Erkek kulübünde siyaset mümkün mü?
16:09 Bugün

Prof. Dr. Serpil Çakır, Aralık 2013’de Versus Yayınları’ndan çıkan kitabı “Erkek Kulübünde Siyaset”le kadınların sorunlarını mercek altına alırken Türkiye’de kadın hareketinin eril siyasete verdiği tepkiyi ortaya koyuyor. Kitabın yazarı Prof. Dr. Serpil Çakır ile kitabını ve bugünün Türkiye’sinde kadının yerini Agos gazetesinden Sıla Sezge Çınar konuştu.

Kadınların toplumdaki ve siyasetteki rolleri ve bu rollerin görünmez kılınışları, günümüz iktidar mekanizmalarıyla ilişkilerinde inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Kadınların yaşadığı şiddet, ayrımcılık ve adaletsizlikler; yaşadığımız evde, çalıştığımız işte, bindiğimiz tramvayda, okuduğumuz okulda, yemek yediğimiz restoranda, televizyonlarda, gazetelerde ve elbette parlamentolarda her gün yeniden inşa ediliyor. Yaşadıkları deneyimler -savaş, evlilik, ticaret, seyahat, fabrika işi gibi-, uluslararası siyasette “human interest” (insana değin hafif, magazin haberler) olarak anılıyor. Bu yüzden çoğu topluma hakim olan süreçler başta siyaset olmak üzere, para biriktirme, silahları denetleme ve kamusal kişilikler haline gelme fırsatlarına asıl olarak erkeklerin sahip olmasını sağlıyor. Tam da bu noktada, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Serpil Çakır, kadınların sorunlarını mercek altına alıyor. Aralık 2013’de Versus Yayınları’ndan çıkan kitabı “Erkek Kulübünde Siyaset” , Türkiye’de kadın hareketinin eril siyasete verdiği tepkiyi ortaya koyuyor. Kitabın yazarı Prof. Dr. Serpil Çakır ile kitabını ve bugünün Türkiye’sinde kadının yerini konuştuk…

Osmanlı Kadın Hareketi eserinizde, tarihin unuttuğu kadınların mücadelesini gün yüzüne çıkardınız; bu kez ise siyasal söylemlerin merkezinde yer alan, fakat aynı zamanda onun en dışına itilen kadınların siyaset çemberindeki yerini ele alıyorsunuz. Kadınların siyasetle olan ilişkisine dair çalışmalarınızın serüveni nasıl başladı; hangi sorular, hangi kaygılar sizi bu çalışmaya yöneltti?

Aslında ikisi de siyasetle ilişkili. Kadın hareketine bakmak da siyasetle ilişkili bir konuydu. Kadınların geçmişte kendi hayatları için, kendilerini gerçekleştirmek için birey olma mücadelesini anlatıyordu ilk çalışmam. O zaman düşündüğüm de, bir de doktora teziydi; bugüne bakmak, kadınların neler yaptığını görmek için geçmişi bilmek gerekir diye düşünmüştüm. Geçmişi bildikten sonra geleceğe bakacağım dedim. Önce geçmişte ne yapmış bu kadınlar diye sordum. Hep o söylenen söz vardı ya; kadınlar hiçbir şey yapmamışlar, haklarını bilmiyorlar, mücadele vermedikleri için de haklarının kıymetini bilmiyorlar diye. Bu sorular gerçekten doğru muydu? Onu doktora tezimin konusu haline getirmiştim. Böylece Osmanlı kadın hareketini çalıştım. Sonra kadınların tarihte verdikleri mücadeleleri gösteren örnekler; dernekler, dergiler, konferanslar gibi onları bir dönem olarak çıkardım. Tezime de konu oldu. Biraz tarih yazımı, biraz kadın çalışmalarında yöntem gibi. Çünkü kadın çalışmaları disiplini, giderek genişlemeye başladı ve hem sosyal bilimlere hem de toplumsal ve siyasal yaşama ciddi eleştiriler getirdi. Kadınların özgür ve eşit oldukları bir dünya nasıl olabiliri soruyor kadın çalışmaları disiplini; bu açıdan baktığımızda bunun örnekleri için yöntem bilgisi ve teorisiyle ilgilendim Türkiye’de bu alanda ciddi çalışmalar yapıldı ve bu sosyal bilimleri zenginleştirdi. Ondan sonra da; siyasete katılım neden az, niye %5 i geçmedi diye sordum. En son 2007’de %14’e geldi. Fakat bu oran bir türlü kadınların toplumdaki nüfuslarıyla orantılı olamadı.

