Gücünü arttırmak için gencecik insanları feda edenleri bu ülke hiç unutmadı,unutmayacak- kim ve ne taraftan olursa olsun.

Nurdan Şahin 21 August 2015
CİNNET HALİ

 

8 asker daha öldü dün öğleden sonra, yaşları muhtemelen 20-30 arası en fazla. Kıyamet kopmadı, alışıldı şimdiden. Facebookta, twitterda birkaç yazı ; bir iki – kimisi Suriye’den, sanki burası yeterince kötü değilmiş gibi- resim paylaşmak yetiyor sanki rahatlamasına biz batıda yaşayanların. Güneydoğu Anadolu’daki Kürt halkı ise yine devlet ile PKK arasında sıkıştı kaldı- evlerinden çıkamıyorlar. Zaten genellikle sokağa çıkma yasağı var, olmasa da can güvenliği yok. Çıksalar da gidecek yer yok, hendekler kazılmış –bir timsahlar eksik. Batıda asayiş berkemal. Gezi olaylarında TV’ler yayın yapmıyor diye ortalığı yıkanlar, oturmuş maç izliyorlar ya da dizi. Zaten genelde ölenlerin çoğu Kürt- hem askeri hem gerillası. İki taraf da “şehit” diyor yaşamını yitiren gencecik çocuklara. Şehitler ölüyor, vatan değilse de üzerinde yaşayanlar zaten çoktan bölünmüş Türk/ Kürt/ laik/ Müslüman/ Alevi/ Sünni.. diye. Kimsenin derdi öbürünü pek ilgilendirmiyor.

 

Nedir bu cinnet hali? İki yıldır kör topal da olsa yürüyen çözüm süreci neden birden bir kenara itildi; bırakın bir kenara itilmeyi savaş neden başladı?

 

21 Mart 2013’te ,Türkiye’de, biz yaştakilerin rüyada görse inanamayacağı tarihi bir gün yaşanmıştı oysa: Öcalan’ın mektubu Diyarbakır meydanında, yüzbinlere canlı, milyonlara TVden naklen hem Kürtçe, hem Türkçe okunmuştu; ana fikir “artık silahlar sussun, fikirler konuşsun”du. Silahlı unsurların sınır ötesine çekileceğini söylüyordu Öcalan. Bir ay sonra, aralarında AA’nın da olduğu yerli ve yabancı yüzlerce gazetecinin Kandil’den yaptığı canlı yayında,bu kez Karayılan PKK’nın mayıs ayından itibaren -yanılmıyorsam ön şartsız- çekilmeye başlayacağını açıkladı. Ölümler durdu, duayen gazeteciler başlayan(ama sürmeyen) çekilmeyi izleyip yazdılar; okuduk merak ve umutla.

 

2 yılda çeşitli demokratikleşme paketleri açıklandı; bu paketlerle anadilde siyaset,anadilde savunma ve özel okullarda anadilde eğitim serbest hale geldi; Kürt, Çerkes,Ermeni vb. çocuklar her sabah Türküm doğruyum diye yalan söylemekten kurtuldular. En önemli insan haklarından biri olan anadilinde eğitim ise, hem anayasal değişiklik gerektiğinden hem de muhtemelen elde bir koz olarak tutulduğundan bir türlü gerçekleşmedi. Gerçekleşmeyen bir diğer husus ise silahlı güçlerin çekilmesi oldu. Buna rağmen, görüşmeler sürdü ve Şubat 2015’te Dolmabahçe deklarasyonu gerçekleşti. Bir kez daha,barışın kalıcılığı konusunda umutlar arttı. 2015 Newrozunda, Öcalan tarafından yapılan silahsızlanma kongresi çağrısı beklenen içerikte olmadı muhtemelen. Bir iki gün sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan Dolmabahçe’yi tanımadığını ilan etti; mutabık kalındığı açıklanan izleme komitesi kurulmadı- aslında seçimlere kadar hiçbir şey yapılmadı.

 

Öte yandan bu iki yıllık süre zarfında dünya değişti; Suriye meselesi Kürt siyasetini de doğal olarak etkiledi; kurulan Kürt kantonları galiba eşit yurttaşlık kavramının ötesinde talepleri doğurdu; hükümetin Kürt komşu fobisi hamasi demeç ve uygulamalara yol açtı. Seçim sürecinde giderek sertleşen ve en çok da Çözüm Sürecinin iki tarafını temsil eden AKP ile HDP arasında gerçekleşen ve birbirini hedef gösteren neredeyse düşmanca kampanyalara, seçimdir,n’apsa yeridir gözüyle bakıldı biraz. Yapılan tüm tahminlerin aksine, Türkiye bu seçimi de gayet başarılı geçirdi. Akşamın erken saatlerinde belli olan seçim sonuçları neredeyse herkesi şaşırttı- ve umutlandırdı. Koalisyon olacak, ülke normalleşecekti belki de.

