DÇB STK değil, marangozdur...

İmdat Kip 15 June 2016
DÇB Gerçekleri/1

 

Bu DÇB tartışmaları yeniden başlamışken, hatırlamaya yardımcı olsun diye, yıllar önce yazdığım bir yazıyı yeniden yayınlamıştım. DÇB yandaşları, panik halinde suyu bulandırma ya da bulanık tutma çabalarına yeniden giriştiler.

 

Fahri Huvaj’la tartışmamız esnasında DÇB ile ilgili sorduğum sorulara cevap verememiş, “Elbette DÇB ile ilgili sözümüz de vardır önerimiz de. Ama bunu DÇB ile ilgili bir beklentisi, düşüncesi, hesabı olanlarla paylaşmak gerekir. “ diyerek topu taca atmıştı. Sahayı terk ederken de, “Vaktiyle sivil toplum örgütü yöneticisi olma bilinci ve sorumluluğuyla hareket edemeyerek, halkın desteğini yanına alamayarak Khaberdey Adıge Xase yönetimini elinde tutamayanlara, DÇB’nin sivil unsurlarını yalnızca Khaberdey Adıge Xase’den ibaret sananlara, DÇB’nin bileşenleri olan diğer sivil toplum örgütlerini yok sayanlara bu konuda da bir şey söylemenin bir yararı olacağı kanısında değilim. “  gibi ne anlama geldiği ve neye dayandığı belli olmayan cümlelerle, kafaları bulandırmayı da ihmal etmemişti.

 

Cevaplanması gereken çok sayıda soru içeren bu sözlerin üzerine gitmeyi, kendisi çekildiğini ilan ettiği için uygun bulmadım.

 

“Olmayacak Dualar 2(DÇB)” yazımı yeniden paylaştıktan hemen sonra, dönüş erbabının DÇB’yi savunan yazıları internete düştü. Dönüş ruhunun hayaletleri, hayalet örgütlerini savunma telaşına düştüler. Fakat herkes ayrı bir telden çalıyor. Dikkat edilirse DÇB’yi savunma konusunda bile tamamen farklı şeyler söyledikleri görülecektir. Tek ortak paydaları gerçekleri karartma konusundaki ortak çabalarıdır.

 

Verdiğimiz bilgiler ve iddialarımız gayet açıktır. DÇB 2000 yılında devletleştirilmiş, Çerkes STK’sı olmaktan çıkarılmış ve RF’nin Çerkes dünyasını kontrol ve manipülasyonu ile görevli bir devlet kurumuna dönüştürülmüştür. Bu işe engel olabilecek tek bileşen olan Kaffed de bu operasyona önce seyirci sonra işbirlikçi olarak eşlik etmiş halen de bu yanlış gidişin sürmesine destek olmaktadır.

 

Böyle olmadı diyemiyorlar, böyle olmalıdır da diyemiyorlar. Bu gerçeklerin dile getirilmesinin faydalı olmadığını, anti propaganda olduğunu, kurumlarımıza sahip çıkmamız gerektiğini, varsa kusurlarını düzeltmek için çalışmamız gerektiği gibi şeyleri karınlarından geveliyorlar. Bunları yapmak ta sanki benim görevimmiş gibi kapalı bir suçlama da yapıyorlar.

 

Ben ve arkadaşlarım hiçbir beklentimizin olmadığı hatta varlığını zararlı bulduğumuz bu örgütle ilgili tavrımızı açıkça ortaya koyduk. Kendisini tanımıyoruz, kapısından içeri girmedik onun ve yandaşlarının içinde bulunduğu hiçbir yerde yokuz.

 

Bunu da cemiyete katılmamak olarak satmaya çalışanlar var. Efendim cemiyetten uzakmışım, kimseye faydam yokmuş, sokak ahalisi beni sevmezmiş, evimin köşesinden klavyemi kullanarak kahramanlık yapıyormuşum. Derdini yazarak anlatmak isteyen biri için, sakin bir köşeden klavye kullanmaktan daha uygun bir şey olduğunu sanmıyorum. Kendileri bu saçmalıkları, neyin köşesinden, nelerini kullanarak yazıyorlar bilemiyorum ama bunlarla kimsenin kandırılamayacağını artık anlasalar, başta kendileri için iyi olur.

 

Bu saydıkları şeyler mümkünse niye kendileri 16 yıldır yapmıyorlar? Niye sahip çıkmıyorlar? Gerçek şudur ki, duayeninden döküntüsüne kadar bu dönüş ruhçuları, Rusya’nın kaale almadığı, adam yerine koymadığı rusçular oldukları gibi, bir futbol taraftarı gibi destekledikleri DÇB’nin de hesaba kattığı kişiler değildirler. DÇB’ye sahip çıkan çıkmış zaten ve gayet başarılı bir şekilde de işini yapmaktadır.

 

Geçen yıl DÇB’nin devletten ödenek istediği haber olarak gündemde yerini almıştı. Düşüne biliyor musunuz; insan hakları derneklerinin bile ajan ilan edilerek ağır baskılar altına alındığı, çoğunun kapanmaya zorlandığı bir ülkede, DÇB devletten ödenek istemektedir. Bence doğru taleptir. DÇB ödeneği de madalyayı da fazlasıyla hak etmiştir.

