Haber / İmdat Gibilere Cevap Gibi
13:42 11 March 2016

Fahri Huvaj  

“Çerkes olarak doğmuş olmanın ve Çerkes kalmanın pek de önemli olmadığını” düşünenlerin “Anayurda Dönüş” tezimize karşı çıkmaları, dönüşçülere saldırmaları anlaşılır bir şeydir. Hasbelkader Çerkes olarak doğmuş olmakla birlikte bir ulusal amacı ve hedefi olmayan, bu nedenle kimseye karşı bir sorumluluk duymayan insanlar oturup ulusal konularda ahkâm keserek, hiçbir öneride bulunmadan her öneriye bir kulp takarak tatmin olmaya çalışabilirler.

Çerkes olmanın ve Çerkes kalmanın önemli olduğunu düşünen, bunun için “Anayurda Dönüş” dışında bir çözüm olmadığını da gören ama “Anayurda Dönüşü”, orada yeni bir düzen kurmayı, yeni bir mücadeleyi kişisel olarak göze alamayanları da, bunu deneyip başaramayanları da anlamak mümkün.

Ama Çerkes olarak doğmuş olmanın ve de çerkes kalmanın önemini ve gereğini kavramış, bunu sağlamak için muhacerette birtakım savaşımlar içinde yer almış ve nihayet bu amaca hizmet için kalkıp anayurda dönmüş, burada iyi-kötü bir düzen kurmuş veya kurmaya çalışan insanların “dönüşçülere”, özellikle de yarım yüzyıl önce “Anayurda Dönüş” tezini ortaya koymuş, bunun anlaşılıp benimsenmesi için karınca kararınca emek vermiş, mücadele etmeye çaba göstermiş insanlara “adeta bir istikrar abidesi olan duayen dönüşçüler”, “sayıları çok azdır ama nitelikleri yüksektir. Tek üyeli birkaç grupturlar. Otuz yıl önce ne demişlerse doğrudur, bugün de aynı yerdedirler” gibi ironik küçümsemelerle laf sokuşturmalarına, kara çalma çabalarına anlam vermekte güçlük çekiyorum.

Aslında bütün bunlarda anlaşılmayacak bir durum yok da denilebilir. Çünkü sorunlara yeni koşullarda doğru, gerçekçi ve gerçekleşebilir yeni çözümler veya çözüm için yeni yöntemler üretemeyenlerin klasik davranışları bellidir: 1. Ya sus-pus olup kenara çekilirler; a) belki çözüm arayışlarını sessizce sürdürmeye çaba gösterirler; b) belki de bir şey üretemeyerek silinip gider, tarih sayfalarında unutulup kaybolurlar; 2) Ya dedi-kodu üretirler, herkesi arkasından gizli gizli çekiştirip karalamaya, ona buna çamur atmaya çalışırlar; 3) Ya da eleştiri görünümü altında birilerine sataşma, kara çalma çabalarına girerek kendilerini bir şey yapmış sanıp avunmaya, tatmin bulmaya çalışırlar.

Ne yazık ki, toplumumuz, uzun zamandan beri, özellikle 1970’lerde kısmen bir tür doping etkisi yaratmış olan “Anayurda Dönüş” önerisinin ve idealinin, örgütlü bir hareket olarak gelişme olanağını kaybettiği 1980’lerden bu yana ulusal varoluş için yeni bir çözüm veya çözüm için etkili bir yöntem ve strateji üretemez durumdadır, bitkisel hayat içinde, yaklaşan ölümünü bekleyen umarsız hasta görümündedir.

Güncel konumuza dönersek; İmdat kardeşimizin “Guşıps” adlı internet sitesinde yayınlanan “Kriz ve Dönüşçüler” başlıklı 22.01.2016 tarihli yazısını biraz geç gördüm ve doğrusunu söylemek gerekirse, hemen cevap vermek için de fırsat bulamadım.

Herkes, Türkiye ile Rusya arasında baş gösteren uçak krizini analiz etmeye kalkışabilir. Kimileri “herkesin görebileceği, bilebileceği şeyleri yeni bir şeymiş gibi ortaya koymanın yararı yok” diyerek, kimileri görmezlerin farklı fil tanımlamalarına benzer bir garabet ortaya koymuş olmaktan çekinerek görüş ve düşüncelerini ortaya koymaya gerek görmeyebilir.

