Doğru hesap ve siyaset, dilek ve temenniler ya da fanteziler üzerine değil gerçekler üzerine kurulur.

İmdat Kip 03 May 2016
İmdat Gibilerden Duayenlere/3

 

Fahri Abi beni şaşırtmaya devam ediyor.

 

Bir önceki yazısını ” Böyle bir toplum, başta da belirttiğim gibi, bitkisel hayat içinde, yaklaşan ölümünü bekleyen umarsız hasta gibidir…. Gelin, iş işten geçmeden, birbirimizle didişmeleri bir kenara bırakalım, yeniden yapılanma ve örgütlenme sorunumuzu masaya yatırarak yeni bir başlangıç yapalım.” cümleleriyle bitirmişti.

 

Ardından yazdığı son yazısını ise;  “Şimdi örgütlü Dönüş Hareketi çoktan sona erdiğine, zaten ön kabulleri de artık geçerli olmadığına, mevcut koşullara uygun yeni bir öngörü ve çözüm stratejisi de ortaya koyamadığına göre şimdi meydan, ‘Çerkes sorununun, dönüşle sınırlı olarak ve dönüş çerçevesinde ele alınabilecek bir sorun olmadığı’ görüşünde olanlarındır, ‘yeni şartlara uygun varsayımlarla yeniden hesap yapmanın zorunlu olduğunu’ öngörenlerindir. Buyurun, ya dönüş dışında bir çözüm ya da bizim deneyimlerimizi de değerlendirerek yeni ve farklı bir dönüş stratejisi üretin ve halkımıza önerin. İçtenlikle başarılar dilerim.” diyerek bitiriyor.

 

İki haleti ruhiye arasında çok büyük bir uçurum  görüyorum. Bahsettiğim iki yazı da bana cevap olarak yazılmış, üstelik, bu arada Fahri abinin ruh halini etkileyecek bir şey de yazmamışım.

 

Beni hayal kırıklığına uğratan bir-iki husus daha var ki, bunlar, aramızdaki tartışmanın sağlıklı yürümesini  ve okuyucu tarafından anlaşılmasını zorlaştırabilecek şeyler.

 

Birincisi; yazdıklarımın kendisi tarafından pek iyi anlaşılmadığı intibaı yaratan, yazdıklarıma kastettiğimden farklı anlamlar yükleyen, yazdıklarımın değil yazmadıklarımın eleştiri konusu yapılması.

 

İkincisi; zaten mutabık olduğumuz, çoğunluğu da beni teyid eden bilgi ve görüşlerini içeren gereksiz detaylarla yazının şişirilmesi.

 

Bu iki konu, beni dönüşe karşı ve dönüşçülüğün geçmişini karalamaya çalışan bir “karşı takım elemanı” konumuna sokma çabası gibi görünüyor. Halbuki ben, dönüş hareketini ortaya çıktığı dönemin koşullarına uygun ve kendi içinde tutarlı, dönüşçüleri de samimi çözüm arayan vatanseverler olarak gördüğümü belirtip, baştan haklarını teslim ettim. Dolayısıyla, bunca bilgi ve teferruat bana cevap niteliği taşımıyor.

 

Bu bilgi ve yorumlar elbette çok değerli. Geçmişle ilgili her detayın yazılmasında ve paylaşılmasında fayda var. Bu detaylar başka yazıların konusu olabilir elbet, fakat, tartışma konumuz bu değil.  Dolayısıyla; Sn. Huvaj, dönüşçülükle ilgili iddialarımın hiç birisine cevap vermemiş, sadece gereksiz bilgilerle karartma yapmıştır.

 

Bu tavrı Fahri Abi’nin kişiliğiyle de donanımıyla da bağdaştıramıyorum. Çünkü ben duayen dönüşçülerin, en kızdıklarım dahil, samimi vatanseverliklerine inancımı yitirmedim. Tartışmalarımızın da savunma refleksli olmaması, gerçekleri ortaya koyma konusunda samimi ve işe yarar olması gerekir. Benim iddialarım epeyce vahim iddialar ve bunların –varsa- somut delillerle yalanlanmasına ben dahil herkesin ihtiyacı var.

 

Sn.Huvaj, “dönüşçülük hiçbir zaman 2×2=4 olmamıştır” sözümü biraz anlaşılmaz bulduğunu, “4×4’lük” demediğini söylüyor. “4×4’lük”ten kastının mükemmellik olduğunu sanıyorum. Böyle bir şeyi hiç konu etmedim zaten ben.

