Sorun, biz Çerkeslerin topyekün bir halk olarak aktörü olduğumuz eylemler değil, içinde yaşadığımız ülkedeki toplumsal olaylara yönelik siyasi tepkisizliğimizdir.

Erdoğan Boz 20 August 2014
Eski Bir MİT’çiden Ermeni “Besleme”ye, Çerkesler Nasıl Devletçi Oldu?

“Dayım Mustafa Tunç Süleyman Seba MİT’te çalışırken yakalandı, işkencelerden geçirildi ve 1984 yılında katledildi. Dayımı hiç hatırlamıyorum. Elimde sadece bir tane fotoğrafı, Kürşat İstanbullu’nun kaleme aldığı “Gözaltında Kaybedilenler” adlı kitapta da birkaç sayfalık hikayesi var.”1

 

Kısa süre önce hayatını kaybeden Beşiktaş eski başkanı Süleyman Seba’yı Çerkesler olarak kurumsal mesajlarla andık, kimimiz cenazesine katıldık, kimimiz resmini sosyal medyada profil resmimiz olarak ayarladık, ‘tanıdık’ bir Abaza olması hasebiyle arkasından güzel sözler söyleme yarışına girdik. Yukarıdaki pasaj ise Seba’nın ölümünden birkaç gün sonra internette, hakkında yazılan bir yazıdan kısa bir alıntı. Fakat biz Çerkesler açısından kısalığıyla hiç de orantılı olmayan bir öneme sahip ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir duruma işaret ediyor.

 

Hepimizin malumu olduğu üzere, farklı devlet kademelerindeki ‘yoğun’ varlıklarından tutun, Ermeni soykırımında oynadıkları role kadar pek çok argüman eşliğinde Çerkeslerin ne kadar devletçi oldukları sürekli olarak önümüze koyulur. Pek çoğumuz değişik zamanlarda bu tür ‘suçlamalara’ bir şekilde muhatap olmuşuzdur. Saldırılara karşı bitmek bilmeyen bir enerji ve tükenmeyen bir ümitle aslında durumun hiç de öyle olmadığını savunmak zorunda kalmışızdır çoğu zaman. Yöneltilen suçlamanın niteliğine ve kendi siyasi anlayışımıza göre tam tersi bir pozisyon aldığımız da olmuştur. Aslında devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne hiçbir kastı olmayan Çerkeslerin iyi niyet şövalyeleri olmuştur üst düzey bürokratlarımız, nam-ı büyük devlet adamlarımız. Hatta bu uğurda kendi içimizde asla Çerkes olarak görmediğimiz ‘anası Çerkeslerimizi’ bile Çerkes saymışlığımız vardır duruma göre.

 

Son zamanlarda bu tartışmaların dost sohbetlerinden çıkıp siyasal alanda yüksek sesle yürütüldüğüne tanık olmaya başladık. Parlamentoda yer alan siyasal aktörler olarak AKP, BDP ve CHP içindeki farklı isimlerin Çerkeslerin (derin) devletle ilişkileri üzerine zikrettikleri pek çok şey duyduk. İttihat Terakki’nin Anadolu’daki toplum mühendisliği ve bu mühendisliğin bir parçası olarak uygulanan Ermeni soykırımında Çerkeslerin oynadığı rol üzerine yazılmış pek çok materyal bulmak da mümkün. Ermenistanlı tarihçi Arsen Avegyan’ın2 ve Fuat Dündar’ın3 konuyla ilgili son yıllarda yazılmış, okunması gereken önemli eserleri var.

 

Biz Çerkesler ise Türkiye’de farklı zamanlarda ve farklı şekillerde yürütülen muhalefetin, demokrasi mücadelesinin aktörleri içinde Çerkeslerin hep yer aldığını biliyoruz. Aynı şekilde işkencehanelerde kurbanlarıyla Çerkesce konuşan işkencecileri de duyanlar, bilenler vardır. Diğer taraftan, Çerkesler arasında Ermeni soykırımındaki Çerkes dahlini henüz yüksek sesle olmasa da dile getirmeye başlayanlar yavaş yavaş çıkıyor ortaya4. Fakat Ermeni soykırımının, vebali sadece Çerkeslere ya da herhangi bir başka halka yıkılamayacak kadar büyük bir projenin sonucu olduğunu da biliyoruz.

