanlarımızdan oluşan nazik dinleyicilerim sağ olsunlar, beni saatlerce ilgiyle dinlediler. Onların bu ilgileri bende, artık insanlarımızın da bu tip, saçma sapan ve hiçbir şey üretmeyen tartışmalardan fazlasıyla usandığı izlenimini yarattı.

Guşıps:  Çerkes kimdir sorusu diasporada hala zaman zaman tartışılıyor siz ne diyorsunuz bu konuda?

Sefer E. Berzeg: Bence bunu tartışmaya hiç gerek yok. Diasporada Kafkasya’dan gelenlerin hepsine verildi bu isim. Ama örneğin bir Gürcü bir Azeri tabi ki bu tanımın içinde değil ve hiçbir zaman da olmadı. Türkler de sokmuyor onları bu tanımın içine. Türkiye’de tek başına Adıge, Abaza, Vubıh filan derseniz kimse sizi tanımaz ve anlamaz. Ama “Çerkesler”i herkes az çok tanır ve saygı duyar. Toplumumuzun böyle alt gruplarına bölünüp parçalanması, öteden beri sömürgecilerin ve onlara alet olanların pek işine gelmiştir. Bu bizim ithal malı ve eski bir hastalığımızdır, zaman bunu tedavi edecektir. (Elbette ki bu sözlerim dillerimizin ve diğer alt kültür özelliklerimizin yok edilmesi anlamına da gelmemektedir. Bazı “iyi niyetli” tartışma meraklıları için bunu eklemek gereğini duyuyorum).

Guşıps: Soçi Olimpiyatlarının yapıldığı “Krasnaya Polyana” bölgesinin adını güneşin verdiği kızıllıktan aldığını söyleyenler de var. Siz bu bölgeyle ve adlandırmasıyla ilgili ne dersiniz?

 Sefer E. Berzeg: Bugün olimpiyatların yapıldığı alan Krasnaya Polyana denilen alandır. Milli dildeki asıl adı “ise Abazaca “Gubaada”dır. Ben orayı ilk kez 1991 yılında görmüştüm. Hatta Çerkes soykırımını dile getiren ilk toplantılardan birisi de orada yapılmıştı. Toplantıda Adıgeler, Bir Abhaz yaşılar grubu ve hatta Çeçenler de vardı. Güzel, yemyeşil bir düzlüktür. Daha doğrusu Bay Putin’in büyük gayretleriyle bir beton yığınına çevrilmeden önce öyleydi. Muhtelif rivayetler var. Burada otların rengi belli durumlarda güneş ile kızıl olduğu için Kızıl vadi dendiğini söyleyenler de var. Bazılarına göre de Kafkaslılar’ın dökülen kanları nedeniyle bu ad verilmiş. Rusça’da (benim bildiğim kadarıyla) ” Krasnıy” iki ayrı anlam taşıyor ve hem “kırmızı, kızıl” , hem de “güzel” anlamına geliyor. Krasnaya Polyana adında her iki anlamda da kullanılmış olabilir. Onu 21 Mayıs 1864 günü burada topları, tüfekleri, haçları askerleri ve papazlarıyla “Kafkasya’nın kesin fethi” töreni yapmış olan “Gubaada” nın işgalcilerine sormak gerekir. Bunu çok fazla tartışmaya gerek de yok. Soçi (Vubıhya) arazisi ve onun çevresindeki Abaza – Adıge topraklarının bir kısmı Ruslar bakımından 1864 yılına kadar hala devletler hukukundaki tabiri ile “terra incognita” (bilinmeyen toprak) niteliğindeydi. Rus Genelkurmayı’nın haritalarında bile çok kez böyle niteleniyordu. Ayrı zamanlarda bölgeye gönderilen Novitski ve Tornau adlı iki Rus casusunun rapor ve notları dışında, Rusların bölgeyle ilgili esaslı bir bilgisi de olamamıştı. Donanmalarının himayesinde denizden çıkarma yapılarak kurdukları ve 1840’larda Çerkesler (Vubıh, Adıge ve Abazalar) tarafından yerle bir edilen ” Karadeniz Müstahkem Kıyı Hattı” kalelerinden bile çıkıp da bölgenin içerisine doğru 500 adım giremiyorlardı. Ancak 1864 baharından sonra buralara girebildiler. Vubıhlar savaşı bıraktıktan sonra da orada başka büyük bir savaş olmadı, Gubaada ve çevresinde oturan ve Ruslar tarafından Vubıhlar’ların ve onlarla birlikte sürgün edilen Ahçıpsua’ların Aybga, Pshov gibi küçük Çerkes – Abaza boylarının intihar savaşı tarzındaki bazı fevri çatışmaları oldu sadece.

