Beğenelim, beğenmeyelim, mutenalaşma önüne set çekilebilecek bir şey değil

Nurdan Şahin 29 October 2016
BUSHWICK’ten TOPHANE’ye MUTENALAŞMA

 

“Biraz şaşırabilirsin gelince, çünkü mahallenin %70’i hispanik, %20’si siyahi, kalanlar da beyaz hipster!”

 

New York’a beşinci gidişim olacak; ilk üçü 1994-2004 arası, iş nedeniyle ABD’nin çeşitli şehirlerine (o zaman) direkt uçuş olmadığı için (ve bahanesiyle), işin arkasına ilave edilen bir kaç gün izin; dördüncüsü 2005’te, yeğenimin doktora töreni için. Bu kez de, kızım New York Üniversitesinde yüksek lisansa başladı ve ona eşya götürmek gibi geçerli bir nedenim var. Daha önceki gidişlerimde, hep Manhattan’da kaldım ama bu kez farklı. Uzun süreli öğrenci bütçesi ancak Bushwick’te 10 metrekarelik bir odaya izin verdiğinden, ikametgah Brooklyn’de olacak. Yukardaki mesajın nedeni de bu.

 

Uçak vaktinden önce indi, ama pasaport kontrolü ve bavulların gelişi tam 1,5 saat sürdü-ne kadar ağır çalıştıklarını anlatamam. Ertesi sabah,  kahvaltı edecek yer aramaya çıktık; gece geldiğim için mahalleyi ilk kez görüyordum. İlk bakışta, demografi konusunda, Merisa’nın mesajı doğrulandı; hatta siyahiler %20’den biraz daha fazla gibi. Kahvaltı etmek için yola koyulduk – sokaklar çok renkli; neredeyse bütün duvarlar birbirinden ilginç grafittilerle bezeli. Evin bulunduğu sokağın hemen bağlandığı ve metro durağının olduğu cadde çok loş, çünkü üzerinden boylu boyunca metro hattı geçiyor. Cadde buram buram kızarmış yağ kokuyor, zira  her türlü “junk” yiyecek dükkanı bulunmakta. Biz aksi yöne doğru ilerliyoruz; sakin ve bol duvar resimli sokaktan yürüyüp, çok hoş bir kafeye geliyoruz. Nüfusun son % 10’luk bölümünü de burada görüyorum ve sadece onları! Kızartma kokusu yok; yiyecekler gayet sağlıklı, mutena semtlerde bulunan moda yiyecekler- avokadolu tost, sebze suyu falan gibi. Neyse ki, beyaz peynir olmasa da yumurta ve çay da var; böylece aç kalmıyoruz. Etrafa göz gezdiriyorum – tek bir hispanik ve/veya siyahi müşteri yok. Kaldığım on gün boyunca Bushwick’te gittiğimiz kafe tarzı yerlerin hepsinde ayni şey oldu; sadece bir tanesinde Afrikalı Amerikalı vardı, o da çalışandı!

 

Bushwick , Brooklyn’de epeydir hüküm süren “mutenalaşma”nın yeni merkezlerinden. Mutenalaşma, dilimize oldukça yeni giren bir sözcük. Sosyoloji Profesörü Ayşe Öncü şöyle tarif ediyor mutenalaşmayı: “köhnemiş şehir içi yapıların hakim olduğu bir semtteki dünyaların el değiştirerek kıymetlenmesi, semtin bütün sakinlerinin değişmesi (http://emlakkulisi.com/ayse-oncu-tophane-mutenalasma-surecinin-basinda/48177)

 

Bizde de şu anda, Tophane’de yaşanıyor benzer bir süreç. Ekim başında, 21 kadın sanatçının katıldığı “Kuytu” adlı etkinliğin açılışı saldırıya uğradı (http://bianet.org/bianet/toplum/179243-tophane-de-galeri-acilisina-yine-saldiri). Birkaç yıl önce, toplu galeri açılışında yapılan bir başka saldırı insanlara dehşet dolu anlar yaşatmış, basınımızda da genel olarak “vandallık” veya “gericilik” benzeri terimlerle tanımlanmıştı. Oysa, olayın boyutu, tamamen değilse de, önemli oranda ekonomik ve sosyolojik. Hemen her yerde, mutenalaşma, genellikle şehrin eski, merkezi ve yoksulca bir mahallesine, kiraların düşük ve mekanların da uygun olması nedeniyle sanatçıların, entelektüellerin taşınmalarıyla başlıyor, onların taşınmasıyla hayat tarzı boheme doğru evriliyor; kafeler, galeriler, küçük butikler vs açılmaya , kiralar yükselmeye başlıyor. Yükselen kiralara mahallenin “esas” halkı dayanamıyor; dayanıklı çıkanlar ev sahipleri tarafından neredeyse zorlanıyor. Bu arada çeşitli çatışmalar yaşanıyor, bizdeki kadar sert olmasa da. Ahali de dönüşmeye başlayınca, semt bu kez sermayenin ilgisini çekmeye başlıyor; hem kiralar hem de genel fiyatlar daha da artıyor ve mahalleyi ilk dönüştüren sanatçı/hipster/entelektüel takımı da, mahallenin esas sakinleri gibi, başka bir diyara yelken açmak zorunda kalıyor. Bu da, mutenalaşma sürecinin tamamlanması oluyor. Muhtemelen Galata Port’un yapılmasıyla, Tophane’de de ayni şey olacak.