Böylesi durumlarda sağlıklı bilgilere ulaşmadan yapılacak aceleci analiz ve değerlendirmelerin, yarar yerine zarar da getirebileceğini, kendimizi, pozisyonumuzu ve gücümüzü dikkate almadan atacağımız her adımın halkımıza ne getirip götüreceğini hesap etmemiz gerektiğini düşünüp bekleyenler de olabilir. Elbette “herkes fikrini ortaya koysun, çoğunluğun fikri örtüşüyorsa belki olumlu bir etki de yaratabilir” düşüncesiyle hareket edenler de çıkabilir.

Keşke dünya olaylarını, iki ülkenin tarihsel jeo-politiğini, eko-politiğini iyi izleyen, uçak krizine ilişkin yeterli verilere ulaşabilen yetkin birileri çıksa da Türkiye ile Rusya’yı savaşın eşiğinden alıp, yeniden can-ciğer kuzu sarması durumuna getirecek, Erdoğan ve Putin’i Nobel Barış Ödülü adaylığına taşıyacak olağanüstü etkili bir analiz ortaya koyabilse de başta biz (Çerkesler) olmak üzere herkesi, dünyayı büyük bir sıkıntıdan, badireden kurtarabilse.

Örgütsel bir yapı içinde olmadığımıza, dolayısıyla örgütümüze ve birbirimize karşı bir sorumluluk taşımadığımıza göre herkesin istediği gibi davranmasına kimsenin diyecek sözü olamaz. Bütün bunlarda bir sorun yok. Asıl benim takıldığım sorun, bu tür çabalara girişilirken bir punduna getirip “dönüş tezine”, “dönüşçülere”, “dönüşün duayenlerine” dokundurulmaya, sataşılmaya, laf sokuşturulmaya çalışılmasıdır.

Yanlış anlaşılmasın, “dönüş tezi” de, “dönüşçüler” de, “dönüşün duayenleri” de elbette eleştirilebilir. İsteyenler, uçak krizine veya bir başka olaya yamayıp bulamadan, adam gibi oturup, dönüş tezini eleştirebilirler. Ama eleştirirken, neresinin, niçin yanlış olduğunu, doğrusunun ne olduğunu/olması gerektiğini de ortaya koymak gerekir. Aynı şekilde “dönüşçüler”, “dönüşün duayenleri” eleştirilirken de hangi olanaklara karşın kimin/kimlerin nerede, ne zaman, neleri, nasıl yanlış yaptıklarını, hangi olanaklarla nelerin, ne zaman, nasıl yapılması gerektiğini de ortaya koymak gerekir.

Bana göre böyle olmayan eleştiriler eleştiri değil, olsa olsa sataşma, kara çalma, suçlama vb olabilir ve pek dikkate alınmayı da hak etmezler, çoğu zaman da dikkate alınmazlar zaten.

Öyle görünüyor ki, “Anayurda Dönüş” tezimizi ve bu uğurdaki mücadelemizi galiba İmdat’a da kavratamamışız.

Bildiğim kadarıyla kimse “vatana dönmek için yanıp tutuşanların moralini” bozmaktan söz etmedi. Çünkü onlar ya zaten Anayurda dönmüşlerdir veya İmdat’ın yazısından etkilenmeyeceklerdir. Ama belki “vatana dönsek mi dönmesek mi?” ikilemindeki kararsızların, anayurda dönüşü göze alamayanların, belki bu konuyu henüz gündemine alamamış olanların moralini bozmaktan, onları “anayurda dönüş” düşüncesinden uzaklaştırmaktan söz edilebilir. İmdat gibi deneyimli dönüşçülerin bunlar üzerinde daha etkili olabilecekleri de tartışılmaz.

Elbette her yerde olduğu gibi, Anayurtta ve RF’nda da sorunlar vardır. Kimi sorunlar bir yerde, kimi sorunlar başka bir yerde daha fazla/az, kolay/zor olabilir. Unutmamak gerekir ki, sorunların çözümleri de vardır. Sorunlar var diye gerçek değişmez. En büyük gerçek, ister iyi olsun ister kötü, Çerkesya Çerkeslerin Anayurdu’dur. Burada buluşup bütünleşilmedikçe asimilasyon, yok oluş önlenemez.

