Kafasını kuma gömen deve kuşu misali…

Erdoğan Boz 01 March 2016
SUSTUKÇA SIRA BİZE DE GELİR Mİ?

 

Çerkeslerin nispeten yoğun nüfuslara sahip olduğu bütün ülkelerde gündem yoğun ve sıcak. Orta Doğu malum, yangın yeri… Yürek Yakıyor. Türkiye hem bir Orta Doğu ülkesi oluşu, hem de Rusya ve ‘batı’ dünyasıyla ilişkileri nedeniyle tam da bu yangının ortasında… Tam bir açmaz içinde.

 

Suriye’deki bu savaş ve yıkım merkezli gündem dışında, Türkiye’nin bir de iç gündemi var… Bir tarafta sokağa çıkma yasakları, hendekler, operasyonlar, patlayan bombalar ve ölümler; diğer tarafta da acil barış, demokrasi ve insan hakları çağrıları.

 

Türkiye’deki son gelişmelerden bir tanesi de işte bu ikili gündemin en ‘görünen’ yüzlerinden bir tanesiyle ilgili: IMC televizyonunun Türksat’tan çıkartılarak ekranlarının karartılması. Her ne kadar bizler bütün duyarsızlığımızla sessiz kalmaya devam etsek de, bu gelişme hali hazırda bu yazıyı okuyor olduğunuz Guşıps başta olmak üzere Çerkesleri de dolaylı olarak ilgilendiriyor. Nasıl mı? Kısa süreli bir fasılası olsa da 2011 yılından bu yana IMC TV’de yayınlanmaya devam eden Marje Programı Türkiye’de Çerkesleri konu alan ilk ve tek televizyon programı. Ve bu programın yapımcısı da Guşıps’ın yayın koordinatörü sevgili Kuban Kural.

 

Olayı kısaca hatırlamak gerekirse; bildiğimiz üzere, Suriye’de savaşan cihatçı gruplara silah sevk ederken yakalanan MİT tırlarıyla ilgili haber yaptıkları için ve yazdıkları köşe yazıları öne sürülerek iki gazeteci, Erdem Gül ve Can Dündar, Kasım 2015’te ‘casusluk’ suçlamasıyla tutuklanmıştı. O günden bu yana cezaevinde tutuklu bulunan gazeteciler geçtiğimiz hafta anayasa mahkemesinin aldığı hak ihlali kararı neticesinde serbest bırakıldı. Ve ne tesadüftür ki, tam da bu iki gazetecinin konuk oldukları bir haber programı esnasında, IMC TV savcılık talebiyle kapatıldı. Uzmanlara göre tamamen kanunsuz bir şekilde… Çünkü TV kanallarına yayın yetkisi veren RTÜK (kaldı ki RTÜK’ün varlığı dahi tek başına basın özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden birisi) ve dolayısıyla yayını durduracak olan da RTÜK. Fakat savcılığın herhangi bir mahkeme kararı dahi olmaksızın gönderdiği usulsüz bir talep yazısına istinaden TÜRKSAT Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş. ‘pazarlama birimi’ İMC TV’nin Türksat’tan çıkartılmasına karar verdi. Bu arada TÜRKSAT Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme A.Ş. bir ‘Kamu İktisadi Teşebbüsü – KİT’.

 

Daha başka vahim gelişmeler de var. Cumhurbaşkanı Erdoğan Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest bırakılmasını sağlayan Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını tanımadığını, saygı da duymadığını açıkladı. Daha öce Kayyum atanan ve canlı yayında tehditle insanların işten atıldığı İpek Medya Grubu’na ait bütün TV kanalları ve gazeteler kapatıldı, tüm personelinin de iş akdi feshedildi. Bir kısım medya susturulduğu gibi, devlet el koymadan önce işleyen bir sistemde maaşlı olarak çalışan insanları işsiz bıraktı. Böylelikle bütün alternatif ve muhalif haber kaynakları tamamen engellendi.