Kadın çalışmalarında genellikle sözlü tarih metodunu tercih ediyorsunuz; ”Erkek Kulübünde Siyaset” eserinizde de bu yöntemi kullandınız, sebebi nedir?

On seneden beri çalışmalarına başladığım bu kitabımda, en iyi yöntem kadın çalışmaları disiplinin açtığı yoldu; yani kadınların sözünü, deneyimini katma noktasında sözlü tarih yöntemiydi. Çünkü doğrudan deneyimi ihmal edilmiş grupların, kendi sözlerinden bilgisini ortaya koyuyor. Bu sebeple sözlü tarihi çok önemsiyorum. Anketten çok farklı. Çünkü anket bir kurgu nihayetinde. Ankette sorduğunuz soruya göre yanıt alıyorsunuz. Sözlü tarihte ise, kaynak kişiden bilgiyi alıyorsunuz.

Kadınların mücadele alanlarından, belki de en zor olanları yurttaşlık ve siyaset. Bu noktada, siyaseti “erkek kulübü” olarak görünür kılan temel unsur nedir ve bu düzen nasıl değiştirilebilir?

Kadınlar günümüzde, 1910’larda verilen siyasi mücadeleyi neden sürdürmediler ya da sürdüremediler? Türkiye’deki siyasal projeler, başka ülkelerde de olduğu gibi bir kurgu üzerinden oluyor. İmparatorluk döneminde başka bir kurgu iken, geleneksel patriarkal bir ulus modeli içinden bakılırken farklı bir kurgu oluşturuluyor. Cumhuriyet ile inşa dilen ulus devlet patriarkasından söz ediyorum. Ulus devlet eşitlikçi görünüyor ama kadınlar için toplumsal cinsiyet rolleri sürdürülüyor ve yenileri belirleniyor. Kadınların denetlendiği ve sınırlandığı bir yapı oluşturuluyor. Kadınlar toplumsal kalkınma için belli roller yükleniyor, belli haklara kavuşuyorlar ama yine sınırlar var ve kadınlar denetleniyorlar. Bu arada eğitim, siyasal haklar ve toplumsal hayata katılım artıyor; ancak medeni kanun 1926 da kabul edildiğinde belirli siyasal kültür unsurları devam ettiriliyor. Ulus dediğimiz şey esasında erkek devletten başka bir şey değil. Erkek devletin anayasası ve erkek devletin yasaları geçerli. Belirli roller ulus devlette çok önemli örneğin; kadının anne olması bir simge. Ahlak ve kültür kalıpları önemli bu noktada. Kadınlar denetleniyor ve baskı altındalar. Hareketleri denetleniyor ve parti kurduklarında kapatılıyor. Siyasetin her dönem kaynakları dağıtan bir yer olması çok önemli. Kadınlar buraya gelemiyorlar ve karar dağıtıcı olmak iktidarda olmak demek. Kaynakların dağıtımı, her zaman erkeklerin iki dudağı arasında oluyor. Askeri yönetimler sonrasında, kadın siyasetçi sayısında artış oluyor; ancak tepeden oluyor. Bu partilerin kadınlarla ilgili herhangi bir parti politikası olmadığı için, kadınların eşit vatandaş olmaları gibi temel meseleler siyasi politikalara katılmıyor. Siyasi liderler isterlerse kadınlar geliyor, istemezlerse gelmiyor. Bu her ülkede böyle işliyor aslında, bizdeki dinamikler ve dönemsel unsurlar da bunlar oluyor.

“Anne bıktık senin siyaset işinden”

Türkiye’yi dünyanın diğer ülkeleriyle karşılaştırdığımızda, bugün kadınların siyasetteki konumu nedir?

