Çerkeslere gerekli olan şey Demokrasi, verilecek mücadeleninde AKP'nin yada CHP'nin iktidara gelme mücadelesi değil, Demokrasi mücadelesi olması gerekir.

Murat Cenbey 15 May 2014
“CAMİ” İLE “KIŞLA” ARASINDA KALMAK

 

Türkiye gitgide kamplaşmaya başladı.

 

Daha önceki yazılarımda defalarca belirtmiştim ama yine de bu noktaya nasıl geldiğimizi kısaca anlatayım.

 

1789 Fransız Devrimi ile sahneye çıkan ve belirli bir etnik kimliğin üstünlüğüne ve devletin herşeyden, halktan bile üstün tutulduğu bir sisteme dayanan ulus – devlet modeli, dünyadaki ekonomik gelişmeler sonucunda, 1980’li yıllarda çatırdamaya başlayıp, 1990’lı yıllardan itibaren de kabuk değiştirmeye, yerini, devletin şeffaflaştığına ve halkın önem kazandığı, etnik kimlik üstünlüğünün reddedildiği, azınlıklar üzerindeki baskıların azaldığı, daha demokratik ve özgürlükçü devlete bırakmaya başladı.

 

1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti de Türk ırkının üstünlüğüne dayanan, devleti esas alan, halkı ikinci planda tutan, her konuda merkezi devletin karar verdiği, devlet eliyle burjuva sınıfının yaratılmak istendiği, azınlıkların ve farklılıkların yok sayıldığı tipik bir ulus – devlet modeliydi.

 

Bu ulus – devlet modelinin en çok ezdiği iki sınıf; İslamcılar ve Kürtler, 80 sene sonra, verdikleri mücadele ve Dünyadaki ekonomik, siyasal gelişmelerin neticesinde varlıklarını hissettirdiler. Özellikle İslamcılar, yıllardır ülkeyi yöneten elitist İstanbul burjuvazisinden iktidarı devralmayı başardılar.

 

İslamcıların iktidara gelmesi ile birlikte Türkiye o güne kadar hiç konuşamadığı konuları konuşmaya, reformları görmeye başladı. Daha özgürlükçü yasaların yapılması, askeri ve bürokratik oligarşinin geriletilmesi, darbeci generallerin hapse atılması, halka hizmette ciddi adımların atılması, ekonomik kalkınma vede en önemlisi yıllardır ulus – devletin görmezden geldiği, yok saydığı ve anadilde konuşma hakkı için 50.000 insanın öldüğü Kürt sorunundaki barışçı ve özgürlükçü yaklaşım…

 

Bir anda Türkiye’de bahar havası oluştu. İktidarda olmanın getirdiği güç ve ekonomik gelişme sayesinde para kazanan ve sınıf atlamaya çalışan İslamcı sınıfın kendine güveni yerine geldi ve ortalıkta, özellikle sosyal hayatta daha çok görülmeye başladılar.

 

Daha düne kadar elitist İstanbul sermayesinin ve devleti yöneten Kemalist zihniyetin, evlerde temizlik yapmaya yada temizlikçilik, bulaşıkçılık gibi geri hizmetlerde çalışmaya mahkum ettiği başörtülü İslamcı kadınlar, sosyal hayatın her alanında çalışmaya, gezmeye, para harcamaya başlayınca, yıllardır ülkeyi yöneten seküler kesim ayağa kalktı, ”eyvah şeriat geliyor” diye.

 

İktidarlarını kaybedince ayaklarının altındaki halının çekilmesi gibi bir anda boşlukta kalan eskinin bu vesayetçi zihniyeti, bu saatten sonra bunun sebebi olarak gördükleri Başbakan Erdoğan’a düşman oldular. Ne yaparsa yapsın, hangi olumlu adımı atarsa atsın, karşı çıkıp, eleştirip tam bir KARŞIT oldular. Ve tam bir Tayyip düşmanlığı başladı.

 

Aralarında benimde bulunduğum, 2010 Anayasa referandumunda yapılan değişikliklere “yetmez ama evet” sloganı ile destek verdikleri için “yetmez ama evet’çiler” olarak bilinen grup ise, bu reformların Türkiye için olması gerektiğini savunarak desteklediler.

 

Daha düne kadar ezilen İslamcı kesim, iktidarda olmanın avantajı ve ilk defa kendilerinin adam yerine konması sebebiyle ölümüne Erdoğan’ı desteklemeye başladılar.

 

Bu bahar havası 2011 yılına kadar devam etti. Bu tarihe kadar iyice güçlenip muktedir olan Erdoğan, artık reform yerine kendi hayat tarzını topluma dayatmaya, her konuda kendisi karar vermeye, biz demek yerine ben demeye, eleştiri kabul etmemeye özetle anti demokratik uygulamalara başladı. Artık iktidar sarhoşu olan İslamcılar ise tıpkı yıllardır kendilerini ezen elitist Kemalist zihniyet gibi davranmaya başlayıp, Kemalistlerin Sağ versiyonu olmaya başladılar.

 

En küçük bir muhalefetin bile şiddet ve kanla bastırılması, insanların içeceği içkiden, kaç çocuk yapacağına, kızlar ile erkeklerin aynı evde kalıp kalmayacağına bile Erdoğan karar vermeye başladı. Bu dönemde yolsuzluklar ise eski zihniyeti aratmayacak şekilde artmaya başladı.

 

Erdoğan bunları yaptıkça, onu destekleyen İslamcı kesim de ne yaparsa yapsın Erdoğan’ı desteklemeye başladı. Benim gibi insanların “yahu yapmayın, her alkol alanı alkolik gören zihniyetle, her başını örten kadını gerici yobaz gören zihniyet aynıdır” çığlıklarımıza kulak tıkamaya başladılar.

 

Kısaca; nasıl ki eski vesayetçi rejimi savunan kesimde Başbakan ne yaparsa yapsın (olumlu yada olumsuz) karşı çıkan bir KARŞIT kesim oluştuysa İslamcı kesimde de Başbakan ne yaparsa yapsın ona destek veren bir YANDAŞ grup oluştu.

 

Nasıl ki, AKP iktidarının yaptığı, özgürlükçü yasalar, ekonomik gelişme, reformlar, andımızın kaldırılması, başörtülülere çalışma hakkı, Kürt sorunundaki barışçıl çabalara bile Hayır diyen bir KARŞIT grup oluştuysa, İslamcılarda da, anti demokratik uygulamalara, yolsuzluklara, hayat tarzına müdahalelere ses çıkarmayıp destek veren bir YANDAŞ grup oluştu.

 

Herkesin bir bahanesi vardı, vesayetçi kesim AKP’nin yaptığı reformlara “bunların asıl amacı başka, bunlar şeriat getirmek istiyorlar” gibi bahanelerle karşı çıkıyor, İslamcı kesimde Başbakanın yaptığı anti demokratik uygulamalara bunlar dış güçlerin oyunu, bunlar faiz lobisi, bunlar darbeci bahanesiyle karşı çıkıp, Başbakan destek veriyordu.

 

Benim gibi bunun bir sistem sorunu olduğunu, sistem değişmeden iktidardaki kişi yada grupların değişimiyle sorunun değişmeyeceğini savunan, AKP’nin yaptığı reformları bir demokratikleşme olarak görüp destekleyen, son yıllarda ise özellikle Başbakan’ın yaptığı anti demokratik uygulamalara karşı çıkanlar ise AKP’nin yaptığı reformları destekleyince vesayetçi kesim tarafından “Dönek, AKP’li oldun” suçlamalarına maruz kalmaya, Başbakan’ın yaptığı anti demokratik uygulamalara karşı çıktığımızda ise İslamcılar tarafından “sen artık ulusalcı oldun, darbecileri savunuyorsun” suçlamalarına maruz kalmaya başladı.

 

Vesayetçi kesimi “Kışla” ile, İslamcı kesimi ise “Cami” ile ifade edersek benim gibiler “Cami” ile “Kışla” arasında kalmaya başladı.

 

Aslında çok şaşırtıcı değil bunlar hatta normal. Çünkü ulus – devletin yıkılıp demokratik devletin kurulması için sistemin değişmesi gerekiyor, iktidarların değil. Bu sistem devam ettiği müddetçe, AKP yada Başbakan gitse yerine CHP yada Kılıçtaroğlu gelse de sonuç değişmez. Devleti elinde tutan kendi iktidarı için herşeyi yapar.

 

Aslında bunu yeni fark etmiş de değilim. Aşağıdaki kalın harflerle yazmış olduğum yazı 12.06.2012 tarihinde www.ozgurcerkes.com sitesinde yayınlanmıştı.

 

“Aralarında benimde bulunduğum azınlık bir grup ise, AKP’nin bu ülkeye şeriat getirmeyeceğini, çünkü ne böyle bir niyetlerinin olduğunu nede küresel güçlerin buna izin vereceğini, yeni dünya düzeninde buna yer olmadığını, AKP’nin toplumu dönüştürme yönünde olumlu adımlar atacağını, ancak ve ancak yapısı itibariyle AKP’nin devrimci bir parti olmadığı için yapacakları bu reformların sınırlı kalacağını ve sonuç olarak düzeni değiştirmek yerine düzenin aktörlerini değiştirip, kendi dünya görüşlerine uygun insanları oralara getirdikten sonrada gericileşeceğini ve miadını dolduracağını söyledi.”

 

Bugüne baktığımızda Türkiye’de toplumun “KARŞIT”’lar yada “YANDAŞ”’ lar olarak ikiye bölündüğünü, benim gibi insanların “Cami” ile “Kışla” arasında kalarak iki taraftan da tokat yediği bir gerçek. Toplum objektif düşünemiyor maalesef. Sonuçta bu bir Demokrasi değil iktidar kavgası temelinde.

 

Türkiye’de siyasal güçlere baktığımızda; CHP ve MHP’de kümelenmiş ulusalcı faşistlerin, (CHP içindeki Demokratları ayrı tutuyorum ama şu anda CHP’ye ulusalcılar hakim olduğu için mecburen bu deyimi kullanıyorum) demokrasi gibi bir dertlerinin olmadığını görüyoruz. Türk Solu dediğimiz ise çok minik bir azınlık ve onlarında büyük bir çoğunluğu Kemalizmin milliyetçilik ve din düşmanlığı etkisinden kurtulamadığı bir gerçek.

 

Geriye kalıyor islamcılar ve Kürtler

 

Bütün bu eleştirilerime rağmen bana göre Türkiye’de Demokrasi gelişecekse bunu yapacak olan kesim İslamcılar ve Kürtler.. Bunu da siyasal bilincin gelişmesinden ziyade, ekonomik ve sosyal hayattaki gelişmeler sonucu yapacaklar. Dünya ile entegrasyon ve gelir seviyesi arttıkça, demokratik taleplerin artması… Kısaca; Kapitalizm ile tanıştıkça onlarda daha fazla özgürlük isteyecekler. Kapitalizmin, daha fazla tüketim yapılması için özgürlüklerin artması gerektiği gerçekliği, azınlıkları artık bir Pazar olarak görme realitesi, ılımlı İslamı ve Kürtleri bir sorun olmaktan çıkarıp sisteme entegre edecektir.

 

Buradaki en büyük risk, İslamcı ve Kürtlerin bu özgürlük isteklerini sadece kendi özgürlük alanları ile sınırlamaları. O zaman bunun adı Demokrasi değil faşizm olur, ki ben bu riskin gerçekleşme ihtimalini de yüksek görüyorum maalesef. Bunun olmaması için İslamcıların merkeze yaklaşması kadar muhalefetinde daha özgürlükçü bir söylemle merkeze yaklaşması gerekir.

 

Şüphesiz bu filmin sonunun nasıl olacağı sadece İslamcı ve Kürtlere değil, toplumun diger katmanlarının vereceği mücadeleye ve dünya konjonktüründeki gelişmelere bağlıdır.

 

Çerkeslere gelince;

 

Onlarında yukarıdaki manzaradan farkı yok. Yıllardır Dernekler etrafında toplanmış bulunan Vesayetçi sistemi savunan ve seküler hayat tarzına sahip Çerkesler “KARŞIT” tarafta. Öbür taraftan son on yıllık gelişmeler neticesinde onlara alternatif olarak örgütlenen Çerkeslerde “YANDAŞ” tarafta.

 

Değişen bir şey yok.

 

Çerkesler en önemli günleri olan 21 Mayıs’ta bile bölünmüş durumda.

 

Oysaki “Karşıt”’lık , yada “Yandaş”’lık ile Çerkeslerin bir hak elde etmesi mümkün gözükmüyor. Yandaş Çerkeslerin Başbakanın Soçi olimpiyatlarına gitmesi karşısındaki hayal kırıklığı bir gerçek. Karşıt Çerkeslerin desteklediği CHP’nin ise Çerkes adını bile duymak istemediği, Çerkes Soykırımı kelimesini bile kullanamadığı da bir gerçek.

 

Çerkeslere gerekli olan şey Demokrasi, verilecek mücadelenin de AKP’nin yada CHP’nin iktidara gelme mücadelesi değil, Demokrasi mücadelesi olması gerekir, bence…

Comments are closed.