Evet, “dönüşçü” aslında daha SSCB yıkılmamışken Türkiye’de ortaya çıkan ve Çerkeslerin asimilasyondan kurtulup varlıklarını sürdürmelerinin sadece anavatan Kafkasya’ya dönerek mümkün olacağını savunan bir siyasi gruptu”, hatta örgütsüz doğal bir gruptu ve 1980 darbesiyle dağıldı, bir daha da toparlanamadı. Birçok güçlü devrimci örgütün de dağılıp toparlanamadığı gibi. Ama “Anayurda Dönüş” tezi bir tez, bir ide olarak halâ ortada ve ortada olmaya da devam edecek.

İmdat’ın (ve benzerlerinin) “Anayurda Dönüş” tezimizi yeterince kavramadığı, verdiği yanlış Nasreddin Hoca örneğinden de belli. Biz  “30 yıl önce” (aslında 45 yıl önce)  yaşımızı söylemedik ki, bugünkü durumumuz Nasrettin Hoca örneği ile ti’ye alınsın.

Biz 45 yıl önce annemizin adını söyledik. İnsanın annesinin adı doğarken ne ise ölürken de aynı değil midir!? İnsan “30 yıl önce annesinin adının Ayşe olduğunu söylemişti, 30 yıl sonra halâ Ayşe demeye devam ediyor” diye eleştirilebilir mi!? İnsan, annesinde eleştirilebilecek birtakım hususlar var diye veya başka güzel anneler gördüğü için annesinden vazgeçebilir mi!?

Haydi, İmdat “matematiğine çok güvendiğine” göre matematik örneğiyle açıklayalım. Biz 45 yıl önce 2 X 2 = 4 demişiz. İnsanlık bin yıllardan beri iki kere iki dört eder demeye devam ediyor. Bu eleştirilecek bir durum olabilir mi!?

Ne demişiz 45 yıl önce? “Çerkeslerin Anayurdu Çerkesya’dır. En kısa sürede en çok sayıda insanımızın anayurda dönüşünü sağlayabilirsek asimilasyondan, ulusal yok oluştan kurtulabiliriz. Aksi takdirde önce muhacerette sonra da Anayurtta asimilasyon, ulusal yok oluş kaçınılmaz olur”. Evet, bize göre bu, 2 X 2 = 4 gibi bir gerçektir. Bu gerçek, yıllara göre değişmez. O kadar ki, Çerkesler dillerini, kültürlerini, ulusal kimliklerini tümüyle kaybedip yok olduktan sonra bile değişmeyecek, sadece somut bir örnekle daha kanıtlanmış olacaktır.

Bu, anayurdumuzun içinde yer aldığı federasyonun başına kimin geçtiğine, bu federasyondaki yönetim biçimine göre de değişmez. Sosyalizm varken de aynıydı, kapitalizm yerleştirilmeye çalışılırken de, demokrasi mücadelesi düşleri görülürken de hep aynıdır, aynı olacaktır.

Bu durumda birilerini uzağı veya yakını görememekle suçlayanların, öncelikle kendilerinin ve kimlerin hem uzağı hem yakını göremediğini bir daha düşünüp değerlendirmelerinde yarar vardır.

Elbette değişen koşullara göre yeni stratejiler, yöntemler, taktikler geliştirilebilir ama ana amaç ve hedef değişmez. Ana amaç ve hedef, “Ulusal varoluş için Anayurda Dönüş”tür. Bu amaç ve hedefe ulaşabilmek için nelerin, ne zaman, kimlere karşı, kimlerle birlikte, nasıl yapılması/yapılmaması gerektiği, bir strateji, yöntem ve taktik sorunudur.