Dünyada ve Türkiye’de kadınlar her zaman mücadele ettiler. Eğitimde, çalışma hayatında aile içindeki ilişkilerde ve siyasete katılım noktasında yasalarda çok çeşitli talepler gündeme getirdiler ve önemli ölçüde de siyasi kurumlara baskı yaptılar. Sosyal bilimlerde ki feminist kadınlar da bu sorgulamayı yaptılar. Ben de feminist bakışı kullanan bir siyaset bilimci olarak, bunun işçin çalıştım. Kadınların maruz kaldığı cinsiyetçiliği ve denetlenmeyi deşifre etmek çok önemli hale geldi. Bunun bilimde de üretildiği açığa çıkarıldı. Aslında kitabım bu deşifrenin bir ürünü. Kadınların siyasette sayılarının az olmasının nedenlerinin, kendi sözleriyle bir ifşası bu kitap. Bu sadece kadınların parlamentodaki sayılarının az olmasıyla alakalı değil, kadınların aile içindeki yerlerinden toplumsal hayata ve meslek hayatlarına varıncaya kadar, maruz kaldıkları baskılar söz konusu. Kitabımın üçüncü bölümünde var olan sözlü tarih görüşmelerini de böyle kurguladım. Aile içerisinde nasıl bir toplumda yaşıyorlar. Aile okula gitmesini istemiş mi? Teşvik mi etmiş? Engellemiş mi? Örneğin bir kadın milletvekili, beş yıl boyunca üniversiteye gitmek için babasını ikna etmeye uğraşmış. Babası izin vermediği için, kendi kentinde ki üniversiteye gidiyor. Oysa çok farklı meslekleri elde edebilirler. Burs aldığı halde bir kimyacı olan kadın vekil yurt dışına gidememiş; öte yandan bir avukat olarak çalışan bir diğer vekil mobbing uğradığı için ofisten ayrılmak zorunda kalmış. En sonunda erkek meslektaşı gelip özür dilemiş, o kadar baskıya rağmen gitmedin diye. Seni gördükten sonra kızlarımın okumasını istiyorum demiş, yıllar sonra tabi. Kadınların eğitimde, çalışma hayatında yaşadığı inanılmaz zorluklar var. Hasta bakımı, ev işleri, aile ilişkileri kısacası her şeyi düzenlemek kadınlara kalıyor. Kadınların yaptıkları aile içinde meslek olarak görülmüyor. Bir milletvekili kadın anlatıyor; telefon açıyorum kızım bana diyor ki anne bıktık senin siyaset işinden artık eve gel. Bir babaya bir çocuk bunu söyleyebilir mi? Çünkü annelere biçilen roller anne ve eş olmalarından ibaret. Evde olması gereken kişi iyi anne, iyi ev kadını. Aynı zamanda dışarıda da yıldırma politikası var. Partide il başkanıyım diyor bir kadın. Toplantı bitiyor, eve gideyim diyorum çocuğum hasta; hayır diyorlar o zaman seçmeseydin bu mesleği. Ama başka birine erkek olsa mesela izin verilir; çünkü kadınları yıldırmak istiyorlar. Erkeklerin yeri çünkü siyaset; kadınların yeri değil ki! Ciddi mücadeleler veriyorlar. Bazı kadınlar çok daha sert olup, katılaşıyorlar. Bunun sebebi kadınlar buna mecbur kalıyor. Eğer feminist bilince sahip değilse; çok katı ve kuralcı oluyorlar, yanlış yapmaktan çok korkuyorlar çünkü. Mekanizmayı çözemedikleri için, eleştirilmekten çok korkuyorlar. Mesela ben pasaportum için gittiğimde,yenileme işlemi için; annemin ikinci adı yazılmıştı , bir kadın pasaport memuru ısrarla onu yazdırmamı istedi. Bir erkek memur bunu fark etmemişti bile. Sonra düşündüm neden diye? Kadınlar çok titiz ve sert olmak zorunda kalıyorlar çünkü; yanlış yapınca eleştirilmekten çok korkuyorlar. İnisiyatif almaktansa kurallar ne varsa onu uygulamak istiyorlar. Çok fazla toplumsal hareketler içinde yer almamışlarsa, sınıf bilinci, kadın bilinci vb içinde yer almamışlarsa bu tarz şeyler ortaya çıkıyor. Erkek kulübü etrafımızı kuşatmış durumda. Sivil toplum, parlamento, akademi ve daha niceleri. Karar alınan yerlerde kadınlar çok az sayıdalar. Çünkü o karar sadece çalışma hayatında değil, sosyal çevrede de ortada duruyor. İş saatinden sonra örneğin; kadın iş yemeği vb yerlere gitmekte zorlanıyor. Bir akrabam iş yemeği için geldi buraya geçen yıl, bir saatliğine görüşecektik. Sonra açıp bana bir saatten daha fazla görüşebiliriz dedi; çünkü toplantıyı ayarlayan adam aramış ve Ayşe hanım gelme istersen hep erkeğiz rahatsız olursun demiş; o da ben değil de siz rahatsız oluyorsunuz belli ki diye cevap vermiş. Bu kadın o yemeğe gitmeyerek, iş dışındaki sosyal çevresinden kadın olduğu için uzaklaştırılmış oluyor. O yemekte yaşanacak anlardan, sohbetlerden ve paylaşılacak samimiyetten mahrum kalıyor. Ertesi gün toplantıya gittiğinde sunumunu yapıp devam ediyor işine; ama ilişkiler yüzeysel kalıyor bu sebeple.

