Eski kitaplar hep Allahu Alem diye bitermiş. Ama ben bu yazıyı, yazarın “Benim söyleyeceğim budur. Doğruyu sadece Allah bilir” deme ihtiyacını hissettiği zamanlardan değil, ilmin Aksaray’a indiği, kapitalist modernitenin eseri olan “her şey hakkında her bilgiye sahip insan”a evrilmiş entelektüellerin zamanından yazıyorum.

Bir varmış bir yokmuş. Dağların yamacında, yaprakları gökyüzüne değen ağaçların, temiz ırmakların, verimli toprakların olduğu, insanların huzur ve refah içerisinde yaşadığı bir ülke varmış. Ülkenin Kralı tüm halkı tarafından çokça sevilir, kral ve vezirleri ülkeyi güzelce yönetirlermiş. Zamanla vezirlerinden biri kendisinin krallık makamını o zamanki kraldan daha çok hak ettiğini düşünmeye başlamış. Bunu gerçekleştirmek için diğer vezirleri, kralı ve kralın tüm ailesindekileri öldürmeye karar vermiş. Bu işlemi tek tek yapamayacağından öldürmeyi planladığı insanları akşam yemeğine davet etmiş. Özet geçmek gerekirse, vezir tüm rakiplerini o gece orada zehirlemiş. Sıcağı sıcağına halkı meydanda toplayan vezir yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında kalabalığa, yeni kralın kendisi olduğunu açıklamış. Meydana getirttiği tahta doğru giderken içini inanılmaz bir heyecan kaplamış. Yılmaz Erdoğan şiirlerindeki gibi “ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum”  havalarına girmiş. Neyse uzatmayalım tahta oturduğu an halktan biri

-Ahah =) Yeni Kralımıza bakın… Tahta totosuyla* oturdu diye bağırmış.

O an yeni kral (eski vezir) anlamış ki, öldürdüğü kişiler hakkaniyetin temsilcileriymiş. Hakkaniyetin temsilcisi olmayan kişiler o makamı sadece totosunun altında ezerlermiş.  İşte o vezir olmasaydı yani biz geleneğimizin içerisinde mutlu mesut yaşıyor olsaydık, iktidar diye bir tanımın peşinde koşmazdık. Üstelik kişinin kendisiyle olan başarısız ilişkisini bilgelik diye satan bir düzenin içerisinde yaşıyorken.

*toto=oturma organı

***

Siyonist iktidarın kurduğu en somut Makro iktidar olan Filistin… İnsan haklarının çiğnendiği, bir yerden bir yere gitmenin imkânsız olduğu, ilaç- gıda gibi en temel ihtiyaçların ambargo altına alındığı, evlerin ciddi anlamda insanların başlarına yıkıldığı, tanka karşı sapanla savunmanın yapıldığı topraklar.

Ahmet Yasin Filistinlilerin son derece değer verdiği biriydi. Asla kendisini bir lider olarak görmezdi. Ve de onun yanında kimse kambur ya da eğik durmazdı. Muhyiddin İbn Arabi’nin bahsettiği maddi iktidar ve manevi otorite ayrımı da tam olarak buydu. İşte bu yüzden Ahmet Yasin ve onun gibi yüzlercesi direnişlerini hep ahlak ve bilgi düzeyinde sürdürdüler.

***

Bu aralar babamın kafası çok karışık. Ulusalcılık ile ulusçuluk arasındaki farkları düşünmekle geçiriyor vaktini. Bana sürekli benim gençliğimde bunlar Marksist-Maocuydu diye telkinlerde bulunuyor. Kalın kaşlarıyla gönlümüzde taht kuran! Leonid Brejnev’den bahsettim ona. Size de bahsedeyim hak geçmesin.

