8 Martta Bizim Mahalleden Kadın Halleri…

Nurdan Şahin 07 March 2020
ZERRİN TEYZE, BİZ ve SONRAKİLER

 

Hemen her ay, bir Cuma akşama doğru zil çalar ve ince topuklu pabuçları, diz altında biten dar eteği, mutlaka ipek eşarbı, kısacık saçları ve kendine özgü hoş gülümsemesiyle Zerrin Teyze kapıda belirirdi. Hepimiz çok sevinirdik; hafta sonu evde farklı bir soluk olurdu.

 

Subay bir baba ile ev hanımı bir annenin üç çocuğunun en küçüğüyüm ben. Çocukluğumda televizyon olmadığı için, ev gezmeleri pek boldu. Babamın çoğu subay, bir kısmı başka bürokratik mesleklerden arkadaşları ve eşleriyle görüşülürdü. Eşlerin hemen hepsi ev hanımıydı, arada birkaç öğretmen de vardı galiba. Görüşmelerde erkekler “memleket nereye gidiyor mirim” tartışmaları yaparken, kadınlar da daha çok yemek tarifleri, moda, çocuklar konusunda konuşurdu. Arada bir ortak sohbetler de olurdu tabii, daha çok paylaşılan geçmiş ya da planlanan geziler ile ilgili.

 

Zerrin teyze çevremdeki bütün kadınlardan çok farklıydı. Bekâr, evinde daimi bir yardımcısı olan, mesleğinde çok başarılı bu kadın, annemle olduğu kadar, babamla da – üstelik Türkiye ve dünya siyaseti üzerine- sohbet ederdi. Her geldiğinde, elinde bir kitap olurdu; eş,dost, akraba içinde, evinde duvardan duvara kütüphanesi olan tanıdığım ilk insandı.

 

Adapazarlı, Çerkes bir ailenin, biri erkek 4 çocuğunun en küçüğüydü ve annemin teyzesinin kızıydı. Annem tek çocuk olduğu için, bizim has teyzemizdi. İlk ve ortaokulu Adapazarı’nda, liseyi ise İzmit’te okumuştu. Her sabah gün ağarmadan, sabah 5 civarı kalkar, yaz kış demeden istasyona kadar yürür, oradan trene binip İzmit’e gider, akşam da dönermiş. Bu ağır koşullarda liseyi birincilikle bitirip, kendi isteğiyle İstanbul Hukuk Fakültesine girmiş. İlk üç yıl yurtta, son yıl ise bizim evde kalmış. Zerrin teyzenin yaşı, bizim evde hep böyle hesaplanırdı- ağabeyim doğduğu sene, 21 yaşında İ.Ü. Hukuk Fakültesinden mezun olmuş.

 

Sonra Adapazarı’na dönüp, bugün bile bayağı tutucu olan o küçük şehirde, ilk kadın avukatlardan biri olarak kendi ofisini kurar ve çalışmaya başlar. Evlenmeyi düşünmez; ablasının kızını daha küçücükken yanına alır, annesi ve yardımcısı ile kendine farklı bir yaşam kurar. Kolay değildir hayat; çok başarılı olması yanında, hoş bir kadındır,  güzel giyinir, kuaförü İstanbul’dadır; alışverişini İstanbul’dan yapar –ne şahane, gelince bizde kalır çünkü- bütün dikkatler üstündedir. Hayatı tekzip yayınlamakla geçer; çünkü nereye gitse, kimle görüşse taşranın dedikodu kazanları kaynamaya başlar. Sakaryaspor’un kurucularındandır; Sakaryaspora’a yeşil siyah renklerini verdiğini ise, kendi dâhil hepimiz yıllar sonra, internetten öğreniriz. Sakarya Kafkas Kültür Derneğinin de kurucularındandır. Onlarca talibi çıkar, kimseleri beğenmez. Otuzlu yaşlarının sonunda, tam da belediye başkan adaylığı teklifi almışken (sanırım CHP’den), Elazığlı bir Kürt doktor büyük çabalar sonucu direncini kırmayı başarır. Belediye Başkanlığından vaz geçip evlenir,  İstanbul’a taşınır ve hemen bir arkadaşıyla ortak bir büro tutar; tabii ki mesleğini yapmaya devam edecektir.

