Haber / Putin dönemi, sandığımızdan çok daha erken bitebilir, Ukrayna krizi Putin’in sonunu getirebilir
18:35 3 September 2014

Rusya, her ne kadar Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS ülkeleri vasıtasıyla çok kutuplu bir dünya düzeni için kurumsal girişimlerde bulunsa da, Batı’ya meydan okuyabilmek için hâlâ fazlasıyla zayıf durumda. Rusya lideri Putin, Batı’nın Ukrayna meselesine misilleme olarak uygulamaya koyduğu yaptırımlar karşısında halktan gördüğü desteği kaybedebilir.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkesinde Ukrayna politikası ile ilgili olarak yüzde 80 halk desteğine sahip olsun ya da olmasın, Rus liderin boyundan büyük bir işe kalkıştığı giderek daha fazla netlik kazanıyor. Bu noktada sorulması gereken, Putin’in devlet başkanlığının hangi noktada savunulamaz hale geleceği.

Ukrayna’daki karışık durumun manevi ve jeopolitik arka planını bir kenara bırakırsak, bence Ruslar, Batı’nın komünizm sonrası süreçte ülkenin içine düştüğü zafiyetten yararlanarak tarihi sahasına tecavüz ettiğini düşünmekte gayet haklılar. ABD’nin Monroe Doktrini, modern uluslararası hukukla bağdaşmıyor olabilir; lakin stratejik bir çıkar çevresi oluşturabilecek kadar gücü olan herkes aynı şeyi yapıyor.

Putin’in insanlığın gelişmesi açısından çok kutuplu bir dünyanın tek kutupluluğa kıyasla daha iyi olduğu argümanında da doğruluk payı olduğu kanaatindeyim. Tek başına hiçbir güç veya koalisyon, evrensel egemenlik iddiasında bulunabilecek kadar akıllı ya da tarafsız değil.

Dolayısıyla Rusya ve diğer ülkelerin, çok kutupluluk için kurumsal bir yapı inşa etmeye girişmelerine şaşırmamak gerek. 2001 yılında Rusya, Çin ve Orta Asyalı dört eski Sovyetler Birliği ülkesi bir araya gelerek Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kurdular. 15 Temmuz 2014 tarihinde ise gelişmekte olan ülkelere yönelik resmi kredi kaynaklarını çeşitlendirmek amacıyla BRICS beşlisinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) katılımıyla Yeni Kalkınma Bankası ve bir ihtiyat fonu kuruldu.

BRICS’in “koşulsuzluk” politikası, her ne kadar henüz test edilmemişse de, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun kredi alanlara dayattığı koşulsallık ilkesini bariz bir şekilde hiçe sayıyor. Aslına bakılırsa, Çinli liderlerin, mesela Tayvan’ı tanıyan veya Tibet’in bağımsızlık iddialarını kabul eden bir ülkeye kredi verilmesini onayladığını düşünmek pek de mümkün değil.

Keza, Rusya’nın Batı’ya, en azından Ukrayna’da yaptığı şekilde, meydan okuyabilmek için hâlâ fazlasıyla zayıf olduğu da bir gerçek. Rusya’nın gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) 2 trilyon dolar civarında; 143 milyonluk nüfusu da hızla azalıyor.

Buna mukabil, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği’nin (AB) toplam 34 trilyon dolarlık GYSİH’si ve 882 milyonluk nüfusu var. Üstelik ABD’nin nüfusu hızla artıyor. Bu da Batı’nın Rusya’ya verebileceği zararın, Rusya’nın Batı’ya verebileceği zarardan çok daha büyük olabileceği anlamına geliyor.

Sovyetler Birliği, en parlak devrinde bile tek yönlü bir süper güçtü. Ekonomisi ancak ABD ekonomisinin dörtte birine eşit olan bu devlet, ABD’ye kıyasla milli gelirinden dört kat daha fazla savunma harcaması yaparak askeri açıdan kabaca bir denklik sağlıyordu. Ki, bu da sıradan vatandaşın yaşam standardına olumsuz yansıyordu.

Günümüzde ise güç dengesi daha da aleyhte. Rus ekonomisi artık daha zayıf ve silahları da eskimiş durumda. Elinde hâlâ ciddi bir nükleer kapasite mevcut, ama bunu Ukrayna’daki hedeflerini teminat altına almak için kullanacağını tasavvur etmek güç.

Dolayısıyla Putin’in, ne ele geçirdiği Kırım ve Ukrayna’nın doğusundaki Rusça konuşulan bölgeleri elinde tutabileceği ne de geri adım atabileceği bir sona doğru yaklaşıyoruz. Rusya, Batı ile ilişkilerini normalleştirmenin bir şartı olarak, bu kazanımlarından istemeden de olsa vazgeçmek zorunda kalacak. Lakin Putin, büyük olasılıkla Ukrayna’nın doğusundaki ayrılıkçılara – belki de insani yardım kisvesi altında askeri destek sağlamak suretiyle – arka çıkmaya çalışacak ve Kırım’ı vermeyi ise kesinlikle reddedecektir.