Krasnaya Polyana, birisi kuzeybatıdan Karadeniz kıyısından, diğeri güneydoğudaki Abhazya bölgesinden, ikisi de kuzeydeki Kafkas dağlarının geçitlerinden olmak üzere, dört yönden bölgeye giren dört Rus ordusunun, köyleri tek tek yakıp insanlarını öldürerek, sürgün edilmek üzere aç ve çıplak deniz kıyısına sürerek buluştukları ve 21 Mayıs 1864 günü zaferlerini ilan ettikleri yerdir. Gubaada (Krasnaya Polyana) denilen yerin önemi budur. Ahçıpsa Abazalarının merkezi gibi bir yerdi burası. Burada bölgeye sığınan aileler dışında bir Adıge ya da Vubıh yerleşim yeri yoktu. Ama Ahçıpsua yöresi, siyasi olarak tamamen bağımsız Çerkesya’nın içindeydi. Vubıhların çeşitli seferlerinde Rus kalelerine ve işbirlikçilerine saldırmak gayesiyle Abhazya’ya giderlerken gelip geçtikleri bir yerdi. Ve Ahçıpsualar da zaten Vubıhlar ve Adıgeler’le birlikte savaşıyorlardı. O dönemde bölgede siyasi bir birlik oluşturulmuştu ve Ahçıpsualar da bu birliğin aktif bir üyesiydiler. Çerkes Milli Meclisi’nin üyelerinden birçoğu da onlardandı. Zaten Mızımta ırmağının bir tarafında oturan Vubıh Abazacayı, öbür tarafında oturan Abaza da Vubıhçayı bilirdi örneğin. Aralarında öyle keskin bir fark da yoktu. Dzdzariya’nın yukarıda bahsettiğim “Batı Kafkasya Kurtuluş Savaşında Abhaz – Vubıh Birliği” başlıklı makalesi Abazalar’la Vubıhların arasındaki bu kardeşlik ilişkilerini oldukça iyi anlatıyor. O yüzden de SSCB döneminde yıllarca basılamamış zaten.

Guşıps:  Kitabınızda özellikle Hacı İsmail Degumuko Berzeg ve Hacı Granduk Berzeg’in oldukça içerikli biyografileri dikkat çekiyor. Çerkesya tartışmaları ışığında değerlendirdiğimizde bu iki şahsiyetin önemini açıklar mısınız?

Sefer E. Berzeg: Kendim de Berzeg soyundan olduğum için bu konulara öteden beri pek fazla temas etmek istemiyorum. Fakat tüm Kafkas tarihi hakkında olduğu gibi bu iki önemli Kafkas lideri hakkında “Son Vubıh” kaynaklı uydurma bilgiler de aktarılıyor genellikle. Bu iki insan, amca yeğen durumunda aslında. İkisi de Berzeg’lerin Degumuko kolundan olduğu için, çoğu zaman bu iki kişi karıştırılıp bir kişi gibi anlatılıyor. İkisini birleştirip 1700’lerden 1800’lere kadar 110 sene yaşayan tek bir insan varmış gibi makaleler bile yazılıyor. Bu hataya Ğuaze gazetesinde (1911 – 12), rahmetli Met Yusuf İzzet Paşa’nın iyi niyetli bazı makalelerinde bile rastlanabiliyor. Bu gibi apaçık yanlışları olsun düzeltmek gayesiyle, onların biyografilerini de bulabildiğim kadarıyla kitabıma ekledim. Bu liderlerin ikisi de,dava ve silah arkadaşlarıyla birlikte, Edirne Anlaşması’ndan 1864’e kadar olan dönemde, yani Kafkas bağımsızlık savaşının en yoğun ve hareketli döneminde Kafkasya’nın direnişine çok büyük katkıda bulunmuşlardır. Özellikle de Vubıhlar’la Adigelerin, Abazalar’ların hatta bir kısım Karaçaylılar’ın siyasi ve askeri açıdan bir araya gelmelerini, birlikte mücadele etmelerini tetikleyen insanlardan ikisidirler.