Çin’in Sovyetler Birliğini sosyal-emperyalist diye tanımladığı dönemler. Brejnev Afganistan’ı işgal edeli bayağı zaman geçmiş. Küba’da günlük tutarken şu satırlar kaleme alınmış Leonid Brejnev tarafından. “Marksizm’i kim daha iyi anlıyor diye Çin ile savaşın çıkması olası gibi gözükmekte. Ve bu savaşın bilançosu 60 milyon insanın ölümüyle sonuçlanabilir.”

Ulusalcılar milliyetçilerin oy pastasına çatal ata dursun Abdullah Öcalan’ın isminin önüne koyulan sıfatlarla da, medya babamın zihnini rahat bırakmamakta. Partisinin bayrağında orak-çekiç bulunan… diye söze girerken babam, ben o simgelerin yenidünya soluna sevimli gözükmek için çıkarıldığını, “sosyalist düzen” kelimesinin yerine “demokratik” kelimesinin kullanıldığından bahsettim. Size de tanıdık gelmiştir. Önce sosyalist ismini kullanıp daha sonradan da içerisinde demokratik kelimesini kullanan Maocu ya da TKP paralelinde gruplar mevcut. Ancak onların amacı bir yerden pasta tırtıklamak değil. Kendi siyasal görüşlerinin arkasına Çerkeslik giydirerek bir şeyler yapma çabası sadece. (Şuan Rosa Luxemburg  kulağımın dibinde bağırıyor. Ya sosyalizm ya barbarlık! Ama Çeçen çocuklarının çığlıkları bastırıyor sesini Rosa ablanın!)

***

Muhammed Emin Tokcan’ın Kafkasyalı kitabıydı. Kütüphanenin rafları arasında gezinirken en dipte gayri nizami bir şekilde köşeye bırakılmış bir halde duruyordu. Arka kapağına, kitabın takip fişine baktım. En son 4 sene önce ödünç alınmıştı. Kitabı karıştırırken orta sayfalarda bir not gördüm. Okuyanlar anımsayacaktır. Mahkeme tutanaklarından sonraki 2. bölümün hemen başına yazılmıştı bu not. Notu yazanın soyadını tam hatırlamıyorum. Ama kitaba bıraktığı not ve alıntısını yaptığı Nevzat Çelik şiirinin kısımları tam olarak doğrudur.

Şeyh Şamil’in, Hacı Giranduk Berzeg’in, Cahar Dudayev’in, Şamil Basayev’in, davalarını destekliyorum. Tüm Kafkasyalıların haklı mücadelesinin diğer dünya halklarına örnek olması dileğiyle… Türk İslam birliği elbet bir gün kurulacaktır. Allah-u Ekber!

Uçurumlar ki sende büyür.
Dağdır ki sende göçer.
Ben bayram derim çiçek derim.
Çam diplerine açmış kanatlarını kozalak derim.
Gül yanaklı çocuğa benzer
Yine de oğlunu yitirmek kim bilir ne garip şey anne
Her kavgada ölen benim
Bayrak tutan çarpışan
Her kadın toprağı tırnaklayarak
Doğurur beni
Özlem benim kavga benim aşk benim
Adı başka sesi başka
Nice yaşıtım
Koynunda çiçekler,
Çiçekler içinde yeni bir ülke getirirler.

Tatar Seyfettin Koz…

Arkadaşın bıraktığı bu notu okuduğumda kafasının biraz karışık olduğunu düşünmüştüm aslında. Hâlbuki asıl kafası karışık olan bendim. Çünkü aşk acısı çeken arkadaşımda, Alperen Ocaklarında takılan teyze oğlumda, lisedeki anarko-komünist arkadaşlarımda, ilk üniversitemin erken yıllarında amacı sadece okumak olan ve ana baba özlemi çeken dostlarımda dinlerlerdi bu şarkıyı. Bir nevi Ahmet Kaya bu toplumun farklı ırk ve sosyal tabakalarındaki insanlar arasında birleştirici bir rol oynamaktaydı. Ama biz onu hep bölücü olarak tanıdık. Allahu Alem…