Koskocaman yazar-şair vs. adamsın. Şu düştüğün duruma bak.

İmdat Kip 28 March 2016
Müfteriden Erik Bey’e Mektup/2

 

Muhterem Erik ;

 

‘Selam versem’ diyorum, çekiniyorum. Yine esip savurmuş, tozu dumana katmışsın.

 

Çamur atmaya çalıştığın belli  de,  dediklerini pek anlayamadım. Okuyanlar ne anlayacak onu da bilemiyorum. Yalnız yazdıklarında usturuplu bir cümle var ki onu çok beğendim. “halkımın menfaatine olduğunu düşünürsem şeytanla bile işbirliği yaparım.“ demişsin,  iyi etmişsin. Zaten bunu yapıyorsun. Adını duyduğum  günden beri yaptığın bu. Ama halkının menfaatine olmadı hiç, olmaz da. Şeytanla işbirliğin, halkının gerçeklerden koparılmasına-aldatılmasına yarıyor sadece.

 

Hızınızı alamamış, bir çamurname daha yayınlamışsınız. Yine karnınızdan konuşmuş,  şantaj ve tehdit kokan imalarda bulunmuşsunuz. Eski ortaklarımdan bazılarının adlarını anarak, birşeyler açıklamakla tehdit etmişsiniz beni. Merakla bekliyorum doğrusu. Öncekiler gibi, bize borçlarını ödemeyen haramzadelerin uydurmaları değildir umarım.

 

Bu arada Komiteniz sekize çıkmış, hocayı da almışsınız, iyi transfer, yakışmış. Kadri ile Cezmi’yi de alırsanız, “cemiyet”in eksiği kalmaz, tam teşekküllü çamur komitesi olursunuz. Gawur`u hiç düşünmeyin; o zekidir, sizinle fotoğraf bile çektirmez. Bundan sonraki çamurnamede 10 kişi bekliyorum ha.

 

Erikciğim; konuyu mecrasından saptırmak ve çamurla kapatmak için her numarayı yapıyorsun. Asıl mesele senin ve dar grubunun, Çerkeslerin problemlerini manipüle edip, sorunu çıkaran Rusya lehine kullandırması iken, siz bu konuyu taca atıp, şahsıma çamur atarak, özel hayatımla, iş hayatımla insanları meşgul ederek kurtulmanın derdindesiniz.

 

Üstelik kaynakların da  kirli. Yıllar önce ortaklarımla birlikte hesap sormaya çalıştığımız Kadri ve Cezmi, hüngür hüngür ağlıyor, göz yaşlarına selpak dayanmıyordu. ‘Ben çok çalıştım, Abhazya`ya giderken boynumda çıban çıktı’ gibi, alakasız bir şeyler geveliyor, biz de şaşkın şaşkın bakıyorduk. Vahap Abi, “kıçında çıkan çıban cinsinden ödeyemezsin Cezmi, biz para cinsinden verdik, para cinsinden istiyoruz” demişti ona. Hatırladıkça hala güleriz.

 

Seni de aynı ödeme biçimine alıştırmışlar Erik, asıl konuya hiç değinmeden, çamurla çıbanla idare etmeye çalışıyorsun.  Olmaz Erik, olamaz. Koro halinde birine müfteri dediniz diye, o müfteri olmaz. İflas etti dediniz diye iflas  etmiş, beş kişi sevmiyor dediniz diye de sevimsiz olmaz. Bir atasözü der ki, “köpekler istedi diye atlar ölmez”.

 

Koskocaman yazar-şair vs. adamsın. Şu düştüğün duruma bak. Yazdıklarına bakan, hayatında evime girmemiş birisi olduğunu bilmez, daçamda peşkircibaşı sanır seni. Bir de “cemiyet”/“komite” gibi süslemelerle okurları kandırmaya çalışmak, çok çok ucuz numara. Burada Türkiye’den gelmiş küçük bir koloni var. Siz, koloninin içinde de birbirini sevmeyen, birkaç mikro-koloniden sadece birisiniz. Türkiye’de de olsak sizinle bir ilişkim olmayacağı için , burada neden ilişkimiz olsun? Üstelik kendiniz söylüyorsunuz; “cemiyet”iniz tarafından dışlanıyor da değilim. Aksine; dışlayan, beğenmeyen, “kibirli” olan benim. Ben halimden memnunum, size ne oluyor ki?