Guşıps:  Bu iki liderin dini yönü var mıydı peki?

Sefer E. Berzeg: İkisi de namazını kılan Müslüman insanlardı. Hacı İsmail Degumuko Berzeg hac dönüşünde gemide vefat etmiş, köyüne götürülüp gömülmüştü. Yeğeni olan Hacı Giranduk, Türkiye’ye geldikten sonra da ikinci kez hac ziyaretine gitmişti. Bu Hac ziyaretlerinden ilkinde Mısır’da ve İstanbul’da Kafkasya’ya yardım sağlamak için bazı siyasi görüşmeler de Kafkasya’ya yardım için görüşmeler yapmış ve bunlardan bazı sonuçlar da almıştı. Yani hem hac ziyaretini yapmış hem de Kafkasya için bazı siyasi getiriler sağlamaya çalışmıştı. Ama her iki liderin de kişisel profilleri ve sürükledikleri mücadele Dağıstan’da ve Çeçenya’da olduğu kadar dinsel argümanlara değil, yurtseverliğe dayanıyordu. Onlar için İslam dini daha çok kültürlerinin bir parçasıydı.

Guşıps: Gerek Kafkasya’dan gerekse diasporadan bir çok siyasetçi, sanatçı, asker ve bilim insanının biyografisi var kitabınızda. Bunların bir çoğu da şimdiye kadar Vubıh oldukları bilinmeyen kişiler galiba, öyle değil mi?

Sefer E. Berzeg: Kafkas toplumunda aslında herkesin hangi kökenden geldiği bilinir. Bunu yazanlar bilir en azından. Bilmeyenler ilgilenmeyenler için zaten sorun yoktur. Örneğin ben Berzeg’im, Vubıh olarak biliniriz. Ama Berzegler öteden beri hem Abazalar hem de Adıgelerle sürekli ilişki içinde olan bir soydur. Berzeg’lerin asli özelliği Kafkasyalı olmaktı, Vubıh olmayı ve kabilecilik gibi duyguları hiçbir zaman ön plana çıkarmadılar. Genel olarak tüm Vubıhların da bu konularda oldukça bilinçli davrandıklarını ve kabilecilik gibi çağdışı duyguları öne çıkarmamayı yeğlediklerini düşünüyorum, Rus tarihçileri bile öyle yazıyorlar. Örneğin Vubıhlar 1840’ta Hacı İsmail Degumuko Berzeg’in önderliğinde,Karadeniz kıyısındaki Rus kalelerini harekete geçirdikleri Abaza ve Adıgelerle birlikte yok etmişlerdi. Bu olaylarda bilinçli bir şekilde, kendi bölgelerindeki Rus kalelerine değil de öncelikle Şapsığ ve Natuhay kıyılarındaki Rus kalelerine saldırmışlardı. Bu bilinçli ve politik bir davranışın sonucuydu. Hepimiz aynı ülke ve ortak yurdumuz için savaşıyoruz düşüncesini yaygınlaştırmaya çalışıyorlardı. Zaten o yıllarda kullanılan 12 yıldız ve üç oklu bağımsız Çerkesya bayrağı da bazılarının sandığı gibi sadece bir “Adıge bayrağı” ya da “Vubıh bayrağı” filan değildi. Rus istilasına karşı direnen tüm Kafkasyalıları sembolize ediyordu. O bayrağı kullanan insanların Meclisleri tarafından ilan edilen ve Avrupa’da da yayınlanan “Çerkesya Bağımsızlık Bildirisi” nde de, ayrı ayrı boylardan değil, Karadeniz’den Hazara kadar olan Kafkasya’dan bahsediliyordu. O çağın birçok insanının milli bilinci, günümüzde temelsiz ve ithal argümanlarla konuşup ortalığı karıştırmaya çalışan bazı gençlerimizden daha ileriymiş diye düşünüyorum.