Biz, “çözüm dönüştür” dedik. Hiçbir zaman dönüş için bir yöntem dayatmadık. “Nasıl dönülürse dönülsün, yeter ki dönülsün” dedik. Elbette BM., AB. vb. uluslararası ilişkiler kapsamında veya Türkiye ile Rusya arasındaki bir anlaşma ile planlı bir dönüş ve rehabilitasyon programı uygulanabilse en iyisi olurdu, belki halâ da olabilir. Dönüşe inananlar, bir yandan bunları sağlamak için çaba gösterirken bir yandan da bunları beklemeden kooperatif çatıları altında güç ve olanaklarını birleştirerek en kısa sürede en çok sayıda insanımızın anayurda dönüşünü sağlamaya çalışsalardı her halde şimdikinden çok daha fazla diaspora insanımız anayurdumuzla buluşmuş olurdu. Ve nihayet kendi kişisel/ailesel olanaklarıyla dönen ve dönme çabası içinde bulunan insanlarımızın da “bavul turizmi” olarak değerlendirilip küçümsenmesini asla doğru bulamayız. Önceden dönüşçü olsun-olmasın bu şekilde anayurda dönen herkesin, anayurda dönüş aleyhinde sistematik bir anti-propaganda çabası içinde olmaması koşuluyla, saygı ve takdirle anılmayı hak ettiğine inanıyorum. Siz başka bir yöntem buldunuz da bunlar bu yöntemi sabote ediyorlarsa o zaman onlara hep birlikte karşı çıkalım. Kaldı ki, sonuçta siz de onlardan biri değil misiniz!? Buyurun, siz başka bir çözüm yöntemi önerin. Hep birlikte ona omuz verelim.

Evet, biz, anayurda dönüş için düşmanca duyguları depreştirebilecek kavgacı, çatışmacı yöntemler yerine, barışçı, hukuksal, diplomatik ve demokratik mücadele yöntemlerinin daha doğru ve yararlı olacağını, bu kapsamda iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi olmasının Anayurda Dönüş için elverişli bir ortam oluşturduğunu, bunu bozacak şeylerden kaçınmamız gerektiğini, buna aykırı söylem ve eylemlerin yanlış olduğunu söyledik. Ne yazık ki, son 15-20 yıldan beri var olan bu elverişli ortamı değerlendiremedik.

“Bu düşünce, strateji ve yöntem yanlıştı” diyenler varsa, şimdi onlara gün doğdu; iki ülke arasındaki ilişkiler en gergin ve kötü dönemlerinden birini yaşıyor. Buyursunlar, bu gergin ortamı değerlendirsinler, sorunlarımıza daha doğru, geçerli ve etkili bir çözüm veya strateji üretsinler.

Bana göre hala Çerkesler olarak, en azından her iki ülkenin yurttaşı olan veya olmak isteyen dönüşçü Çerkesler olarak bizim yapmamız gereken şey, gücümüz ve potansiyelimiz ölçüsünde etkili bir örgütlülük düzeyine ulaşarak, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesine katkıda bulunmaya, aralarında bir barış köprüsü oluşturmaya çalışmak, hiç değilse aralarını açacak söylem ve eylemlerden kaçınmaya dikkat etmek olmalıdır.

Öte yandan dönüşçüler (hiç değilse “duayenler”) olarak bizim en belirgin özelliğimiz demokratlığımızdı. Hatta Anayurda Dönüş mücadelesi verdiğimiz yıllarda devrimci muhaliflerimiz tarafından suçlandığımız noktalardan biri de bu idi; “bu kadar da demokrat olunmaz ki!” diyorlardı bize. Şimdi “bir diğer özellikleri ise otoriterlikleri ve tekelcilikleridir. Vatan hakkında konuşulacak her şeye bunlar ayar vermelidir” demek suretiyle kalkıp bizi diktatörlükle suçlamak, ya olayları doğru kavramamak ya da en azından haksızlık ve insafsızlık olur. Çerkeslerin asimilasyon veya ulusal yok oluş sorununa kim, hangi başka çözümü veya çözüm için hangi yöntemi önermiş de “hayır” demişiz!?

Matematiği kuvvetli, uluslararası ilişkiler bilgi ve tecrübesi, politoloji ve diplomasi bilgisi ve uzmanlığı, demokratik mücadele deneyimi yüksek olanlar, oturup ulusal sorunumuza varsa yeni bir başka çözüm ya da bu çözüm için daha elverişli bir strateji ve yöntem üretsinler, biz de şapka çıkaralım. Veya karşı çıkarsak, katılmazsak, arkalarında saf tutmazsak o zaman kalkıp suçlasınlar, eleştirsinler, mahcup olalım.

“Bir zamanlar 2 X 2 = 4 eder demiştiniz. Neden şimdi çok bilinmeyenli denklemlerin de çözümünü bulmuyorsunuz?” denilmek isteniliyorsa, her halde bu da insafla kadirbilirlikle bağdaşmaz. Biz bulabildiğimizi bulduk ve ortaya koyduk. Önemli ölçüde benimsendi, bir ölçüde de gerçekleşti. Daha iyisini bilen, bulan varsa ortaya koysun. Merak etmeyin, biz de engel olmayız, kimse de engel olamaz.