 

Yazılarını okumamakla suçluyorsun beni. Doğrudur iyi bir takipçin değilim. Çoğunlukla zorunluluktan, birinin haber vermesiyle okuyorum. ‘Yazılarında ne var ki’ diyeceğim, ‘ne yok ki’ demek daha doğru olur. Okuyunca, Sızıntı dergisi okumuştan beter oluyor  insan. Başı ile sonu arasında mantıksal bir ilişki kuracağım derken hırpalanıyorsun. Ortası ise, kendi halinde bambaşka yerlere seyahat eden bir hamaset yığını.

 

Şeytanla olan işbirliğinden dolayı, epeyce de zehirli okuduklarım. Hacı Bayram ve İbrahim konularında önce üzülmüş gibi gösterip, sonra bu cezaları hak ettiklerine dair kanaat oluşturmaya çalıştın. Kullandığın tüm argümanlarda bütünüyle  kendi üretimin. DÇB’yi biraz eleştirir gibi yapıp, sonra sanki önemsiz bazı kusurları düzeltilebilir bir STK imiş gibi meşrulaştırarak diasporaya pazarlamaya  çalıştın. En kötüsü de, çamur atıp şaibe altında bıraktığın insanların, temiz olduklarını ispatlamalarını istiyorsun. Halbuki, asılsız ithamlarını belgelemek ve ispatlamak zorunda olan sensin.

 

Uçak krizi ile ilgili yazdıkların da insanları yanıltma amaçlı. TC’nin uçak düşürerek Çerkeslerin kazanımlarına  zarar verdiği gibi bir algı yaratmaya  çalışmışsın. Gerçek ise, hiçbir kazanımımızın olmadığı ve hukuki statüden yoksun oluşumuzun iyice açığa çıkmasıdır. Yani, yazıların gerçeklerin anlaşılmasına değil karartılmasına hizmet ediyor, hep olduğu gibi.

 

Hacı Bayram ve İbrahim Yağan meselelerinde çuvallamaya devam ediyorsun. Yaw sende bir özellik var; yazılarında birbiriyle çelişen, hepsi de işkembeden iki üç cümle sallıyor, sonra birinden sıkışınca diğerine sarılıyorsun. Hacı Bayram`ı, senin imalarınla/suçlamalarınla, sınırdışı edenler dahi itham etmedi. Adam bütün hukuki süreçleri kazandı, sizinkilerden tazminat bile aldı. Sen özür dileyeceğine, adamın işini ima ederek, şaibe altına sokmaya çalışıyorsun. İbrahim konusunda söylediklerini ve yazdıklarını unutmuş,  bunları benim uydurduğumu ima etmeye çalışıyorsun.

 

Aramızda kalsın; ben Hacı Bayram’ı sevmem aslında, pek te hoşlanmam. Bir kere adına bak: Hacı Bayram. Seninkinden Erik çıktı. Bunun adından armut bile çıkmaz. Üstelik Çorumlu. Cuma namazına gittiğine dair söylentiler de vardı. Ben görmedim, günahını almayayım. Niye savunduğumuza gelince; tamamen ilkesel. Biz tutturduk; ‘vatanına dönen hiçbir Çerkes dışarıya atılamaz, suçu varsa içeri atılsın’ diye. Şimdi düşün, Ruslar beğenmediği Çerkesi dışarı atacaksa, dönüş olur mu? ‘Geri zekalıları atalım’ dersen, sizin komite tümden dışarı. ‘Sahtekarları atalım’ dersen, senin “cemiyet”in yarısı gider. Buna nasıl razı olabiliriz?