 

Sn. Hatam, diğerlerinden farklı bir şekilde, DÇB’nin başından beri devletçi olduğunu ve bu durumu da desteklediğini söylüyor. Bu tabi ki daha tutarlıdır. Biri DÇB’nin devlet kontrolünde olmasını da, Rusya yanlılığını da savunabilir, bunun Çerkeslere nasıl bir faydası olduğunu ve argümanlarını ortaya koyarak.

 

Burada sorun, Sn. Hatam’ın neyi savunduğundan çok, doğru söylememesi, gerçekleri karartmaya çalışmasıdır. O da diğerleri gibi, açık olmayan imalarla bezenmiş ifadelerle karnından konuşmaktadır. Bir sürü “hodri meydan”lar içeren yazılarında, ortaya koyduğu hiçbir şey yoktur. Meydana boş karavana sallamaktadır.

 

Onu bileniniz var mı, bunu bileniniz var mı diye bir sürü imalarda bulunuyor. Bilseler ne olur bilmeseler ne olur. Siz biliyorsanız ve bir önemi de varsa anlatın millet öğrensin.

 

Gerçeklerin açığa çıkmasını ve tartışılmasını isteyenler böyle üslup kullanmazlar. Bildiklerini ve düşündüklerini açıkça ortaya koyarlar. Bunlar bir şeyler biliyor imajı yaratarak, “açıklarım ha” havasında, biraz da şantaj içeren imalarla millete akıl satmaya çalışıyorlar. Bunlardan alınacak bir aklın olmadığı çoktan açığa çıkmıştır bence ama bildikleri bir şeyler varsa açıklamalıdırlar.

 

Sn. Huvaj, yukarıda alıntıladığım ifadelerdeki iddialarını, Sn. Hatam da, “Peki İmdat Kip’in bilip de söylemediği 1996-2000 yılları arasında DÇB’nin hangi olaylara sokulduğunu, ne gibi antidemokratik eylemlere imza atıldığını ve etkinliklerin kahramanlarının kimler tarafından desteklendiklerini…bileniniz”  diyerek iddia ettiklerini açıklamalıdırlar.

 

Bence bir şey açıklayamayacaklar, yine kıvıracaklar. Merakla bekliyorum. Hodri meydan dediler ya, buyurun hodri meydan …

 

DÇB’nin sonradan olma değil başından beri devletçi olduğu iddiası da epeyce gülünçtür. Peki, zaten devletçi ve devletin kendi elinde olan örgütte 2000 yılındaki operasyon niye yapılsın? Bu kadar zahmete, bu kadar hukuksuzluğa neden gerek duyulsun? Özetini yazımda anlattığım olayları açıkça savunmak, okuyucu aptal yerine koymaktan çok daha dürüstçe değil mi?

 

Bizim 300’ün üzerinde kayıtlı üye ile yaptığımız Kabardey Adıge Xase kongresi, birkaç  ay sonra, gıyabımızda yeniden yapılırken, orada Yağan İbrahim arkadaşımızın yaptığı konuşmanın videosu geçenlerde internet ortamında yeniden paylaşıldı.

 

Orada yine sayıları yüzleri bulan delegeler karşısında İbrahim, aralarında sadece devlet tarafından satın alınmış iki üyemizin bulunduğunu, kendilerinin toplanıp ayrı bir dernek kurabileceklerini ama bizim kongremizi yapamayacaklarını hatırlatıyor. İsterlerse üyelik başvurusu yapabileceklerini, bizim de değerlendirip kabul veya red edebileceğimizi, örnek olarak Jirinovski üyelik başvurusunda bulunursa reddedeceğimizi söylüyor. Olay bu kadar trajikomik.

 

Aralarında sadece iki üyemizin bulunduğu, devlet tarafından görevlendirilmiş birkaç yüz kişi, hayatlarında içine girmedikleri derneğimizin kongresini yapıyorlar. Üstelik te birkaç ay evvel yapılmış yasal kongresi ve seçilmiş delegeleri varken.

 

Şimdi İbrahim’in orada işi neydi diye kafa karıştırmak isteyenler olabilir. Devlet bu operasyonu yapıp Xase’yi teslim almak isterken, hali hazırda yasal olarak elinde bulunduran yönetimden birkaç kişiyi de zorunluluktan davet etmişlerdi. Kimse gitmedi. Sadece İbrahim’i o konuşmayı yapmak ve oradaki olaylarla ilgili bilgi almak için biz görevlendirip göndermiştik.

 

Bir diğer konu da devletleştirilmiş DÇB’nin tutumunun daha önceki DÇB ile tamamen ters yönde oluşudur. İlkinin inisiyatifleriyle kazanılanların yok edilmesine, sonraki DÇB seyirci ve işbirlikçi olarak yardımcı olmuştur. Bu ikisinin de başından beri devletçi ve aynı olduğunu iddia etmenin dürüstçe olmadığı açıktır.

 

Bunların kendisini savunabilirsiniz ama bunların olmamış olduğunu savunursanız mumunuz yatsıya kadar ancak dayanır.

 

“  Devletlerden geçinen yapıların devletlere karşı olmayacaklarını bilmeyeniniz?…

“Ben marangozum, sadece ağaç işleyebilirim” diyen bir adamı demir işlemediği için eleştirmenin saçmalık olduğunun ayırdında olmayanınız?”

 

Diyor yazının sonunda, bunlara tamamen katılıyorum. DÇB STK değil, marangozdur ama Çerkes halkının davası elin marangozuna teslim edilecek deneme tahtası değildir.

 

Devam edecek…

 

İmdat Kip, 13 Haziran 2016, Nalçik

Comments are closed.