Bizim yanıldığımız kabul edilse bile, nerede yanıldığımızı ve doğrusunun ne olduğunu ortaya koymak gerekmez mi!? Haydi yine matematikten, bu kez geometriden hareket edelim. Uzay geometrisinde Rieman “üçgenin iç açıları toplamının 1800’den farklı” olduğunu bulduğunda, daha önce “üçgenin iç açıları toplamı 1800’dir” diyen Öklid’i kimsenin suçlamaya kalktığını sanmıyorum. Pratik ve teorik olarak her iki geometriden de yararlanılmak suretiyle eğitimler verilmeye devam ediliyor, yeni teknolojiler geliştirilmeye çalışılıyor.

Dönüşçüler somut gerçekleri görmezden gelmezler veya inkâr etmezler. Biz diasporada bulunuşumuzun temel nedeninin Çarlık Rusyası’nın kolonyalist baskıları olduğunu hiçbir zaman görmezden gelmedik, inkâr etmedik. Tersine, hep ifade ettik. Ama toplumsal, kitlesel olaylar karmaşıktır, yalnızca bir nedene bağlayıp işin içinden çıkıvermeye çalışmak, bir yandan işin kolayına kaçmak olur, bir yandan da kurmaya çalıştığınız kum tepeleri estirilen bir rüzgârla çöküp gidebilir. Her toplumsal olayda belirli temel neden(ler) ve onu(onları) etkileyen, pekiştiren, etkisini arttıran tali nedenler olabilir. Tüm kabahati yalnızca bizim dışımızdaki birine atarak işin içinden sıyrılmaya çalışmak, kendi kabahatimizi görmemek veya görmezden gelmek şark kafasının işidir. Çözüm ve strateji üretebilmek için sorunu tüm yönleriyle görüp kavramak gerekir.

Evet, biz 70’li yılların başında, anayurdumuz ve oradaki ulusal yaşam hakkında hiçbir şey bilemediğimiz yıllarda, yaşadığımız ulusal travmanın, trajedinin karmaşıklığına ve araştırılıp incelenerek netleştirilmesi gerektiğine dikkat çekmek için “Kamçı” gazetesinde tırnak içinde “Büyük Göç” kavramını kullanmış olabiliriz. Unutulmasın ki, o zamanlarda “sürgün”, “soykırım” kavramlarını kullanmak kimsenin aklına bile gelmiyordu. Hatta rahmetli Vasfi Güsar, “Büyük Göç” kavramını kullanmamızı eleştirirken “Ne büyük göçü, büyük kaçış” diyordu. Rahmetli İzzet Aydemir, 1988’de yayınladığı kitabına “Göç” adını verebilmişti. Daha önce Ğuaze gazetesinde anayurttaki soydaşlarımıza “artık gelmeyin, vatanınızda kalın” anlamında uyarı yazıları yer alıyordu. Ve nihayet anayurdumuzda sayısal olarak az olmakla birlikte bir Çerkes kitlesinin kalabildiği ortaya çıktı, demek ki, anayurtta kalabilmek de bir ölçüde mümkündü.

Yine unutulmasın ki, “sürgün” ve “soykırım” kavramlarını da belki ilk kez kullananlar yine dönüşçüler olmuştur. “Çerkes Soykırımı” kitabı 1995 yılında dönüş görüşünün etkin olduğu Kaf-Der tarafından Ankara’da yayınlanmıştır ve her ne kadar hiçbir yerinde adım yazılı olmasa da o kitabın yayınlanmasında şahsen benim emeğim ve katkım, her halde yazarları ile profesyonel çevirmeninden sonra üçüncü sırada gelir. Önsözü de benim kalemimden çıkmıştır.

Kaldı ki, “sürgün” ve “soykırım” kavramları halâ, çok teknik hukuksal ve siyasal kavramlardır. Bu kavramların güçlü birer silah olarak kullanılması da, birer mantar tabancası kadar etkisiz kalması da, ters tepmesi de mümkündür. Yani ne zaman, nerede, niçin, nasıl kullanılması gerektiği, temel amaç ve hedefimiz, ulusal yaşamımız açısından ne getirip götüreceği iyi hesaplanmadan ulu-orta kullanılırsa, en azından aşınma, yalama olma, beklenen yararı sağlayamama riski vardır.