 

Ancak rahmetli Kazım enişte, evlenince o hayran olduğu avukat Zerrin hanımı biraz değişime zorlar. Tabii ki karısı çalışacaktır, çalışacaktır da, kocası evden çıktıktan sonra işe gidecek, o gelmeden gelecek, koca eve geldiğinde de sofra hazır olacaktır. Ayrıca sık sık kalabalık aile- aramızdaki deyişle aşiret- de ağırlanacaktır.  Kısa bir süre sonra, hamile kalır, güzel bir kızı olur ve Zerrin teyze beni ilk kez hayal kırıklığına uğratarak, çalışma “sevdasından” vaz geçer. Yaklaşık bir ay önce, 87 yaşında kaybettiğimiz bu şahane kadın,bu konuda hiç şikâyet etmedi ama ben çalışmayı bıraktığı için mutsuz olduğunu düşündüm hep. Nur içinde yatsın…

 

Bizim jenerasyonda, en azından benim çevremde, böyle bir olay yaşamadık hiç. Meslek sahibi kadınların hiç biri kocaları istiyor diye iş bırakmadı; aslında kocalar da böyle bir talepte bulunmadı. Hatta tam tersi…

 

Yabancı bir sanayii kuruluşundaki ilk işim dışında, çalıştığım sektörlerde – finans ve sivil toplum- ve işyerlerinde, hem yöneticiler- özellikle orta kademe-,  hem de çalışanlar kadın ağırlıklıydı. Hiç kadın yöneticiye bağlı çalışmadım, ama pek çok kadın yöneticiyle birlikte çalıştım. İyi eğitimli, güçlü, pozisyonları gereği iyi gelirleri olan bu başarılı kadınların birçoğunun eşi serbest çalışırdı- aramızdaki adıyla “müteşebbis” idiler. Müteşebbislerin içinde başarılı olan da vardı ama pek fazla değildi- en azından o zamanlar. Evi, esas olarak yüksek ve düzenli geliri olan kadınlar geçindirirdi. Zaten “müteşebbis” olabilmenin önkoşulu buydu. Buraya kadar garip hiçbir şey yok, hayat müşterek. Garip olan, eşlerinden genellikle daha uzun mesai yapan bu kadınlar,  işten eve döndüklerinde, evin bütün işlerini de yapar, ya da durum daha iyi ise, yardımcının yapacağı tüm işleri organize ederler; elbette çocuklarla vakit geçirir, ödevlerini kontrol ederlerdi.  Bütün bunları yaparken de aman müteşebbis eşler yanlış anlamasın, gururları incinmesin, aman bir tatsızlık çıkmasın diye gereğinden fazla hassas davranır, adeta başarılarından dolayı kendilerini mahcup hissederlerdi. Bazı kocalar “yardımcı” olurlardı ev işlerine; ama evde hayat asla müşterek değildi…

 

Bu durum, çevre tarafından da böyle benimsenmişti zaten. Çalıştığı kurumda çok üst seviye yönetici olan bir arkadaşım, sabah icra kurulu toplantısındayken, asistanı önemliymiş diye telefonu eline tutuşturmuştu bir gün. Arayan evdeki yardımcıydı; “eşiniz enginarı nasıl seviyordu, kabuklu mu kabuksuz mu? ” “ evde değil mi, neden kendisine sormuyorsun” cevabına aldığı karşılık “evde ama meşgul” olmuştu. Kadın, icra kurulu üyesi de olsa kadındı sonuç olarak, yemek sorumluluğu da ondaydı elbette.

