Yaşam varsa umut vardır.

Nurdan Şahin 19 November 2014
DAHİ MÜLTECİ TAMBİ’nin DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ..

 

Suriye’den ailesiyle yaklaşık iki yıl önce Türkiye’ye gelip geçen sene Bursa’ya yerleşen ve müzik otoritelerince “geleceğin dehası” olarak gösterilen Çerkez asıllı piyanist Tambi Asaad (16), hem alanında dünyanın en iyisi olmayı hem de dünya barışı için mücadele vermeyi hedefliyor.

Asaad, Suriye’de, ailesiyle yaşadığı bölgede iç karışıklık başlayınca babası Nart, annesi Ümeyme ve kardeşi Marşan Asaad (12) ile Çerkez derneklerinin yardımıyla yaklaşık iki yıl önce İstanbul’a geldiklerini söyledi. (http://www.canlihaber.com/suriyeli-piyanist-tambi-asaad-gelecegin-dehasi-olarak-gosteriliyor-45029h.htm)

 

Doğrusu bu haberde beni duygulandıran ve şaşırtan esas nokta, Tambi’nin bir mülteci olmasıydı. Dünyanın en zor şeylerinden biri olmalı mültecilik. Büyüdüğün, yetiştiğin, bildiğin ve o nedenle kendini güvende hissettiğin doğal ortamından, senin dışında gelişen faktörler-en çok da savaş sebebiyle,dünyanın bir başka köşesine savruluvermek! Paran pulun çevren olsa bile çok zor; yoksa zaten bir felaket. Ama her şeye rağmen yaşamak umut demek. Ölümden öte köy yok oysa..

 

Tambi Djemouk Suriye’de kalsa bugün tesadüfen de olsa ulaşma ihtimali olan başarıya kavuşabilir miydi? Dahası, o güzel, o yetenekli ,o dahi çocuğun bir kör kurşunun gazabına uğrama ihtimali de çok yüksek değil miydi?

 

Türkiye, Suriye’de işlerin karışmaya başladığı 2011’den itibaren itibaren, açık kapı politikası uyguladı: Suriye’den, Esad’ın zulmunden kaçan herkesi ülkeye aldı. Az buz değil, 1.6 milyon insan girdi Suriye sınırından bugüne dek. Kurulan kampların, dünyadaki iyi örneklerden olduğu söyleniyor, söyleniyor da, rakamlar bu boyuta ulaşınca, elbette kamplar yetmiyor ve gelenler tüm ülkeye yayılıyor.Kayıt altına alınan mültecilere eğitim, sağlık hizmetlerine erişim hakkı sağlanıyor ve çalışma izni veriliyor. Ancak henüz büyük bir kısım kayıt altında değil; bu konuda ayrımcılık yapıldığı söyleniyor  -ne kadar doğrudur bilemem-  ama bu insanlar sersefil sokaklarda yaşıyor; dilencilik yapıyor ve tepkilere neden oluyor. Aslında sadece onlar değil; kayıt altına alınanlar da hastanelerde, okullarda istenmiyor; tepki görüyorlar. Hatta cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullanacaklarına kadar varmıştı söylentiler.

 

German Marshall Fonu’nun (GMF) her yıl yaptığı Transatlantik Eğilimler 2014 araştırmasına göre, Türkiye halkının %67’si Ak Parti’nin mülteci politikasını onaylamıyor. Yani olay, AKP karşıtlığının çok ötesinde; ülkede bir yabancı fobisi var. 2010 yılında EBRD ve Dünya Bankası tarafından yapılan bir araştırmada, 34 ülke arasında, mülteci/yabancı işçi komşu istemeyen ikinci ülke konumunda imiş Türkiye – 1.de Moğolistan! (http://www.todayszaman.com/diplomacy_67-percent-of-turks-disapprove-of-ak-partys-immigration-policy_364342.html#)

 

Zaten var olan zenofobi, gerek siyasilerin ve kendi alanlarını “temiz tutmak” isteyen yerel yöneticilerin, gerekse basının – mesela Yılmaz Özdil – verdiği gazla tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Bu konuda aslında en doğru tavrı alması beklenen okumuş yazmış şehirli kesim ise, esas olarak AKP fobisi nedeniyle mülteci politikasını kıyasıya eleştiriyor, gayrı resmi konuşmalarda, “doldurdu Allahın cezası bütün Suriyelileri, başımıza bela etti” deyiveriyorlar.

 

Evet, gelen mültecilere yeterince destek sağlanmıyor; evet,Türkiye’nin yeni oluşabilecek akımlara yönelik bir B planı yok; evet sokaklarda yaşamak zorunda kalan mülteciler hem kendileri perişan oluyor hem de hepimizi tedirgin ediyor ama bütün bu eksiklerine karşın “açık kapı” politikası doğru ve insani bir politika; çünkü yaşam varsa umut vardır. Tambi Djemouk da bunun en güzel örneği.

Comments are closed.