Ayrımcılık, önce farkına varılması, sonra da mücadele edilmesi gereken çok zararlı bir toplumsal hastalık.

Nurdan Şahin 31 October 2019
AYRIMCIYIZ, AYRIMCISINIZ, AYRIMCILAR

 

Çok üst üste geldi bu sefer… Tam da “milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz” günlerde olduğundan mıdır nedir- kendimi bildim bileli ihtiyaç duyduğumuz söylenir bu birliğe- tahammül fersah bir ayrımcılık rüzgârı esiyor ülkenin üzerinde, hem de en sertinden.

 

Önce 19 yaşında bir fidanın – Şirin Tosun’un haberini okuduk içimiz kavrularak. Aslında otobüs muaviniymiş ama ailesiyle birlikte Adapazarı’na fındık toplamaya gelmiş mevsimlik işçi olarak. Yağmurlu bir günde, fındık toplayamadıkları için arkadaşıyla çarşıya inmiş ve sadece arkadaşıyla konuştuğu için 6 kişi tarafından önce darp edilmiş, sonra da kurşun sıkılmış kafasına. Olur mu öyle şey demeyin, konuştuğunuz dil Kürtçe ise olabiliyor demek. 50 gün dayanabilmiş bedeni; hastaneden çıkamadan kısacık ömrü sona ermiş.(1) Birkaç gün sonra, bu kez Kürtçe konuştuğu için hastanede darp edilen bir yaşlı adamın haberi duyuldu; akabinde de, şahit olmadığından dosyanın kapatıldığı…

 

Sonra, Saadet Partisi’ne yakınlığı ile bilinen iki gençlik örgütünün,Konya’da, hem de büyükşehir belediyesinin otobüs duraklarına astığı afişlerin haberi geldi. Kuran’dan bir ayete referans vererek “Yahudileri ve Hristiyanları Dost Edinmeyin” uyarısı taşıyan afişler(2), sosyal medyada büyük tepki alınca kaldırıldı ve arkasından da asan örgütlerden ne dediği belli olmayan bir özür yayınlandı. Bu arada, ne seçimler sırasında demokrasi havarisi kesilen Tamer Karamollaoğlu’ndan ne de hükümetten herhangi bir tepki ya da eleştiri gelmedi bildiğim kadarıyla. Konya Büyükşehir belediyesinin açıklaması ise gerçekten evlere şenlik!(3)Sosyal medya, kim ne derse desin çok önemli bir işlev görüyor toplumsal tepkiyi yansıtmak açısından. Sosyal medya olmasaydı, muhtemelen uzun bir süre o afişler asılı kalırdı belediyeye ait o duraklarda.

 

Üçüncü ve beni bu yazıyı yazmaya zorlayan olay ise özel bir haberleşme grubunda oldu – ülkenin en iyi okullarında okumuş, eğitimli, kültürlü insanların oluşturduğu bir whatsapp grubunda. Konya afişlerinin haklı olarak yerden yere vurulduğu bu grupta,lanetlenen bu afişlerden sadece birkaç gün önce Ortadoğu sorunu ile ilgili şöyle mesajlaşmalar olmuştu, muhtemelen hiçbir kötü niyet olmaksızın, ayrımcılık yapıldığının farkına bile varılmadan:

 

…..bütün olay Tevrat’ta vaad edilen “Büyük İsrail Devleti’nin önünü açmak.. koskoca Amerika Yahudilerin oyuncağı/emir eri/piyonu rolüne indirgeniyor….

 

cümlesinin yer aldığı bir mesaja, başka bir arkadaşımız şöyle cevap vermişti:

 

“Büyük İsrail Devleti hep var, Hitler birazını yıkmıştı, ama topraksız olarak tüm dünyayı yönetiyorlar bulundukları ülkelerden”

 

Ben yaklaşık 15 – 20 dakika sonra gördüm bu yazışmaları, inanamadım. Mesaj gruplarında görüş beyan etmeyi uzun bir süre önce bırakmış olmama rağmen, dayanamayıp tepki verdim. Başka tepki veren olmadı – ne o yazılanlara, ne benim yazdığıma. O 15 dakika içinde grubu terk eden Yahudi arkadaşımızı saymazsak tabii…

 