 

Haziran 2015’ten bu yana artarak devam eden savaş konseptine karşı sesini yükselten, acil barış çağrısı yapan bütün kesimlere karşı bir linç kampanyası yürütüldü ve yürütülmeye devam ediliyor. Devletin Kürt vatandaşlarına karşı yürüttüğü politikaların yanlışlığına ve bu yanlıştan bir an öce geri dönülmesi gereğine dikkat çekme amaçlı bir kampanyaya imza veren 2000’in üzerinde akademisyen bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ‘aydın müsveddesi, karanlıklar’ ilan edildi ve hedef gösterildi. Akademisyenler şu anda ciddi baskılarla ve soruşturmalarla karşı karşıya. Artvin’de bir doğa katliamı olacağı endişeleriyle, yürütülen madencilik faaliyetlerine karşı çıkan çevreciler ve muhalifler de hedef haline getirildi. ‘Yavru geziciler’ nitelemesiyle Artvin’de hükümetin ‘doğa üzerinde baskı yaratan uygulamalarına’ karşı çıkanlara bu eylemlerinin olası sonuçları hatırlatıldı. Zira Gezi olayları sırasında onlarca insan kolluk kuvvetlerinin uyguladığı şiddet sonucu yaşamını yitirip sakat kalırken, yüzlercesi de yaralanmıştı.

 

Bütün bunlar olurken Çerkesler her zaman ki gibi derin bir sessizlik içinde. Hiçbir muhalif hareket, yapılanma, girişim ya da spontan grup içinde az ya da çok kitlesel bir varlığımız yok. Olmadığı gibi tamamen kendi dışımızda meydana gelen uluslararası gelişmelerden medet umarak, fırsattan istifade Çerkes soykırımının Türkiye tarafından tanınması gibi absürt talepler dillendiriliyor. Bir taraftan da Çerkes milletvekilleri ziyaret edilip bütün bu insan hakları ihlallerinin temel sorumlusu olan iktidarın milletvekillerinden toplumsal faydalar umuluyor. Bu aralar üzerinde konuşulan ‘Çerkes çalıştayı’ da cabası.

 

Çerkeslerin bu sessizliğinin pek çok nedeni olduğu muhakkak. Bunların bir kısmı tarihsel: Çerkes Ethem ve Şark-ı Karib Çerkesleri Temin-i Hukuk Cemiyeti araçsallaştırılarak Cumhuriyet’in henüz ilk yıllarında yaşama geçirilen 150’likler listesi ve Manyas-Gönen sürgünü gibi vakalar en yoğun Çerkes nüfusunun yaşadığı Türkiye’nin batısında daha baştan sıramızı savdığımız anlamına geliyordu. Sosyal ve siyasal nedenlerden de bahsedilebilir: Orta ve Kuzey Anadolu’da dağınık şekilde kırsal alanlarda yaşayan köylü Çerkes nüfus bir taraftan devletin Türk milliyetçiliğine dayalı resmi ideolojisi tarafından baskılanırken bir taraftan da Sünni muhafazakârlığın etkisiyle Türkiye’deki toplumsal muhalefetin neredeyse tamamen dışında ve hatta karşısında yer aldı.

 

Siyasi girişimlere gelince; Çerkes siyasetinin izlediği iki temel çizgiyi temsil eden Birleşik Kafkasyacılık (BK) ve Dönüşçülük kendi aralarında sürekli bir rekabet içinde olsalar da bu iki farklı söylemin ortak bir özelliği var. Bunlardan ilki (BK) siyasal, ikincisi (Dönüşçülük) de demografik araçlarla Kafkasya’daki Çerkes varlığına dair müdahaleci girişimler olduğundan Türkiye’deki Çerkes varlığına ve buradaki yurttaşlığımızdan kaynaklı haklara odaklanan girişimlere her zaman mesafeli oldular.

 

Sebepleri ne olursa olsun, bugünkü sessizliğimizin sonuçları bizim için ağır olacak gibi görünüyor. Bundan sonra sadece Çerkesler değil, Kürtler dışındaki bütün Etnik gruplar için kamusal alanda temsilin daha da zorlaşacağını öngörebiliriz. 2011’de başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın bir televizyon röportajında söylediği “Şimdi de Çerkesler başladı…” sözünü bunun erken bir belirtisi olarak görmek gayet mümkün. Diğer taraftan da, bugüne kadar toplumsal muhalefete katılım ve sivil toplum refleksleri konusunda oldukça zayıf olan bizler toplumda asıl çeşitliliğin temsil edildiği alanın her geçen gün daha fazla dışında kalıyoruz. Bu da bizi devletin tek-tipleştirici baskılarına daha açık hale getiriyor. Bu noktada söylenebilecek pek bir şey kalmıyor gibi… Kafasını kuma gömen deve kuşu misali…

Comments are closed.