Bu yıl 8 Mart’tan hemen önce, 7 Mart’ta trajik bir şekilde İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden öğrenciniz Özge Gündoğan bir erkek tarafından katledildi. “Erkek Kulübü” her şeyden evvel kadınların yaşam haklarını ellerinden alıyor. Neler söylemek istersiniz?

Erkek Kulübü’nde kararların nasıl alınacağını erkekler belirliyor. Siyaset bireylerin sorunlarının çözüldüğü yerdir. Burayı işgal eden bireylerin politika oluşturmaları ve sorunları çözmeleri gerekiyor. Eğere çeşitlilik yoksa buralarda, insanların deneyimleri eksik kalır. Örneğin engelli olmayan bir insan, kaldırımın yükseklik sorununu bilemez ya da anne olmayan biri parkların önemini anlayamaz. Karar alan, kaynakları dağıtan insanlar arasında kadınlar yoksa, kadınların sorunları çözülemez. Kadınların grup olarak temsili, nedense parlamentoda pek düşünülmüyor. Feministler parlamentoda yer alamıyor. Çünkü siyasal partiler eleştirilmek istenmiyor bu konuda. Kadınlar olmadığı için de, sorunların çözüleceği politikalar gündeme gelmiyor. Özge’nin öldürülmesi ve şiddet meselesi çok boyutlu bir süreç. Toplumsal cinsiyet rollerinin ortaya çıkmasından başlıyor olay; televizyondaki dizilerden ders kitaplarına, siyasilerin demeçlerinden atasözlerine kadar her şey kadına ve erkeğe ilişkin rollerin ve sorumlulukların, tanımların ve kavramların ne olması gerektiğini belirliyor. Kadınların erkeğe bağımlı olduğu, erkeklerin kadınlar üzerinde sahiplik hakkının olması gerektiğini söyleyen bir ataerkil kültür ve ürünleri bu konuda belirleyici durumda. 8 Mart’tan sonra Salih Memecan’ın karikatürü vardı; 9 Mart’ı çizmiş, kadın kahve getiriyor adama, adam da neydi o dünkü havan diyor. Bu iğrenç bir şey. Kadına sorunlu bakışı normalleştiren bu anlatış kadını eziyor, yok ediyor ve sakat bir erkelik yaratıyor. Özge’yi pırıl pırıl genç bir kadını, okumak için bir sürü mücadeleyle geldiği okulda ki; siyasal bilgileri seçerek tam da karar verme mekanizmasında yer almak istediği yerin yakınlarında katlettiler! Buraya gelen Özge’nin belki de hayali başbakan olmaktı. Eski bir erkek arkadaşı hayatını cehenneme çevirerek onu sahipleniyor. Özge bundan kurtulmak istedikçe, ona hükmetmeye çalışan bu erkek, bir hayatı söndürerek bir insanın yaşam hakkını elinden aldı. Bir metin yazdık sizlerle birlikte orada ve haykırdık: “Kadınları Öldüremezsiniz” diye! Tam o süreçte bir adam eşini pompalı tüfekle öldürüp çocuğunu da ayakları altında ezerek öldürdü. Fakat basın buna, daha önce çocuğunu evde unutan anneye dediği gibi canavar yakıştırmasını yapmadı. Kadın çocuğun öldüğünün farkında olmadan emzirmeye çalışıyor, alıp hastaneye götürüyor neyi var diye. Bu nasıl bir yalnızlaştırmadır? Bu kadın canavar olurken, diğer adam cinnet geçiriyor oluyor. Canavar baba olmuyor televizyonlarda ve kimse bunu konuşmuyor günlerce. Bütün bunlar siyasetle bağlantılı. Siyasal parti liderin, kadın erkek eşitliğine inanacak ve bunun için çaba harcayacak. Siyasal partiler olmazsa olmaz bir koşul olarak, kadın konusunu ele alacak. Toplumsal cinsiyet eğitimleri zorunlu olarak verilecek, kız ve erkek öğrencilere her şeyden önce karşısındakine saygı duyması ve bir birey olmak öğretilecek. Hiç kimsenin malı olmadıkları kadınlara öğretilecek. TV dizileri ve edebiyat ürünlerinde şiddet asla olmayacak. Neden alkole sigaraya ekranlarda çiçek var da, kadına yönelik şiddette bir çarpı olmuyor ekranda? Neden bu tavır alınmıyor? Öfkelenmek gerekiyor bunlar için. Kadın erkek herkes tepki göstermeli artık. Fakültemizde biliyorsun buna karşı bir duruş oldu erkek öğrenciler tarafından. Kadınları öldürmek erkeklikse, biz erkek değiliz dediler. Toplumun her kesiminde, her yerde bu duruşa ihtiyacımız var!

agos.com.tr

Comments are closed.