 

“2×2=4” matematiksel bir kesinlik ifade eder. İyi, kötü veya mükemmel demek değildir. Sadece “doğru” hesaptır. Benim kastettiğim tam da budur. Dönüşçülük başından beri doğru bir hesap değildi, sadece kendi içinde tutarlıydı diyorum. Mesela üzerine kurulduğu; “dönüşten başka çare yoktur, dönüş çaredir, SSCB kabul edecektir” gibi varsayımların hiçbirisi (biz inanıyorduk ama) kesin doğru değildi. Varsayımları kesin doğru olmayan bir teori zaten  “2×2=4” olamaz.

 

Bu kadar açık bir ifadeyi en çabuk anlaması gerekenlerin başında gelen Sn. Huvaj’a anlatamıyorsam derdimi, kalemimden şüphe etmem gerekir. Allahtan okuyucudan böyle bir izlenim almıyorum.

 

“Çerkeslerin asimilasyon ve yok oluş sürecinden kurtuluşu için anavatana dönüşten başka çare yoktur” biçimindeki bir cümle, anavatana dönüşün bu işin çaresi olduğu iddiasını da içinde taşır.

 

Duayenlerin bundan hala bir şüphesi yok gibidir. Fakat gerçekler –maalesef- epeyce farklı. Diasporada durum göreli olarak çok daha vahim fakat, anavatanda da işler pek öyle yolunda değil. Yine maalesef asimilasyon burada da var. Sovyetler döneminde de kısmen vardı , şimdi hızlanarak devam ediyor.

 

Anadilini bilmeyen, konuşamayan gençlerin sayısı binlerle ölçülüyor. Çerkesçe eğitim yok. Dil öğretimi de özellikle kentlerde seçmeli ve çok yetersiz. Çerkesçe diasporadaki gibi burada da köylere hapsolmuş gibi. Çerkeslerin köylü bir nüfus olarak kalamayacakları da ortada.

 

Sosyalist plan ekonomisi mantığı ile Kolhozlar ve Sovhozlar çevresinde  oluşturulmuş devasa köyler şu anda çözülüyor. Ciddi işsiz nüfus stoku barındırıyorlar. Sürdürülemez bir durum bu.

 

Çerkesya’da şehirler Rus kimliklidir. Çerkes kimlikli olanları “büyük köy” niteliğindedirler zaten. Çerkes kimlikli kentimiz henüz yok. Kentleşme yoluyla köyden ayrılan nüfusun önemli bir kısmı ise dışarıya, özellikle Moskova’ya gidiyor. Sürecin  henüz başlangıç aşamasında olduğunu göz önünde bulundurursak ileride nasıl bir tablo  ile karşılaşacağımızı  biraz kestirebiliriz.

 

Çerkes nüfusun en hakim olduğu yerlerde dahi Çerkesçe bilmek zorunlu veya gerekli değil. Kreşte, okulda seçmeli ders konumunda ve etkinliği-süresi sürekli azaltılıyor. Hayat Çerkesçe yaşanmıyor, Çerkesçe dilekçe yazılmıyor, yargılama Çerkesçe yapılmıyor, trafik cezası tutanağınız Çerkesçe yazılamıyor, Rusça halledemiyorsanız tercüman kullanmak zorundasınız.

 

Sovyetler döneminde bir ara Matematik Çerkesçe okutulmuş. O eğitimi alanlar hem Çerkesçe sayıları hem de çarpma bölme gibi temel işlemleri anadilllerinde konuşabiliyor-yapabiliyorlar. Yeni nesil sayıları dahi çoğunlukla bilmiyor. Benzer nedenlerle, yaşayan Çerkesçe de epeyce hasarlı ve gittikçe artan oranda Rusça içeren-Rusça’ya teslim olmuş bir dil haline geliyor.

 

Başlarına gelmekte olanın henüz farkında değiller yerliler. Biz ise aynı süreci, aşama aşama diasporada yaşadık. Çok uzak da değil, daha dün gibi.

 

Sovyetler döneminde, anadil ve kültürle uğraşmak, hem tatmin edici bir iş hem de prestiji olan bir statü idi. Bu nedenle küçücük cumhuriyetlerimizden çok sayıda yazar, sanatçı, müzisyen, kompozitör, dilbilimci vs. çıkmıştır. Şimdi ise bu kategoriler, hiçte iyi durumda değiller.