“Yirmi küsur yıllık dönüş hikayelerini bireysel masallardan ibaret” saymak, “dönüşçülük meselesinde, şu ana kadar yaşananları ‘sıfıra sıfır elde var sıfır’” olarak değerlendirmek en azından haksızlıktır.

Yirmi küsur yıldır Anayurda dönmüş olanlar (İmdat da dahil), “bireysel masallar değil”, somut birer hakikat, birer başarılı mücadele örneği olarak Anayurdumuzda yaşamaktadırlar.

Öte yandan doğada yapılan hiçbir şey anlamsız ve karşılıksız değildir. Anayurda Dönüş çözümünü önermemiz de boşuna olmamıştır. Nitekim ulusal sorunumuzun halâ “Anayurda Dönüş” ekseninde tartışılıyor olmasında, önceden dönüşçü olmayanların bile Anayurda dönmüş olmalarında bunun etkisi inkâr edilemez.

Bence özgün bir çözüm ve strateji veya yöntem üretebilenler, dönüşçülere (“duayenler”e) sataşmadan da, çamur atmaya kalkışmadan da, bunları ortaya koyabilir ve savunabilirler. Belki o zaman çok daha inandırıcı ve kucaklayıcı da olabilirler.

Her halk layık olduğu şekilde yönetilir, diye ifade edilen bir genel kural vardır.

DÇB’yi de doğru tahlil etmek gerekir. DÇB belki Şhalaho Abu ve rahmetli Akbaş Boris dönemi bir ölçüde dışta tutulursa her zaman devlet öncelikli bir örgüt olarak çalışmıştır.

İlk başkanımız rahmetli Khalmıkh Yura da devlet tarafından seçtirilmişti; Rusya’nın en tepedeki yöneticilerinin en yakınında çalışan, devletin en güvenilir adamlarından biriydi; RF Adalet Bakanlığı gibi bir makama da getirildi. Diğer başkanlar zaten neredeyse atanır gibi seçildiler, seçiliyorlar. Hiçbir kurucu/üye örgüt de alternatif bir aday çıkarma cesareti bile gösteremedi, gösteremiyor.

Yalnız DÇB bazında değil, dünya genelinde ciddi bir yeniden yapılanma ve örgütlenme sorunumuz ve ihtiyacımız artık kendini dayatmaya başladı.

Düşünelim bir kere, birkaç milyon (en azından temiz bir milyon) Çerkesin yaşadığı kabul edilen koskoca Türkiye diasporasında bile tüm dernek, vakıf vb. kuruluşlarımıza üye olan insanlarımızın toplam sayısı on bin civarında (haydi yirmi bin diyelim). En küçük derneğimizden Kaffed’e, DÇB’ye kadar tüm örgütlerimizin bütçeleri, çözmek durumunda oldukları sorunlar karşısında devede kulak düzeyinde bile değil. Örgütlerimiz arasında amaç ve hedef birliği olduğu da şüpheli. Yöntem ve strateji zaten kimsede yok.

Böyle bir halk ne anayurda dönüşü gerçekleştirebilir ne de ulusal var oluşunu sürdürebilir. Böyle bir toplum, başta da belirttiğim gibi, bitkisel hayat içinde, yaklaşan ölümünü bekleyen umarsız hasta gibidir.

Aydınları ulusal sorumluluklarının bilincine ermedikçe, sorumluluk üstlenmeyi göze almadıkça, toplum olarak yeniden yapılanıp örgütlenmedikçe bu durumdan bir çıkış da görünmemektedir. Kimse bütün kabahati başkalarına atarak, başkalarını karalayıp, suçlamaya, küçültmeye çalışarak büyüyemez, yücelemez, sorunlarına çözüm, yöntem ve strateji üretemez.

Gelin, iş işten geçmeden, birbirimizle didişmeleri bir kenara bırakalım, yeniden yapılanma ve örgütlenme sorunumuzu masaya yatırarak yeni bir başlangıç yapalım.

Nalçik, 31.01.2016

Fahri Huvaj

NOT: Bu yazı 03.02 ve 09.02.2016 tarihlerinde Gusips sitesinin iletişim adresine gönderilmiş, ancak ulaşmadığı bildirilince şimdi güncelliği geçmiş olmasına karşın tekrar gönderilmiştir.

 

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar