Bu mesele sadece Kürtlerle ya da hükümetle ilgili değil; hepimizin meselesi.

Nurdan Şahin 14 October 2014
KABUS, YİNE YENİDEN

 

Sınırların ne kadar anlamsız olduğunu ilk kez o zaman gözümle görmüş, yüreğimle hissetmiştim. 2007 Nisan’ın sonlarıydı; e-muhtırayı takip eden hafta. Çalıştığım STK’nın güneydoğu birimlerini dolaşıyordum. Siirt’in Pervari’sinden, Batman’ın Sason’una; Diyarbakır’ın Lice’sinden, Mardin’in Savur’una uzanan seyahatte, Nusaybin’den geçti yolumuz. Öyle tuhaftı ki; birileri görmeden , harita başında bir çizgi çekmişler sanki ve kasabanın, köylerin ortasından gecen demiryolunun aşağısında kalan aile fertleri Suriyeli, yukarısında kalanlar Türkiyeli olmuşlar! Ancak bayramlarda sınır kapıları acılınca sarılabiliyorlar birbirlerine. Sınır hattında iki kapılı bir Öğrenim Birimi açıp, kapılarından farklı ülkelerin vatandaşı ama muhtemelen aynı sülalenin çocuklarıyla ve genç gönüllüleriyle oyun oynamak, eğitim etkinlikleri yapmak, sonra ayni seyi Ani’de ve Kıbrıs’ta tekrarlama hayalini kurmuştum. Hayal olarak kaldı tabii; ama neyse konu bu değil zaten.

 

Kobani’yle Suruç da aynen böyle işte. Evet, Kobani sınırlarımızın dışı ama o sınırları orada yaşayan halk çizmedi ki. Onlar istemedi ki kuzenleriyle ayrı ülkelerin vatandaşları olmak. Hem sınırlar ne kadar ayırabilir ki insanları? Onun için, Kobani’ye sınırlarımız dışında olsa da, tamamen dış mesele olarak bakmak mümkün değil. Kürtler için, sembolik önemini de ayrıca anlamak gerek.

 

IŞID/IŞIL/ID adıyla anılan, birdenbire ortaya çıkıp tüm dünyayı ürküten terör örgütünün Kobani’ye girerse neler yapacağı aşikar. Sivil halkın önemli bir kısmı zaten Türkiye’ye göç etmiş durumda; insani yardım konusunda sanırım bir problem yok. Yaralılara da yeterli olmasa da sanırım gerekli bakım gösteriliyor. Daha fazla destek de veriliyor el altından gibi geliyor bana; tabii tamamen tahminen. Ama ISID’ın saldırdığı diğer şehirlerin ne kadar hızlı düştüğünü düşününce, insan ister istemez burada bir destek var herhalde diye düşünüyor.

 

Dış politika konusunda zır cahil olduğumu baştan itiraf ederek, doğrudan açık desteğin oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Bir kere, kara operasyonu epeydir düşman ilan edilen bir ülkenin topraklarına yapılacak ki, bu herhalde doğrudan savaş ilanı sayılır. Onun için, hükümetin bu konuda “ortak operasyon” duruşu bence doğru. Öte yandan, Kürtler zaten TSK’nın Kobani’ye girmesini istemiyorlar, çünkü güvenmiyorlar – ki tarihsel olarak bu konuda haksız da değiller. Peki istekleri ne? Türkiye ile sınırı olan Suriye topraklarındaki iki Kürt Kantonundan, savaşacak unsurların, Türkiye içinden geçerek Kobani’ye ulaşması; bir de silah yardımı. Koridor konusunda da sanırım hükümet Kürtlere güvenmiyor; halen düşe kalka görüşmeleri sürdürdüğü ama silahını bırakmamış bir örgüte sınırlarını açmayı, hele açık açık silah desteği vermeyi gözü yemiyor. Çok da haksız sayılmaz. Ayrıca, mesafeler pek de kısa değil (haritada görmek için: http://www.ilkehaber.com/yazi/bu-haritaya-bakmadan-kobaniyi-anlamak-imknsiz-11895.htm) O zaman ne olacak?

 

Bunu söylemek çok zor . Çözüm Süreci’nin zar zor yürümesinin sebebi de kısmen bu karşılıklı güvensizlik. Güvensizliği aşmanın birinci yolu yaklaşımlar. Barışa giden yolda barış dili kullanılır ve sonuç olarak Cumhuriyet tarihi boyunca, mağdur olan Kürtler, mağdur eden devlettir. Onun için, güveni sağlayacak adımları atmak ve ortak bir dil oluşturmak esas olarak hükümete düşer. Ne yazık ki, özellikle kamuoyuna açık iletişimde bir ilerleme olmadığı gibi gerileme var. Cumhurbaşkanı artık kalkan kullanmayacak polis ve askerden bahsediyor; akademisyen Başbakanımız entelektüel üslubunu tamamen terk etmiş, devamlı kahramanlık şiiri okur gibi meydanlarda bas bas bağırıyor; Diyarbakır Valisi iken, can maldan değerlidir diyen İçişleri Bakanı, şiddete misliyle karşılık veririz diyor. Devlet, kamu düzenini sağlamakla yükümlüdür; şiddete başvuranları yakalar ve hukuk karşısına çıkarır. Devlet şiddet uygulamaz.

 

Öte yandan, CB seçimleri sırasında neredeyse tüm Türkiye’nin sempatisini kazanan ve partisinin oylarını %10’lara yükselten Demirtaş’ın sokaklara çıkın çağrısı, her türlü şiddete ve provokasyona açık, ciddi bir sorumsuzluk ve – inşallah – tecrübesizlik örneği. Bilanço ortada: Türkiye yine, yeniden bir kabusa uyandı; 40 kişi canından oldu. Elbette bu olayların bütün sorumluluğu HDP de değil; elbette her durumda devlet güvenliği sağlayabilmeli ama bu çok da kolay değil. Eğer Demirtaş çerçevesi belirli bir sivil itaatsizlik çağrısı yapsaydı, söz gelimi tüm şehirlerde, belirlenen yer ve zamanda, sessiz yürüyüş ya da oturma eylemi vs gibi bir çağrı olsaydı kimse Demirtaş’ı suçlayamazdı; suçlasa da inandırıcı olmazdı.

 

Allahtan, rasyonel ve ılımlı mesajlar veren bir kişi hala var ve itidal çağrısı için ona başvuruluyor: Öcalan. Ama bu da ne zamana kadar sürer, sürse de özellikle de Kandil’e ne kadar söz geçirebilir belli değil. Özellikle de bir hücreden; son derece sınırlı iletişim imkanları ile.

 

Türkiye’de çok önemli bir adım atıldı Çözüm Süreci ile. Ancak, karşılıklı güvensizlik, beklentilerin farklılığı, yavaş işleyiş ve dışsal faktörler, süreci pamuk ipliğine bağlı hale getiriyor. Birkaç gün önce gördüğümüz kabus bunun en açık göstergesi. Çözüm Süreci’nin arkasında olduğunu sürekli tekrarlayan hükümet Kobani’nin Kürtler için sembolik önemini anlamalı ve acilen elinden geleni yapmalı, yaptığını da gerekenlerle paylaşmalı; içerde çözüm süreci için derhal ve hızla gerekli yasaları çıkarmalı,kurumsal yapıları oluşturmalı; güvenlikçi yaklaşımdan vazgeçip polis/askerin silah yetki ve salahiyetlerini arttırmamalı ve mutlaka ama mutlaka dilini değiştirmeli. Kürt tarafı da daha soğukkanlı davranmalı, her fırsatta silahlar konuşur tehdidinden vazgeçmeli , provokasyonlara meydan vermemeli, ikna edici ve yapıcı olmalı, çözüm sürecinin arkasında olduğunu sadece sözleriyle değil, davranışlarıyla da göstermeli.

 

Aslında onlarca can kaybına neden olan son olaylar, her iki taraf için de şiddet yeniden başladığında, olayları kontrol etmenin çok da kolay olmadığını göstermiş olmalı. Umalım ki gerekli dersler alınmış olsun; yine, yeniden bir kabusa uyanmayalım.

 

Ancak bu mesele sadece Kürtlerle ya da hükümetle ilgili değil; hepimizin meselesi. Gerek Çerkesler ve diğer azınlık gruplar, gerekse bireyler olarak, barış ve demokrasi için, barışçı yollarla çaba harcamamız gerek; dayanışmamız gerek ve eşit vatandaşlık tanımı üzerinde yükselen yeni bir Anayasa için bıkmadan usanmadan taleplerimizi dile getirmemiz gerek. Barışı ve demokrasiyi ancak hep birlikte kurabiliriz.