 

Türkiye’nin cahilmatiği İlber Hoca, Çerkesçe eğitimin gereksizliğini anlatmak için, Çerkesçe eğitim alanların işsiz kalacakları gibi bir iddiada  bulunmuştu. Şanına yakışmayan bu cahilliği TV’de şaşkınlıkla izlemiştim. İlber Hoca’ya cahil demek benim haddime değil, ayrıca bu açıklamayı cahillikten yaptığına da inanmıyorum. Suçu daha büyük onun. Çerkes kültürünü yaşamaya değer bir şey olarak görmemesinden kaynaklanan, kasıtlı bir saptırma olduğunu düşünüyorum yaptığının.

 

Size Türk tarihini öğretmek için maaş veren devlet, Çerkes tarihini, kültürünü, dilini öğretmek için de maaş verirse işsiz kalmazlar değil mi?

 

Çerkes dili ve kültürü, daha önce bu işin garantisi olan siyasi özerklikler çerçevesinde, çok yetersiz de olsa devlet desteği ile yaşamıştır. Şimdi ise siyasi özerklikler tahrip edilmiş, devlet desteği bir yana devlet tehdidi ortaya çıkmıştır. Bu gidişatı görememek sadece görmek istememekle mümkündür.

 

Yani anavatan, valizi  alarak gidip kendinizi kurtaracağınız bir yer değil, kendi varlığı da tehlikeye sokulmuş bir yerdir. Bana da zor geliyor söylemesi fakat gerçek bu.

 

Önermenin diğer yarısı da anavatana dönüşten başka çare olmadığıdır. Dönüşçülüğün ortaya çıktığı koşulları statik olarak kabul ederseniz epeyce doğru gözüküyordu bu varsayım. Zira o dönem Çerkeslerin gelecekleri ile ilgili en ufak bir umut kırıntısı yoktu. Fakat şartlar değişiyor. Kültürün yaşaması için anavatan olmazsa olmaz bir şart değil.

 

İşin ilginç yanı; içinde yaşadığımız dönemde dünyanın en rahat Çerkesleri İsrail’dekiler gibi görünüyor. Küçücük nüfuslarına rağmen dil de yaşatılabiliyor. Demek ki Çerkes varlığının garantisi, içinde yaşanılan devletin bu konudaki iradesi ve sağladığı imkanlara bağlı. Çerkeslerin, yaşadıkları her yerde,  var olmak için direnmeleri, aktif ve talepkar olmaları gerekiyor.

 

Yazdıklarımı,  sanki Çerkeslerin vatana dönüşlerine karşıymışım, aleyhte propaganda yapıyormuşum gibi yansıtmaya çalışan bir çevre var. Yazılarımdan böyle bir şey anlamak için epeyce kendini zorlamak gerektiğini düşünüyorum.

 

Ben vatana dönmüş olanların tümünü takdir ediyorum. Bundan sonra imkanı olup böyle bir seçim yapacak olanları da destekliyor, çok olmalarını da temenni ediyorum. Çokça dönmüş olsalardı ne  olur du? Çok iyi olurdu. Bundan sonra dönseler yine iyi olur.

 

Fakat olmadı, olmayacaktı ve maalesef olmayacak. Öyle görünüyor.

 

Benim çabam gerçeği ortaya koymak. Çünkü doğru hesap ve siyaset, dilek ve temenniler ya da fanteziler üzerine değil gerçekler üzerine kurulur.

 

Bizim dışımızda büyük diasporaları olan ulusları incelerseniz şayet, ilginç bir biçimde dönüşün hiçbirinde başarılamadığını görürsünüz. Özellikle Yahudi ve Ermeniler, devletleri olmasına, bizlerle kıyaslanmayacak güçleri ve destekleri olmasına rağmen başaramıyorlar. Ermenistan da İsrail de aksine nüfus kaybediyor, ikisinde de dışarıya giden gelenin çok ama çok üstünde.

 

Fakat diasporaları çok aktif, canlı ve talepkar. Tarihlerine, kimliklerine ve davalarına sahip çıkıyorlar. Onları ayakta tutan da bu güç sanki.

 

Eleştirdiğim “dönüş ruhu” ise diasporada böyle bir ruhun oluşmasını isteyen değil, tam aksine söndürmeye çalışan, baştan teslimiyetçi bir tavır sergiliyor. Zaten olmayan ve olmayacak fantezisine davasını rehin vermiş halde.

 

Bir kesim de herkesin zaten bildiği gerçekleri söylediğimi, moral bozmak dışında hiçbir çözüm göstermediğimi iddia ediyor. Son olarak Fahri Abi’de katılmış bu kervana, “madem dönüşçülük bitti, o zaman siz gösterin çözümü” diyerek kenara çekiliyor.