Artan yaptırımlar, azalan halk desteği

Böylesi bir tavır, Batı kaynaklı yaptırımları daha da sertleştirecek: Doğalgaz ihracatı yasakları, genel ihracat kısıtlamaları, Dünya Ticaret Örgütü üyeliğinin askıya alınması, FIFA 2018 Dünya Kupası ev sahipliğinin Rusya’dan alınması gibi tedbirler getirilmesine yol açacaktır. Halihazırda uygulanan yaptırımlar kapsamında Rus bankalarının Batılı sermaye piyasalarına alınmadığı da düşünülecek olursa, bu durumun, Rusya’nın mülk sahibi sınıfında ciddi eksiklikler yaşanmasına, yaşam standartlarının düşmesine ve büyük sorunlara yol açacağı kesin.

Rus halkının buna doğal tepkisi ise liderlerine sarılmak şeklinde tezahür edecektir. Fakat Putin’e yönelik destek, her ne kadar geniş ölçekli olsa da, o kadar derin olmayabilir. Zira Putin’in politikasının nelere mal olduğu ile ilgili çıkan tartışmalardan sonraki değil, önceki destekten bahsediyoruz. Ve o tartışmalar da, medya üzerindeki devlet kontrolü ve muhalefete yönelik baskılarla susturuluyor.

Bu noktada akıllara Ukrayna’nın tarafsızlığının teminat altına alınması, federal yapıda bir Ukrayna bünyesinde daha fazla bölgesel özerklik sunulması, Kırım’da bölgenin geleceğine dair yapılacak referandumu denetleyecek geçici bir uluslararası idare kurulması gibi muhtemel uzlaşma maddelerinin gelmesi doğal ve uygun olur.

Burada mesele, Putin’in böyle bir paketi ne ölçüde kabul edeceğinden ziyade, kendisine bu seçeneklerin herhangi birinin sunulup sunulmayacağında yatıyor. Batı artık Putin’in söylediklerine inanmıyor. ABD Başkanı Barack Obama, Rus lideri alenen yalan söylemekle suçladı.

Bir zamanlar Rusya’nın Avrupa’daki en güçlü destekçisi olan Almanya Başbakanı Angela Merkel, basında çıkan haberlere bakılırsa, Putin’in hayal dünyasında yaşadığını söyledi. Görünen o ki, Putin’in Malezya Havayolları’na ait MH17 sefer sayılı yolcu uçağının düşürülmesi konusunda Ukrayna hükümetini suçlaması, Merkel için bardağı taşıran son damlaydı.

Tüm liderler bir yere kadar yalan söyler ya da gerçekleri gizler. Ama Kremlin’in yaptığı dezenformasyonun boyutu had safhada. Dolayısıyla sorulması gereken asıl soru şu: Batı, Putin ile barış yapmaya hazır olacak mı?

Dış siyasette atıldıkları maceralar yenilgi ile son bulan liderler, genellikle bulundukları mevkide fazla kalamazlar. Ya 1964’te Sovyetler Birliği Merkez Komitesi’nin Nikita Kruşçev’i istifaya zorlaması gibi resmi mekanizmalar yoluyla ya da gayri resmi yollardan koltuklarından edilirler. Putin’in iktidar elitinde de kırılmalar başlayacak – ki aslına bakılırsa, o süreç çoktan başlamış bile olabilir – ve kenara çekilmesi yönündeki baskılar artacaktır. Ülkenin de kendisi ile beraber dibe batmasına gerek olmadığı Putin’e de söylenecektir.

Daha birkaç ay öncesine kadar imkansız görünen böyle bir senaryo, Ukrayna’daki oyun sona yaklaşırken şimdiden şekilleniyor olabilir. Putin dönemi, sandığımızdan çok daha erken bitebilir.

Robert Skidelsky

http://aljazeera.com.tr/

Bu makalenin ilk nüshası Project Syndicate tarafından yayımlanmıştır.

Robert Skidelsky, İngiliz Lordlar Kamarası Üyesi ve Warwick Üniversitesi Öğretim Üyesi. 1983, 1992 ve 2000’de üç ciltlik John Maynard Keynes biyografisi yaımlayan Prof. Dr. Skidelsky, bu çalışmasıyla Lionel Geber Uluslararası İlişkiler Ödülü ve Dış İlişkiler Konseyi Uluslararası İlişkiler Ödülü’ne layık görüldü.

Comments are closed.

HABER / En Çok Okunanlar