 

Çocuğun hiçbir suçu yokmuş. Sizin işkembeden uydurduklarınızı FSB bile beceremedi. ‘Kayıtlı olduğu yerde değil de, arkadaşında misafirlikte yakaladık’ diye saçma bir suçlamayla başlayıp, sonunda dışarı attılar. İçeri tıktıralım diye kötülük yapmaya uğraşırken, iyilik yaptık farkında olmadan emi. Herif bu sayede meşhur oldu, iyi bir iş buldu, AİHM’de davayı kazanıp binlerce euroyu aldı. Adam onca euroyu götürdü, ‘ Abi, tek başıma yemiyeyim, gel şu eurolarla felekten bir gece çalalım’ da demedi. Biraz da kırgınım tabi. Sen de uydurduklarınla kaldın. Çerkes dönüşçülerin Rusya’ya karşı hak mücadelesine çok iyi bir örnek teşkil edecek olan bu davayı karartarak, sadece Hacı Bayram’ın bireysel davası haline getirilmesine katkın oldu diye, kimse de madalya takmadı sana.

 

İbrahim Yağan`ın dövülmesi olayında da hemen rol kapmış, önce üzülüyor gibi bir peşrev  çektikten sonra, İbrahim’in dayağı hak ettiğine ikna etmeye çalışan yazılarınla diasporayı zehirlemiştin. Olaylara karşı tavır alan yazılarından dolayı Cevdet Hapi`ye ayar vermeye çalışmış , radyoda onunla canlı olarak  tartışmıştın.

 

Bizim İbrahim hakkaten dayaklıktır. Devlet o kadar dövdü, adam edemedi. Çoğu kez, ‘ben de temiz bir dövsem’ diye gelir içimden. Gözüm yemiyor yoksa… O gün mücadelesinde pek yanında da değildik. Ama devlet tarafından dövülüp terbiye edilmeye çalışılmasını, çaresizce izlemek de dokunuyordu. Sen kalkmış diasporaya, İbrahim ve  arkadaşlarının iktidar mücadelesinde yanlış tarafta olduklarını anlatıyordun. Daha ötesi de, dayağı iktidarın değil de kendi arkadaşlarının attığını iddia ediyordun.

 

Doğrusu, benim yaptıklarından da haberim yoktu. İyi bir okuyucun olmadığımdan, yazdıklarından da radyo yayınından da bihaberdim. Maykop`ta Adnan diye bir arkadaş var, sizinkiler onu da pek sevmezler. Bir gün beni aradı, olaylarla ilgili İbrahim`le bir röportaj yapmamı rica etti. O sayede haberdar oldum.

 

Yaptığım röportaj kimi çevrelerde rahatsızlıklar yaratınca da, sanki bunlar yokmuş da ben sana komplo kurup fitne çıkarmışım gibi bir pozisyon aldın. İbrahim bunların hesabını sormak için beni de yanına alıp Perit Derneği’ne geldiğinde yazdıklarına sahip çıkamadın. Başını eğip oturdun. Yaptıklarını bilmeyen insanlar, seninbunları yapmış olamayacağını düşünüp seni savundular.

 

İbrahim her zaman dönenlere yardım etmeye, onları savunmaya çalıştığını, kimseye zarar vermediğini, sizden herhangi bir yardım istemediğini, kendisinin aleyhinde neden taraf olarak çıktığınızı anlamadığını anlatıp, ‘bir daha bulaşmayın böyle işlere’ diye nasihat etti size ve çıkıp gittik. Oraya da ilk ve son girişim olmuştur. Şimdi bana küfredip, kovduğunuzu yazıyorsun. İbrahim’e sordum, ‘yaw götürmüşsün yüzleşmeye, küfredip kovmuşlar beni, sen de seyretmişsin’ deyip sitem ettim. Şaşırdı. ‘İyi’ dedi o zaman,‘yeniden yüzleşelim’. İstersen, komiteden ele avuca gelir birilerini al da yanına, bir tenhada buluşalım. Spor olur. Mevsim değişimine iyi gelir hem. İbrahim’le biz hazırız. Yerini ve zamanını siz seçin.

 

Sende hafıza kaybı da had safhada Erik. Geçmişte yaptıklarını ve dediklerini ya hatırlamıyorsun ya da hatırlamak istemiyorsun. Gerçi kullandığın metot, dedikodu ve işkembeden atma üzerine kurulunca, hafızaya da gerek kalmıyor. İbrahim`le ilgili, Hacı Bayram`la ilgili, benimle ilgili tüm iddiaların işkembeden. Hiç birinin belgesi, ispatı yok. Beyin yerine işkembeyi o kadar kullanırsan, beyin de tembelleşir, işkembe de o kadar yükü kaldıramaz. İşkembene yazık be Erik.