 

Hiç ciddiye alamam. Bir teorinin yanlışlığını ortaya koymaya çalışan birinin doğru bir teori kurmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. İlaveten, neyin yapılamayacağını görmenin neyin yapılabileceğini tespit etmeyi kolaylaştırıcı bir faydası da vardır. Bunu görmek yerine, adeta “hayallerimizi yıktın, yeni hayaller kurmak da senin görevindir” gibi bir cevap, kırkbeş yıllık “2×2=4”leri olan duayenlere  yakışmıyor.

 

Kimseye yol göstermek gibi bir iddiam da görevim de yok.  Hiç değilse dönüşçüler olarak, yol gösterememiş olduğumuzu ortaya koymanın bir dürüstlük  görevi olduğunu düşünüyorum. Benim açımdan böyle.

 

Sizin açınızdan farklı ise, somut delilleri ile ortaya koymalı, iddialarınızın arkasında durmalısınız.

 

Bununla beraber, benim de birtakım görüş ve önerilerim var elbet, Çerkes siyasetine dair. Onun da zamanı gelecek. Öncelikle şu enkazı bir kaldıralım da.

 

Aramızdaki tartışmadan kendimi zorlayarak birkaç konu çıkardım, şayet dördüncüsünü yazmayı düşünüyorsa Fahri abi, konuyu daraltarak birkaç soru sormak istiyorum kendisine:

 

  • İmdat Kip, herkes gibi elbette kimi doğruları da dile getiriyor yazısında ama kimi yanlışları da doğruların arasına sokuşturup, doğruymuş gibi bir algı oluşturmaya çalışıyor” Hangi yanlışları hangi doğruların arasına sıkıştırarak hangi algıyı yaratmaya çalıştım? Bu sorunun cevabı yorum değil somut bilgi içerikli olsun lütfen.

 

  • DÇB konusunda anlaşamadığımız ortada, kim devletin adamıydı kim değildi tartışması bir yana, 2000 kongresi ile DÇB’nin sivil unsurlardan temizlenerek tamamen devletleştirilmiş olduğu bir gerçektir. Geçmişi de bir kenara koyalım, şu anda DÇB konusundaki pozisyonunuz nedir? Böyle olmamış mıdır, böyle olması iyi mi olmuştur, böyle bir örgütlenme ile Çerkesler bir yere varabilir mi ya da hiç yoktan iyi midir, dönüşçü siyaset var mıdır, bu işin neresindedir? Yazılarınızdan ben net bir cevap çıkaramadım.

 

  • Tarih tezi konusunda da pek hemfikir olmadığımız gözüküyor. “Biz diasporada bulunuşumuzun temel nedeninin Çarlık Rusyası’nın kolonyalist baskıları olduğunu hiçbir zaman görmezden gelmedik, inkâr etmedik. Tersine, hep ifade ettik. Ama toplumsal, kitlesel olaylar karmaşıktır, yalnızca bir nedene bağlayıp işin içinden çıkıvermeye çalışmak, bir yandan işin kolayına kaçmak olur” Sn. Hatam da benzer şeyleri söylüyor yıllardır. Yine başka bir yerde Ve nihayet anayurdumuzda sayısal olarak az olmakla birlikte bir Çerkes kitlesinin kalabildiği ortaya çıktı, demek ki, anayurtta kalabilmek de bir ölçüde mümkündü.” diyorsunuz.

 

Biz vatanlarında kalıp yaşamaları mümkünken tası tarağı toplayıp kaçanların çocukları mıyız? Siz gerçekten sürgün ve soykırıma inanıyor musunuz? Bu sorunun cevabı çok önemli, çünkü, geçmiş konusunda anlaşamazsak gelecek konusunda nasıl anlaşacağız?

 

Fahri Abi;  ben sizdeki halet-i ruhiyeyi pek beğenmedim. “Ne haliniz varsa görün, benden bu kadar “ gibisinden bir hava sezinledim. Siz varolduğunu söylüyorsunuz ama yıllardır dönüşçülerin esamesi okunmuyor. Hazır gerçek bir dönüşçüyü yakalamışken , biraz hasbihal edelim derim ben.

 

Dönüşçülerin durumuna çok uyuyor hani,  diyordu ya şair;

 

Daha da acısı
Kılıcın elinde
Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada”

 

Beni böyle ortada bırakma,

 

Devam edecek…

 

İmdat Kip, Nalçik, 3 Mayıs 2016

Comments are closed.