Guşıps: Yeni kitap çalışmalarınız var mı peki sırada bekleyen? 

Sefer E. Berzeg: Vubıhların tarihi ve sosyal yapısıyla ilgili bir iki araştırmam bu yıl içinde – kısmetse – yayınlanacak. Vubıhlar’ın sürgüne kadar olan tarihleri ve Kafkas diasporası içindeki konumları olarak iki kitap halinde de basılabilir. Elimde 1995’te Samsun’da iken yayınladığım “Kafkas Diasporasında Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü” adlı kitabımın oldukça genişletilmiş bir versiyonu da basılmayı bekliyor. Hazırda “1877-78 Osmanlı Rus Savaşında Kafkasya ve Sürgündeki Kafkasyalılar” ve “Kafkas Diasporasında Kafkas – Çerkes Örgütlenmeleri “, “Kafkasya ve Çerkesler Bibliyografyası (1864-2014) gibi birkaç çalışmam daha hemen hemen basılmaya hazır durumda bulunuyor.

Guşıps: Son olarak kitap yeni çıktı gerçi ama “Çerkes Vubıhlar, Soçi’nin İnsanlar (Portreler) adını taşıyan son kitabınızla ilgili geri dönüşler alıyor musunuz? Nasıl karşılandı Çerkes – Vubıhlar kitabı?

Sefer E. Berzeg: İşlediğim konular genel piyasa bakımından oldukça marjinal sayılır. Zaten bu nedenle benim kitaplarım kitapçı dükkanlarına da pek uğramazlar. Ama sonuç olarak bir işe yaradıklarını düşünürüm ve bu da bana yeter. Son kitaba oldukça hiç reklamı yapılmadığı halde ilginç şekilde yüksek bir talep var. Hiçbir Vubıh yerleşimi bulunmayan Antalya ve Adana’dan bile özellikle Vubıhlar, Adıge ve Çeçen ‘lerden talepler oldu ve kitabı istedi oralara bile epeyce kitap gönderdik. Daha da birçok yere de gönderildi ve gönderilecek. Doğal olarak bu tip kitapların “bestseller” olması da beklenmiyor. Ama fırsat bulmuşken reklamını da yapmış olayım. İsteyenler bu ve daha önceki kitaplarımdan mevcudu bulunanları bizzat benden, İleri Mah. Dedeefendi Sokak, Güven Apt. No:26/9, Kurtuluş- Ankara adresinden de sağlayabilirler.

Yorumlar (6)
  1. Sonsesler on said:

    Sayın Berzeg bey aşağıdaki soruları yanıtlarsa mutlu olurum.

    ADIĞE ne demektir,kimler,neden,neye göre ADIĞE’dir
    ADIĞAĞE ne anlam ifade eder ?
    Kimler bu ifade ile kimliklerini koyarlar.
    AZIĞE deyince neyi ifade ediyoruz ? ne anlıyoruz.Neden AZIĞE diyoruz.
    GULİTE ve GUPŞISE içselliğinde yoğrulmuş XABZE Adığe’ere ait ise Wubıh mirası nedir ? Yada Wubıh’lar bu kavramların neresindedir ?
    Yemuk ve Haynape’nin kökü nereye dayanır ve yaptırım gücü KİMLER de güçlüdür.
    Şimdilik bu kadar sevgi ve selamlarımla.

  2. Moşto on said:

    Evet Sayın Sefer Berzeg “amatör bir tarih yazıcısı” dır. Bundan öteye yazdıkları bir anlam ifade etmez.

    Bakın ne söylemiş ; “Örneğin Vubıhlar 1840’ta Hacı İsmail Degumuko Berzeg’in önderliğinde,Karadeniz kıyısındaki Rus kalelerini harekete geçirdikleri Abaza ve Adıgelerle birlikte yok etmişlerdi.” Bunu nerden çıkarmış acaba ? Hangi kaynaktan ? Kim tutmuş bu kaydı.