 

Olmadı, olamadı ne yazık ki. Niye olmadığı bir başka yazı konusu olacak kadar uzun ama görünen o ki, sonuçlardan memnun kalmayan CB Erdoğan, seçimin tekrarı üzerine stratejik bir oyun kurguladı. Karşısında bu stratejik oyunu bozabilecek ya da alternatif oyun kurgulayabilecek bir aktör zaten yoktu.

 

Temmuz başında KCK barajlar, tutuklamalar vs ile ilgili bir açıklama yaparak,ateşkesi bitirdiğini ima etti. Birkaç gün sonra, Bese Hozat’ın “devrimci halk savaşı” çağrısı yaptığını okuduk. Bunları anlamakta güçlük çekerken, 20 Temmuzda ise o korkunç olay, Suruç Katliamı gerçekleşti. Pırıl pırıl 33 insan yitirildi; Kobani’ye umut götürmeye giden bu insanların arasında, ana-oğul Ferdane ve Nartan Kılıç’ı da kaybettik. Ayni gün Cemil Bayık halkı “meşru savunma”ya çağırdı; 2 gün sonra Ceylanpınar’da 2 polis uykuda öldürüldü. 24 Temmuzda da Türk jetleri hava operasyonuna başladı. Artık cinnet hali geçerli; Silvan’dan Suriye’yi andıran görüntüler gelmeye başladı;Varto’da bir kadın gerillanın çıplak vücudu sokaklarda bırakıldı; yetmez, fotoğrafları servis edildi. Devlet 90’ları andırır bir politikaya doğru koşar adım giderken, PKK ya da bağlı güçler de her gün birkaç asker/polis genç insana kıymaya, hendekler kazıp savaş çığlıkları atmaya devam ediyor.

 

Bir zamanlar- çok da eski değil, birkaç on yıl önce- varlığı dahi kabul edilmeyen, kimliğini korumak, dilini konuşmak isteyene her türlü işkencenin yapıldığı, faili meçhul cinayetlerle yok edilmek istenen bir halkın, kendisine başka hiçbir yol bırakılmadığı için silaha başvurmak zorunda kaldığı bir ortamda doğmuştu PKK. 30 yıl süren, 40 bin kişinin öldüğü savaşın kazananı olmayacağını nihayet anlayan iki taraf masaya oturdu. Şu anda Kürt kimliği anadilde eğitim dışında-ki bunun olmaması insan haklarına aykırıdır- eşit yurttaşlık koşullarının çoğuna pratikte sahip, elbette anayasada da bunun güvence altına alınması lazım. Kürt halkını temsil eden ve Türkiyelileşme çabalarıyla, ülkenin her tarafından oy almış ve çözüm sürecine aracılık eden bir parti-HDP- 80 milletvekiliyle, anahtar parti konumunda parlamentoda. Böyle bir durumda, talep ne olursa olsun, silahlı mücadelenin hiçbir meşruiyeti yok! Zorunlu askerlik yapan gencecik fidanları pusuya düşürüp öldürmenin, trafik polisini kurşunlamanın hesabını kimse veremez. Üstüne üstlük, HDP’nin kardeş partisi diyebileceğimiz DBP, özerklik ilan ediyor orada burada! Anayasa değişmeden nasıl Erdoğan başkan olamazsa, özerk bölgeler de olamaz. Ama bunun için, hatta-eğer böyle bir talep varsa- ayrılma hakkı için, meşru parti HDP parlamentoda mücadele verebilir. Sivil direnişler örgütleyebilir. Silaha baş vurmak ise, devlet içindeki şahin kanadın ekmeğine yağ sürmekten, askeri “çözüme” yol açmaktan başka hiçbir işe yaramaz.

 

Barış için gereken ilk adım, PKK’nın derhal ve koşulsuz olarak ateşkes ilan etmesidir. Bu adım, zorunlu olarak devletin de durmasına yol açacaktır. Gücünü arttırmak için gencecik insanları feda edenleri bu ülke hiç unutmadı,unutmayacak- kim ve ne taraftan olursa olsun.

 

Comments are closed.