Son benzer olay Aslı Erdoğan röportajı. Aslı Erdoğan, üstelik de söylemediği sözler yüzünden, linç edildi sosyal medyada – Aslı Erdoğan’a mal edilerek bir İtalyan Gazetesi tarafından atılan ve doğruluğu hiç araştırılmadan yandaş, muhalif,tüm medya tarafından paylaşılan ilk başlığa – Türklere okula başlar başlamaz Kürtlerden nefret edilmesi öğretiliyor – ben de bir tweete verdiğim cevapla itiraz etmiştim. Eğitim sisteminde, en azından ben ilkokuldayken – ki bu asırlar önceydi – doğrudan Kürt düşmanlığı yoktu doğrusu, ayrımcılık da. Genel olarak yok sayma vardı çünkü. Yok saydığın bir şeye ayrımcılık yapamazsın ki. Resmi tarih, resmi coğrafya, resmi yurttaşlık bilgisi okuyorduk zaten. Ne Ermeni tehcirinden haberimiz oldu yakın tarih okurken; ne 1934’de Trakya’da Yahudi vatandaşlarımızın başına gelenleri duyduk.  Ne Dersim olayları ve arkasından gelen zorunlu iskân kanunu ile ilgili bilgi verildi bize, ne de varlık vergisinden, 6-7 Eylül olaylarından, 1964 Rum sürgününden bahsedildi. Pırıl pırıl, tertemiz bir ülkemiz vardı bizim. Müslüman olmayan ülke vatandaşlarının, ilkokuldaki sevgili arkadaşımız Mati’nin, Sara’nın isteseler de devlet memuru olamayacaklarını bile bilmiyorduk mesela. Oysa bunların hepsi, ötekileştirmenin, ayrımcılığın dik alasıydı. Her gün okumak zorunda olduğumuz “andımız” da öyle. Öğrendikçe içimiz burkuldu, itiraz etmeye çabaladık. Bazılarımız ise hiç öğrenmemeyi tercih etti; yakın tarihimizin akıllarında tertemiz kalmasını istediler, aynen öğretildiği gibi. Onun için çıkıyor böyle çelişkili durumlar; öbür mahallenin ayrımcılığına hemen tepki veriyoruz da, kendimizinkinin farkına bile varmıyoruz.

 

****

 

Bu ay içinde Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin Türkiye’de Ayrımcılık Algısı raporu (4) yayınlandı; ayrımcılık tanımı ve yaşanan çelişkiler ile ilgili kısa bir bölümü aktarmak istiyorum:

 

“Ayrımcılığın bu yıllarda yapılan bir tanımına, günümüzdeki ayrımcılık pratiklerini daha iyi anlamaya olanak sağladığı için yer vermek istiyoruz: “Ayrımcılık, gayrimeşru bir kriterin uygulanmasına dayalı yapılan eşitsiz muameledir. Bu bir yandan söz konusu muamelenin somut ve süreklilik gösteren bir sonucu olmasını gerektirir (yani bir fikir değil bir eylemdir), diğer yandan da, toplumsal olarak kabul edilemez bulunan (ve hiç kuşku yok ki her bir toplumun varlıklar arasında ayrım yaparken başvurduğu ahlaki referansın ne olduğuna bağlı olarak değişen) bir argümana dayanması gerekir.” Bu tanım bizce önemli, zira herhangi bir toplumda eşitsiz bir davranışın ayrımcı olarak kabul edilebilmesi için o davranışın dayandığı referansın toplumca gayrimeşru görülmesi gerektiği vurgusunu içeriyor. Örneğin bu bölümün başlangıcında ayrımcılığa itirazı temel alan manşetlerini aktardığımız medya kuruluşlarının eşzamanlı olarak  birçok ayrımcı sloganı da manşetlerine taşıdığını biliyoruz….. Bu durum, herhangi bir ülkedeki çoğunluk grubu mensuplarının, kendilerini mağdur hissettiklerinde ayrımcılıktan şikâyet edip, kendilerinin imtiyazlı olduğu durumlarda ayrımcılık yapmaya devam etmelerine dair apaçık bir örnektir. Dahası sahip oldukları referans çerçeveleri bu durumun bir çelişki olarak görülmesine izin vermez.”

 

Mesele tam da budur. Rapora göz atmanızı öneririm; ancak kişisel düşüncem ayrımcılık konusunda durumun raporda yansıyanın da ötesinde olduğudur. Soru sorulduğunda, özellikle belli bir eğitim seviyesindeki herkes “doğru” olduğunu düşündüğü, “olması gereken” cevabı verir. Bu cevabın kendi davranışlarını yansıtıp yansıtmadığını göz ardı eder. Bu durumun, raporun da saptadığı bir istisnası var: Suriyeliler! Eğitimli-eğitimsiz, laik – dindar, yaşlı-genç farklılığından, etnik kökenden bağımsız olarak, neredeyse herkes bu zorunlu mültecileri ötekileştirmede yarışıyor. Henüz 150 yıl önce, ülkelerini terk etmek zorunda kalıp, bu topraklara yerleşen, benzer sorunları yaşayan bazı Çerkesler ve benzerleri bile…

 

Ayrımcılık, önce farkına varılması, sonra da mücadele edilmesi gereken çok zararlı bir toplumsal hastalık. Baş etmenin ön koşulu da,ayrımcılıkla, ötekileştirmeyle mücadeleye kendimizden başlamamız sanırım.

 

 

https://www.esithaklar.org/2019/10/turkiyede-ayrimcilik-algisi-turleri-failleri-boyutlari-2/

Comments are closed.