    Sayın Sefer Berzeg Kafkasya’da bulunan herkesin aynı kökten geldiğine ve hepsinin aynı millet olduğuna iman etmiş birisidir.Herhalde bu fikri “Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan herkes Türktür” ideolojisinin bir tahribatıdır.Karaçay Türkleri ve Osetler ile Çerkesler aynı kökten gelmedikleri gibi aynı dilide konuşmazlar.Kuzey Kafkasya’nın yek pare bir milleti olduğu ideolojisi bir Türkiye Cumhuriyeti ideolojisidir ve bu tür fikirler dile getirilirken her dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Kafkasya’da tek bir siyasi yapı temennisi de ifade edilmiş olmaktadır aynı zamanda.

    Devam edelim Sayın Sefer Berzeg ne diyor ; “Özellikle de Vubıhlar’la Adigelerin, Abazalar’ların hatta bir kısım Karaçaylılar’ın siyasi ve askeri açıdan bir araya gelmelerini, birlikte mücadele etmelerini tetikleyen insanlardan ikisidirler.” Karaçaylılar kısmını da kendisi ekledi herhalde. İşte amatör tarihçilik böyle bir şeydir. Bunu ıspat etsin bakalım, yoksa tavşan şapkadan mı çıktı ?

    Birleşik Kafkasya fikri Çerkes Ulusal hareketinin idam fermanıdır beyler.Biraz kendinize gelin.

    Bu tür amatör tarih yazıcılarının bilgilerini referans alarak sakın politika üretmeye kalkmayın,Türkiye’de belki yerler ama bu işi bilenlere karşı başka yerlerde çok mahçup olursunuz.

  3. natkhuac adıge on said:

    sayın berzeg sefer üzülerek belirtmek istiyorum ki hiç gerçekçi değilsiniz kendi hayal dünyanızda kısa bir tarih yaratmışsınız bu kendinizi zorlayayarak bir hikaye kurgulamayın boşyere daha doğru kaynaklardan daha gerçekçi haliyle çerkes rus savaşlarını daha ciddi kaynak ve tarihçilerden okuyoruz bu yazdığınız yazılardan maksadınızın ne olduğuda anlaşılıyor insanları kandırmayın.

  4. Ubıh Berzeg on said:

    assaa biz her yerde birbirimizi yeriz ve de devlet neyinde kuramayız iki çerkes bir araya gelince konuşur üç çerkes bir araya gelirse düğün yapar dördüncü çerkes gelirse de hepsi kavga eder. Diyeceğim o ki biz böyle birbirimizi yersek semer vuranımız çok olur sayın sefer berzegin yazdıklarını beğenmiyorsunuz madem sizde bir kitap yazın okuyalım ona göre herkesi değerlendirir ve ona göre yer gösteriririz.

  5. Kanbolat on said:

    Ben 40 küsür yaşındayım. Kendimi bildim bileli Sayın Berzeg bir şeyler yazar yayınlar. Ve yine kendimi bildim bileli birileri Sefer Berzeg’in yazdıklarını beğenmez.
    Bu beğenmezler ordusunun tavsiye edebileceği başkaca “amatör tarih yazıcıları” varsa lütfen bildirsinler ki onların da yayınladıkları kitaplarını okuma fırsatı bulalım….

  6. TUNCAY on said:

    Sefer Berzeg’e size çok teşekkür ediyorum.Kısır tartışmalardan uzak durduğunuz ve doğru bildiğinizi cesaretle ortaya koyduğu için.Tabi ki hatalar olacak,belge sunarsın hata varsa düzelir.Ben de Büyük Göç’te Kastamonu- İnebolu İskelesinden karaya çıkıp Anadolu’da iskan edilmek üzere yola çıkan Çerkesler’le ilgili dönemine ait belgeler var. Yakında yayınlamayı düşünüyorum. Amacım tarih yazmak değil,tarihe küçük de olsa bir ”şerh ” düşmektir. Söz uçar, yazı kalırmış.Unutulmakta olan bir tarihe ışık tutan Abhaz’a,Türk’e,Çerkes’e,kısaca ”herkese ”selam olsun !…