 

Önemli Not: Gusıps’te yazmaya başladığımda, yazarların, yazılara gelen yorumlara doğrudan cevap veremeyecekleri bildirilmişti; onun için olumlu ya da olumsuz geri bildirimlerinize cevap veremiyorum; ama her biri çok önemli benim için. Görüşlerinizi paylaşmaya devam ederseniz sevinirim.

Yorumlar (2)
  1. Furkan Kafkas on said:

    http://www.youtube.com/watch?v=i357G1HuFcI
    Verdigim linkte, Irak Şam İslam Devleti örgütü üyesi sınırların ne kadar anlamsız oluduğunu anlatıyor ve batılı güçlerin 1. Dünya Savaşı sonunda çizdiği Sykes-Picot sınırlarını tanımadıklarını ilan ediyor. Konuşmayı Şilili bir mücahit Abu Safiyya (Safiyenin babası) başlatıyor ve ingilizce anlatıyor. Kaldırılan ilk sınır Suriye – Irak sınırı.

    http://www.youtube.com/watch?v=cvs728NbHkg

    Bu linkte yukarıdaki videonun devamı niteliğinde. Sınırları kaldıran grubun çok uluslu kompizosyonunu göstermek için gösteriyorum. Burada İslam Devletinin meşhur askeri emirlerinden Ömer Çeçen bir konuşma yapıyor.

    Bu linkleri verme nedenim yazar sınırların anlamsızlığından bahsediyor (haklı bence) ama bu sınırlara benzerini eklemek isteyen PKK-HDP’yi meşru ve mazlum olarak görmesidir. PKK, Türkiye benzeri bir yapı kurmak istiyor, belki atatürk yerine abdullah öcalan konur, türkler nasil yer isimlerini türkçe ile değiştirdiyse kürtlerde isim uydurur. Ayn el arap, Kobani denilen yerin eski adı. Türkçesi arap pınarı, arapçası aynel arap. Eskiden kervanların konakladıkları bir pınar varmış. Dersime Tunceli diyen ziyniyetin bir yansıması olsa gerek.

    İD-PKK karşılaştırmalarında ABD ve Türkiyenin terör listesinde olan PKK’ya terör örgütü denmemesine bir anlam veremiyorum. Bu dünyayı yönetenlerin birilerine terörist demesi şahsen o grubu benim gözümde değersiz yapmaz ama burada bir çifte strandart söz konusu.

    Suriyede ne kadar insan öldüğü artık sayılmıyor ama yüzbinlerin öldüğü aşikar. Bu konuda PKK çizgisindeki Kürt hareketi bugüne kadar bir ses çıkarmadı. Suriyede kimyasal silah kullanıldı, o zaman bile gündemleri “Rojova devrimi” idi. Bu konularda bir şey demeden Suriyede Kürtlere kimlik karti bile vermeyen Esad’in gemisine binen bir hareket Türkiyede bir günde onlarca kişinin öldürülemsi ile sonuçlanacak olayları başlatıyor. Rojova romantik bir girişmdi ve ilk girdiği ciddi savaşta yoğun hava desteğine rağmen yenildi. ABD hava gücü ve medya desteği ile PKK’nin yanında, İD bahane edilerek pek çok muhalif grup ve sivil halk katlediliyor. ABD 2003 de başlattığı işgal ne kadar meşru ise bugün başlattığı harekette o kadar meşrudur. Ve ABD bir gün bu saldırılarını sonlandırmak zorunda kalacak. ABD saldırırken bir mevzi kazanamayan PKK çizgisindeki ABD çekilince sahadan tamamen silinecektir.

    Ben çerkes olarak Aynel Arap ta PKK güçlerinin bozguna uğramasına şaşırmadım, üzülmedim. Ulus devletlerin ortadoğuda bu saatten sonra tutunabileceğini sanmıyorum. İD kendi iç çelişkileri neticesinde bu uyanışı başarıya ulaştıramayabilir ama müslümanların tek bir devlet altında kendi çizdikleri sınırlarda yaşayacakları günler uzak görünmüyor. Müslüman Kürtler, müslüman Çerkesler ve diğer müslüman halklar artık kıyamdadır. Bunu dışardan enjekte edilen sentetik düşünceler boğamayacaktır.

  2. ahmetyermez on said:

    sağlıklı bir analiz, tebrikler nurdan hanım.