 

Bizim çocuklarımızın hayatı nasıl olacak, gerçekten paylaşacaklar mı hayatı bilmiyorum.  Belli bir yaşa kadar olan gelişimlerini en yakın sosyal çevreleri ve hatta bir süre rol modelleri olan aileleri belirliyor, yani bizler. Ama çevremde,hem de bayağı yakın çevremde duyduklarım, gördüklerim, ebeveynler açısından pek çok şey değişse de, ataerkil zihniyetin hala damarlarımızdaki asil kanda mevcut olduğunu düşündürüyor bana.

 

Geçenlerde, üç arkadaş buluştuk; benim bir kızım, arkadaşlardan birinin 2 kızı ve diğer arkadaşımızın da bir oğlu var. Oğlu olan, bir arkadaşından bahsetti: kadının da bir oğlu varmış, bir süredir bir kızla çıkıyorlarmış: “Birkaç ay içinde, hop aynı evi paylaşmaya başlamışlar- kızlar çok rahat”mış doğrusu. Erkekler neymiş peki dedik ama pek duyulmadı. Delikanlının annesi, oturduğu şehirden kalkmış, bu genç insanlara kalmaya gelmiş 1-2 günlüğüne. Kız bir kahvaltı bile hazırlamamış! Olacak iş mi şimdi bu? “Oğlu hazırlamış mı peki” diye sordum; hayır cevabını aldım. Gençlerin ikisi de pek misafirperver değil anlaşılan da, kadın niye oğlu yerine elin kızına kızıyor, arkadaşım da onun görüşüne katılıyor doğrusu garipsedim.

 

“Kızlar gerçekten bir garip olmuş; neredeyse her gün sevgili değiştiriyorlarmış okulda” dedi ülkenin en iyi üniversitelerinden birinden mezun, yabancı bir şirkette üst düzey yönetici ve üniversitede bir oğlu olan arkadaşım. “O zaman, erkekler de bir garip “ dedim, “kızlar sevgilileri her gün okulda değiştirdiklerine göre, sizin çocuklarla oluyor bu değişim işi”. Bilinçaltında verilen cevap “ ama onlar erkek” ti muhtemelen, ama sesli cevap gelmedi, konuşma aynı minvalde sürdü gitti.

 

Diyeceğim o ki, zihniyet kolay kolay değişmiyor. Patriyarkaya karşı olan, kadın mücadelesine katılan bizim mahalleden kadınlar bile, karşısında durdukları zihniyetin izlerini taşıyabiliyor farkında olmadan. Kendimi asla bundan azade tutmuyorum (aslında bir oğlum olsaydı nasıl yetiştirirdim diye çok merak ediyorum zaman zaman) ama gençler artık bizden öncekilerin, hatta bizlerin de yaşadığı o dar denebilecek çevrelerde yaşamıyorlar çok şükür. Hem değişen dünya hem de gelişen teknoloji sayesinde, kendilerine ait, çok değişik insanları kapsayan, çok uluslu, çok kültürlü, çok renkli bir dünyaları olabiliyor. Bu zenginlik içinde, en hoş ilişkinin eşitler arasında olduğunu, hayatın tam paylaşıldığında daha anlam kazandığını fark edecekler, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele edeceklerdir diye düşünüyorum. Açıkçası bu konuda esas olarak da genç kadınlara güveniyorum. Onlar ne partnerleri istediği için işi bırakacak; ne başarılarından dolayı kendini mahcup hissedecek, ne de yukardakine benzer konuşmalar yapacaklar; kadınları da erkekleri de aynı şekilde değerlendirip, aynı kriterlerle eleştirecekler. İlişkileri de, dünyayı da daha güzele esas olarak onlar yöneltecekler.Kim ne derse desin, bugün dünden daha iyi, yarın da bugünden iyi olacak.

 

Tüm kadınların Kadınlar Günü kutlu olsun!

 

 

Comments are closed.