Haber / İmdat Gibilere… Son
23:09 7 May 2016

 

İmdat Kip, benim son iki yazımın son cümlelerini çelişkili ve dolayısıyla da şaşırtıcı bulduğunu söylemiş.

Şayet benim çelişkiye düşmeyecek kadar yetkin ve tutarlı olduğumu düşündüğü için ve iki yazımın son cümleleri arasında da bir çelişki gördüğü için şaşırmışsa, bana iltifat etmek istemiş demektir, teşekkür ederim. Benim öyle bir iddiam yok, çelişkiye de düşebilirim, hata da yapabilirim, hatalarımdan da dönebilirim.
Ama benim yazdıklarımda çelişkili ve şaşırtıcı bir durum olduğunu sanmıyorum.
Şöyle ki; iki önceki yazımın son cümlesi, “Çerkes halkının yok oluştan kurtuluşu için dönüş dışında bir çözüm yoktur. Değişen şartlara göre yeni bir dönüş stratejisi oluşturalım” diyenlere yöneliktir.

Bir önceki yazımın son cümlesi ise, bizim “hesabımızı ve siyasetimizi dilek ve temenniler veya fanteziler üzerine kurduğumuzu”, “dönüşçülüğün başından beri doğru bir hesap olmadığını” düşünenlere, kısaca; “dönüş dışında bir çözüm” arayanlara yöneliktir.

Birinci guruptakiler arasında ben de yer alabilirim. İkinci grupta yer alanlar için ise başarı dilemekten başka yapabileceğim bir şey yoktur. Çünkü ben o seçenekleri ta 1968’lerden beri yeterince tartıştım ve bir çıkış yolu sunmadığını görerek bir kenara koydum.
O yöndeki sınırlı çabalar, ancak Anayurttan beslenirse, Anayurda Dönüş umuduyla ve Anayurda Dönüşe kadar olmak üzere yapılırsa bir temel bulabilir, bir anlam taşıyabilirler.

Buralarda şaşırtıcı bir durum yoktur, asıl şaşırtıcı durumu sonunda söyleyeceğim. Lakin yine de birkaç söz söylemeden geçmeyeyim.

***
İmdat gibilerin yazdıklarına kimsenin farklı anlam yüklemesine hiç gerek yok, herkes her şeyi görüyor ve anlıyor. Kaleyi içten yıkıp çökertmeye çalışanlar, yazdıklarıyla üslup ve yaklaşımlarıyla en anti-dönüşçüden daha anti-dönüşçüdürler. “Biz dönüşe karşı değiliz, isteyen dönsün ama” diyerek kendilerini kamufle etmeye çalışanlar, bence boşuna uğraşmasınlar, hiç inandırıcı olamazlar.

Ne demiş şair?
“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”.
***
Bizim “2×2=4”ümüzün ne olduğunu gayet açık yazdığımı sanıyorum ama anlamak istemeyene kimse bir şey anlatamaz.
***
Evet, biz biraz saf olabiliriz ama hâlâ “Çerkeslerin asimilasyon ve yok oluş sürecinden kurtuluşu için anavatana dönüşten başka çare olmadığı” ve “anavatana dönüşün bu işin çaresi olduğu” görüşündeyiz. “Hayır, başka çaresi var” diyen varsa çıksın ve görüşünü açıklasın, diyoruz.

***
İmdat Kip’in cümlesini ters çevirerek yazarsak; “anavatanda da işler pek yolunda olmasa” da “diasporada durumun çok daha vahim olduğu” görüşündeyiz. Bir adım daha ileri gidelim; geçmişteki yayınlarımızda da sıkça dile getirdiğimiz gibi, “Anayurda dönüş; bir yanıyla muhaceretteki Çerkeslerin ulusal yok oluştan kurtuluşu olurken, diğer yandan anayurttakilerin de ulusal yaşam sürelerini uzatacak, ulusal dil ve kültürün gelişmesine katkıda bulunacaktır” demeye devam ediyoruz.
***
Mesele bardağın hangi yanını gördüğümüzle ilgili.
Evet, Anavatanda “anadilini bilmeyen, konuşamayan bazı gençler var” ama “acaba Türkiye’de anadilini bilen genç var mı?” Ne dersiniz?
***
Elbette DÇB ile ilgili sözümüz de vardır önerimiz de. Ama bunu DÇB ile ilgili bir beklentisi, düşüncesi, hesabı olanlarla paylaşmak gerekir. Vaktiyle sivil toplum örgütü yöneticisi olma bilinci ve sorumluluğuyla hareket edemeyerek, halkın desteğini yanına alamayarak Khaberdey Adıge Xase yönetimini elinde tutamayanlara, DÇB’nin sivil unsurlarını yalnızca Khaberdey Adıge Xase’den ibaret sananlara, DÇB’nin bileşenleri olan diğer sivil toplum örgütlerini yok sayanlara bu konuda da bir şey söylemenin bir yararı olacağı kanısında değilim.