 

Bushwick’in komşusu Williamsburg süreci neredeyse tamamlayan yerlerden. THY dergisinin son sayılarından birinde, New York’ta bir hafta sonu konulu bir yazıda, sadece Manhattan’da kalmamalı, yükselen semt Williamsburg’un kafelerine de gitmeli yazıyor, bir sürü de isim veriyordu. Biz de gittik elbet, ne de olsa, kızımın yaşadığı Bushwick’in hem komşusu, hem de 3-5 sene sonrasıydı göreceğimiz. Williamsburg’un dönüşümü 1980’lerde başlamış, oradaki atölyelerin, fabrikaların kapanmasıyla. Bu ulaşımı kolay, güzel ve eski taş binaları olan semte , sanatçılar, galeriler gelmeye başlamış; yukarıdaki süreç aynen işlemiş. New York Üniversitesinin yaptığı bir araştırmaya göre, 1990-2014 yılları arasında, New York genelinde, kiralar ortalama %22,1 artarken, Williamsburg’da %78,7 artmış. Bu artışa dayanamayıp buradan kaçan ve başka yerlerden de gelen sanatçı/hipster/öğrenci beyaz nüfusun Bushwick’e yönelmesi, burada da ayni sürede kiraların %44 artmasına yol açmış. Bu durum, yoksul nüfusun oradan yavaş yavaş çıkması demek elbette; zaten ayni çalışmaya göre, bu süreçten geçen yerlerde hispanik ve siyahi nüfus da gözle görülür şekilde azalmış.( http://www.huffingtonpost.com/entry/new-york-city-gentrification-rent_us_57333863e4b0bc9cb048a8f6 )

 

İstanbul’da Williamsburg’a denk düşen mahalle, sanırım Kuledibi. Bu konuda herhangi bir çalışma görmedim ama kişisel bilgim, 1990 larda birkaç onbin dolarla ölçülen daire fiyatları, şimdi milyon dolarlarda; 20 – 30 kat artış! Henüz sürecin başında olan Tophane’de ise ev fiyatlarının son 5 yılda % 500 arttığı söyleniyor ( http://t24.com.tr/haber/tophane-hizla-donusuyor,298369). Bu durumdan mülk sahiplerinin pek bir şikayeti yok; mahallenin yeni hayat tarzını benimsemeseler de, mülklerinin değer kazanmasından gayet mutlular- burada da, Amerika’da da. En kötü ihtimalle, mülklerini satıp başka yerde alıyorlar.  Esas mağdur kiracılar. Hem kiraların akıl almaz yükselişi, hem de yeni komşuların hayat tarzının yükselttiği fiyatlar onlar için buralarda yaşamayı imkansız kılıyor. Kalmak için mücadele edenleri ise ev sahipleri,  bu eski ve bakımsız evlere hiçbir tamir bakım vs yapmayarak, canlarından bezdiriyorlarmış.

 

Geçen hafta, Açık Açık Derneği (www.acikacik.org) nin ilk genel kurulu için Sanayi Mahallesinde tutulan büroya gittim. Sanayi Mahallesinin bildik sokaklarından birinde yürürken, muhtemelen mahalle halkına oldukça yabancı bir balık lokantasıyla, son derece modern bir Küba kafesinin önünden geçtim ve bakımsız binalar arasında, çok şık ve modern bir ofise ulaştım. Görünen o ki, Sanayi Mahallesi de mutenalaşmaya başlamış ve belki de tatsız olaylara gebe.

 

Beğenelim, beğenmeyelim, mutenalaşma önüne set çekilebilecek bir şey değil; globalleşme gibi.  Mahalle sakinlerinin tepkisi sadece Türkiye’de değil, batıda da izlenen bir olgu; bizdeki gibi taşlı sopalı olmasa da.. Ancak, bu süreci daha acısız, daha insanca , kimse zarar görmeden ya da zararı en aza indirerek yaşamanın yolları pekala mümkün olabilir. Demem o ki, gerek belediyeler ve mahallenin yeni sakinleri, gerekse STK’lar ve basına bu konuda görev düşüyor. Özellikle, daha duyarlı olması gereken sol ya da muhalif basının, sadece “yine gericiler hayat tarzımıza saldırdı” kolaycılığına kaçmadan , bu durumun daha gerçekçi ve derinlemesine analizini yapması gerekiyor. Neyse ki, aşağıdaki linklerden görüleceği gibi, bunu yapabilenler de var, az da olsa.

 

http://www.tophanehaber.com/tophane-halki-neyi-istemiyor/2/

 

(http://odaprojesi.blogspot.com.tr/2010/09/8-yl-boyunca-ayn-mahallede-guncel-sanat.html)

 

 

 

Comments are closed.