 

Seni itham ettiğim konuların belgeleri internette mevcut. Ben sadece iki tanesini kullanmıştım. Halbuki, aynı konuda, en az beş-altı adet daha yayın var. Üstelik içerikleri de benim ele adığımdan daha derin detaylarla dolu. Sen bunlara cevap vermek yerine, müfteri diye bağırıyorsun. Yaptıklarının ya arkasında durursun ya da hatanı kabullenip vazgeçersin. Sen ikisini de yapmıyor, deşifre edeni karalayarak kurtulmaya çalışıyorsun.

 

Düşüncen ya da eylemin yanlış bile olsa, arkasında durman erdemdir. Yanlışından vazgeçmek de öyle. Ama hem yapıp, hem de inkar etmek ya da yaygarayla bastırmak hiç hoş değil. Ayrıca kimse de yemiyor. Bu anlamda, hiç anlaşamasam da Dr. Hatam`ı tutarım. Dediğini sahipleniyor, arkasında duruyor.

 

‘İmdat Kip denen şahıs komitemize saldırıyor, nedenini bilmiyoruz’  gibi ciyaklamalar çok komik. İnan Erikciğim, bu kadar küçülmene ben bile üzülüyorum.

 

‘Yaw bunlarla mı uğraşıyorsun’ diyecekler, iyice madara olacağım.

 

Nesine saldıracağım;  bu zavallıları  sen katmamış olsan çorbana, ben adlarını bile duymam.

 

Kullandığım “yalaka” kelimesine fazlaca takmışsınız. Bir de “yaltakçı”/“yardakçı” dediğimi iddia etmişsiniz. Bu kelimeler benim literatürümde yok, dolayısıyla kullanmadım. Sözlüğe baktım; yalaka’dan fazla bir farkları da yok. Yine kendin uydurup beni suçlamışsın. Ben alıştım da, okuyanlara biraz ayıp değil mi? Yazım ortada. Ben “yağcılık ve yalakalık” deyimini kullandım. Onu da kişi veya grup adı zikretmeden, genel bir  eleştirel cümle içinde kullandım.

 

Aslında ”yalaka” kelimesi, bence de durumu iyi karşılamıyor ama, daha ötesi de çok sakıncalı oluyor. “Kendine zulmeden güce sağlam bir aşkla bağlı, devam eden haksızlıklar ve eziyetlere rağmen bağlılığını  sadakatle sürdüren kişi veya grub”u anlatan bir kelime yada kavram gönderebilirsen, seve seve onu kullanırım.

 

Erikciğim; ben yazdıklarımın tümüyle ilgili bilgi ve belgelerden yeterli bir bölümü, dosya halinde yazıma ekliyorum. Hem senin hafızan tazelenir, hem okurlar karar verir kimin  müfteri olduğuna. “Buz kadar lekesiz, kar kadar temiz olsan ifiradan kurtulamazsın” diye başlamıştın, iftiralara. Geçmişini yeniden bir incele belgeleriyle. Sen lekesiz buz değil, lekelerin buz tutmuş halisin Erik.

 

İstersen bunlara cevap verirsin. Arızalı ve sabıkalılardan oluşan takıma gürültü yaptırarak bu işi örtemezsin. Benden söylemesi.

 

Sevgili Erik, satırlarıma burada son verirken şeytanla arkadaşlığını kes derim. İyi bir başlangıç olur. Komiteye de fazla takılma. Açık hava, bol balık ve havuç tavsiye ediyorum. Zeka seviyen hala komite ortalamasının üzerinde, altına düşürürsen seni kurtaramayız.

 

İmdat Kip, 27 Mart 2016, Nalçik

 

Not: Tartışmaya konu belgelerin bir kısmı PDF olarak sunulmuştur. Merak edenler inceleyebilirler. Takdir saygıdeğer okuyucularındır. (PDF dosyaya ulaşmak için bu paragrafa tıklayınız)

Comments are closed.