 

Birbirine oldukça uzak gibi görünse de yukarıda bahsedilen her iki mesele de aslen Çerkeslerle ilgili tek bir gerçekliğin iki farklı görüntüsüdür. Bu gerçeklik ise tarihsel ve istatistiksel verilerden çok üretilen siyasal söylemlerle ve algılarla ilgilidir. Sorun, biz Çerkeslerin topyekün bir halk olarak aktörü olduğumuz eylemler değil, içinde yaşadığımız ülkedeki toplumsal olaylara yönelik siyasi tepkisizliğimizdir.

 

Çerkeslerin kendi toplumsal hafızalarında Ermeni kıyımıyla ilgili pek çok hatıra varken, öldürülen Ermeni ebeveynlerin çocuklarının büyütülmek ve kendi köklerinden koparılmak üzere Müslüman ailelere besleme olarak verilmesi tarihsel bir vakıa olarak önümüzde dururken, Çerkeslerin Ermeni çocuklarına ‘sahip çıktıkları’ gibi bahanelere sığınarak meseleyi tartışmaya kapatmak ancak amiyane tabirle saflık olabilir.

 

Aynı şekilde kendimiz için küçük menfaatler sağlamak adına devlet mekanizması ve iktidarı elinde tutan kesimler içindeki ‘tanıdık’ Çerkeslere ya da Çerkes severlere ilettiğimiz talepleri ‘hak mücadelemizin’ merkezine koymak da ‘hak’ ve ‘mücadele’ kavramlarına ne kadar uzak olduğumuzun göstergesidir. Çerkesler bütün bir halk olarak ne devletin sahipleri ne de kaymağını yiyenleridir fakat siyaset üreten ya da ürettiğini iddia eden yapılarımız Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bir parçası haline gelmediği ve başkalarıyla karıştırılmaya farklı siyasi saiklerle ‘direndiği’ sürece bu algı var olmaya devam edecektir. Bu farklı siyasi saikler de bir başka yazının konusu…

 

 1http://jiyan.org/2014/08/15/suleyman-sebaya-lanet-yazisi/

 2Çerkesler (Osmanlı İmparatorluğu ve Kemalist Türkiye’nin Devlet-İktidar Sisteminde)

 3Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat Ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918)

 4http://www.gusips.net/blogger/4180-cerkes-araksi.html

Yorumlar (3)
  1. Sencer Shumaf on said:

    Cerkeslerin devlete ve toplumsal muhalefet ile iliskileriyle ilgili tespitlere katilmakla beraber yazinin spotunda adi gecen merhuma cenazesinin kalktigi gün lanet yagdiran bir bakis acisini “önemli” görerek, Cerkeslerin devletle iliskisini elestirmekte bir kolayciliga kacildigini görüyorum. Cerkeslerin toplumsal muhalefete kendi kimlikleriyle nufuz edemeyisini anlatmak icin herhangi birine lanet yagdiran bir referansa hic luzum yok. Zira bu iliskinin sakatligini gösteren bir cok saglam referans mevcut. Bu saglam referanslar ve ornekler varken, hic bir tespit sunmadan icindeki nefreti cenazeye kusan bir yaziya neden ihtiyac duyuluyor, anlamak zor. Bunun üzerinden, Seba’yi Cerkes/Abaza kimligi her ne kadar erezyona ugramis biri de olsa, “düzgün” bir adam olarak bilenlere bir elestiri de var.
    Ben hakkinda yeterince bilgim olmadigi bir konuda iddiada bulunmak istemiyorum ama referans verilen yazida, yazarin dayisinin Süleyman Seba’nin MIT kadrosundayken eza cefa cektigi soyleniyor. Bunun disinda somut bir tespit ve iddia yok. Kisacasi, mektubu kaybolan birinin önüne gelen postaciya sayip dökmesi kadar makul bu lanet yazisi, bu onemli konunun anlatilmasinda yardimci olmuyor.
    Yaziyla ilgili baska bir degerlendirme asagidaki linkte mevcut. http://deligaffar.com/2014/08/16/jiyandan-sizan-nefret-ve-komsum-suleyman-seba/

  2. kazanıko yaşar on said:

    jiyan.org’daki yazıyı okumadan önce şaşırıp kalmıştım Süleyman Seba güzellemelerine. Ülkede demokrat bildiğimiz bir çok kalem göklere çıkartıyorlardı Seba’yı. Sanki Seba İstanbul Mit Bölge başkanlığı (mit çalışanı değil bölge başkanı, yani oragnizasyonun başındaki adam) yapmamış, yaptığı yıllarda insan hakları ihlalleri vs. ile İstanbul Mit’in adı anılmamış , başkan olduğu genel kurulda güvenliği Alaattin Çakıcı sağlamamış, yine Alaattin Çakıcı Beşiktaş üzerinden yurt dışına kaçırılmamış gibi, püri bak, harika, efendi bir başkan portresi idi bize sunulan. Üzülmüş ve hırslanmıştım ama sesimi çıkarmadım, belkide çok önemsemedim,kızdım geçtim. Benden ziyade acısı olanlar varmış demek isyan edecek ki, jiyan’daki yazı tam da buna tekabül ediyor.

    Meselenin Çerkesler boyutuna gelince, Çerkes kurumlarının tavrını anlamak gerçekten zor. Ünlü bir Çerkesin arkasından ağıt yakma seansı gibi tutumları. Seba’nın diaspora ile yada kurumsal yapılar ile ilişkisi ne idi bilmiyorum ama Çerkes gayri meşru aleminin abisi olduğunu net olarak biliyorum. Mafyatik ilişkiler ile adı anılan kaç tane Çerkes vardır ki Seba ile hukuku olmasın.

    Yazarın değindiği nokta ise bence çok yerinde. Siz Çerkes kimliği ile teması aile ilişkilerine kısıtlanmış eski bir mit’çinin ardından göklere çıkartan methiyeler düzerseniz,üzerinizdeki devletçi yaftasına malzeme taşımış olursunuz, başka birşey değil.

    Son olarak Seba, Beşiktaş taraftarları için (zamanında küfrettiklerini de köşeye yazarak) efsane başkan olabilir. Ayrıca efendiliği ile nam salmış, mütevazi bir spor adamı, racon bilir bir delikanlı olabilir. Ama bu, ne onun günahlarını örter, nede Çerkesler için onu önemli kılar.

    Ölümünden sonra gündeme günahlarının gelmesine de niye şaşırdığımızı yada yadırgadığımızı anlamadım açıkcası. Öldüğü günden beri övgüler düzülen birisi için birilerinin de yanlışlarını, hatalarını gündeme getirmesi gayet normal bence. Özal’ın arkasından onu eleştirenler olduğu gibi Seba’nın da olabilir.

    Ne diyelim Allah taksiratını affetsin.

  3. kaytuko necati on said:

    Ölümünün ardından yapılan ayhabılı thamadeli yorumları bende anlamsız buldum. Bununla beraber bir çok Çerkes’in de kendisinin eski bir MİT çalışanı olduğunu hatırladığını da sanmıyorum. Başkanlığı da 2000 yılında bırakmış sanırım. Çakıcı’nın yurt dışına kaçırılmasının da başkanlığından sonra olduğunu öğrendim google’dan.

    Yazıya gelince; Çerkeslerin devletçiliği ile ilgili tespitlere katılıyorum. Bununla beraber Seba ile bu konunun ilişkilendirilmesinin yazının eksik tarafı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Seba’nın zihinlerde kalan böyle bir kimliği yok yada çok kısıtlı çevrelerce biliniyor. Çerkeslerin tepkileri ” O kadar kibar bir adamdı ki, ancak bir Çerkes bu kadar kibar olabilir” düzeyinde..

    Devletçiliği ile bilinen çok sayıda politikacı, devlet adamı! mevcut hala. Onların ölümünün ardından Çerkeslikleri ve devlet adamlıkları üzerinden yapılan olası iltifatların ardından yazılmış olsaydı bu yazı zamanlaması daha doğru olurdu bence. Yine de Allah onlara da uzun ömür versin diyerek hümanist bir şekilde bitireyim yorumu:)