Yine de şu kadarını söyleyeyim ki, DÇB, 1822’lerdeki Jıle Tharıue Xase’den sonra Çerkes halkının kurabildiği en büyük, en geniş üst örgüttür. 125 yıldır birbirinden kopuk halk kesimlerinin bir araya gelerek bu örgütü yalnızca kurabilmiş olması bile başlı başına bir başarıdır. DÇB’siz geçen 125 yıl içinde Çerkes halkının dünya genelinde neler yapıp yapamadığı da ortadadır.

DÇB yerine daha iyisini kurmak bir yana artık bir benzerini bile kurma olanağı yoktur. Yapılması gereken, DÇB’nin, üye dernek ve federasyonlarla birlikte yeniden yapılandırılmasıdır. Anayurttaki derneklerin, kayıtlı üyeleri bulunan, bütçeleri üyelerine ve toplum tabanına dayanan gerçek birer sivil toplum örgütü olarak yeniden örgütlenmesidir. KAFFED ve bağlı derneklerin, gerektiğinde Türkiye’nin 7 bölgesinde onbinlerin katıldığı mitingiler düzenleyebilecek biçimde örgütlülük düzeylerini yükseltmeleri, üye sayılarını yüzbinlerin üzerine çıkarmaları, düzenli bir gelir kaynağına sahip olmayı, bu kaynaklarla DÇB’nin bütçesini oluşturup etkili bir şekilde denetleyebilmeyi başarabilmeleri gerekir. Bu takdirde DÇB ve bileşenleri hep birlikte halkımızın demokratik gücünü harekete geçirebilecek, cumhuriyetlerimiz başta olmak üzere içinde bulunduğumuz devletler nezdinde sağlıklı, etkili girişimlerde bulunabilecek, böylelikle ulusal sorunlarımıza barışçı yollardan çeşitli düzeylerde çözümler üretebilecektir.
***
İmdat Kip “Biz vatanlarında kalıp yaşamaları mümkünken tası tarağı toplayıp kaçanların çocukları mıyız? Siz gerçekten sürgün ve soykırıma inanıyor musunuz?” diyor. Benim sürgün ve soykırıma ne kadar inanıp inandığımı defalarca yazdım.

Ama burada başka bir şeyi daha belirteyim. 1997-1999 yıllarında Adıgey Cumhuriyeti’nde üniversitede ders verirken, ilk tanışma dersinde kısaca kendimi tanıttıktan sonra; “Ben niçin Türkiye’de doğdum? Benim ailem niçin Türkiye’de yaşadı, yaşıyor?” diye sorup öğrencileri cevap vermeye zorladığımda, bir öğrencinin muhtemelen sınıfa da tercüman olarak verdiği cevap, aynen İmdat’ın sorusundaki gibi bir cevaptı: “Neden olacak? Bizim atalarımız cephede savaşırlarken, sizin atalarınız onları cephede düşman karşısında bırakıp, kaçıp gittiler de ondan” deyivermişti. Bu, Adıgey’de idi. Khaberdey’de başka şeyler de söylenebilir.
Algı buysa veya böyle bir algı var ise, bunu görmezden gelmek yerine düzeltmek için çaba göstermek, o ataların alt-soyları olarak bize düşmez mi?

Çarlık Rusyası’nın sıcak denizlere inme, dünyaya egemen olma hayaliyle topraklarımıza göz diktiği, onu ele geçirmek için elinden geleni yaptığı, atalarımızı topraklarımızdan sürdüğü inkâr edilemez bir gerçektir. Ne var ki, yine de her şeyi bundan ibaret görmek eksik olur. Ne ufuk açıcı olur ne de çözüme yardımcı.

Son olarak gelelim asıl şaşırtıcı olan meseleye.
Evet, asıl şaşırtıcı olan, beni içtenlikle uyaran kimi dostlarımın tespit ettiği durumdur.
Onlar özetle diyorlar ki; “Sen onları ilk gençlik yıllarındaki gibi iyi eğitim görmüş, saf, iyi niyetli, temiz yüzlü, sempatik insanlar olarak görüyor, bu varsayımla ulusal sorunlarımızın çözümüne bir katkı sunabileceklerini umuyor olabilirsin. Ama kimin, ne zaman, ne yaptığı ortadadır. “Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz”. Son 25-30 yıl içinde ne yapıp ettikleri bilinen, bu yüzden ne devlet ne de toplum nezdinde bir karşılıkları olmayan, hatta toplum içine girmeye bile yüzleri kalmayan, yalnızca kendilerini gündeme taşımak ve avutmak için polemik arayan bu insanlara sen nasıl alet olabilirsin!? Şaşırıyoruz doğrusu!”
Evet, galiba, dostlarım haklı.
Her fırsatta yalnızca bardağın yarısının boş olduğunu vurgulayıp duranlara, nasıl doldurulabileceğine dair bir görüş, öneri ve çaba ortaya koymayanlara, dahası, bardağın dolması gibi bir dertleri bile olmayanlara, kısaca İmdat gibilere bunlar son sözlerim olsun.
Fahri Huvaj

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar