Hiçbir şekilde sakince konuşulamadığı gibi, serinkanlı yazılar da yazılamıyor artık, düne kadar birbirine çok yakın olan insanlar ya bizdensin ya onlardan psikolojisi içinde.

Nurdan Şahin 20 February 2014
KONUŞMAK / KONUŞAMAMAK / KONUŞMAMAK

 

Artık konuşamıyoruz. Kimse kimseyi dinlemiyor, sadece ne cevap vereceğini düşünüyor. Anlamaya çalışma kaygısı zaten pek yoktu, şimdilerde hiç kalmadı. Herkes kazan/kaybet ruh hali içinde. Daha da kötüsü, adeta bir linç etme iştahı kabarmış durumda.

 

Bu yeni bir şey değil belki ama ben kendi adıma bu seviyede yaşamadım hiç bu olayı. Çok eski, cok yakın arkadaşlarımla; zaman zaman elbette farklı düşündüğümüz, ama dünyaya genel bakışımız perspektifinde hep ortak zemin bulabildiğim arkadaşlarımla bile siyaset konuşamıyoruz epey zamandır. Konuşmalar kırıcı olabiliyor çünkü. “ Artık görmeye dayanamıyorum, bu adam gitsin de, ne olursa olsun” demiyorsan iktidarı destekliyorsun ya da en azından kimseye göstermediğin anlayışı onlara göstermiş oluyorsun.

 

Oysa benim duruşum çok net – gitmiyor, önümüzdeki birkaç seçimde de görünen o ki, yine var olan hükümet kazanacak, çünkü BDP dışında bir muhalefet yok. O zaman ne olursa olsun demek, başka anlamlar ima eder ve ben bu anlamların hiçbirine katılamam. Seçilmişe muhalefet edilir, eleştirilir, sivil toplum kanalıyla daha aktif muhalefet yapılır ya da doğrudan siyasete girilip mücadele edilir. Bunların hepsine varım, zaman zaman hepsini de yaptım, yapıyorum, yaparım ama bunların dışında bir ‘’ne olursa olsun” a asla yokum.

 

Hiçbir şekilde sakince konuşulamadığı gibi, serinkanlı yazılar da yazılamıyor artık, düne kadar birbirine çok yakın olan insanlar ya bizdensin ya onlardan psikolojisi içinde. Medya da bunu fena halde körüklüyor. Açık açık, oldum olası ve fena halde “pro” ya da “anti” AKP medyası değil söz ettiğim medya. Diğerleri, daha ortada olanlar, daha önceleri liberal davrananlar.

 

Başbakan bir basın toplantısı yapıyor, sadece bazı gazeteler ve ismi kendi tarafından belirlenen gazeteciler çağrılıyor. Doğru mu? Elbette değil, bütün basın çağrılmalı, katılacak gazetecileri basın organının yönetimi belirlemeli , aksine tutum mutlaka eleştirilmeli. Ama toplantıya çağrılan ya da giden gazetecileri, bu yüzden iktidar yandaşı ya da cici çocuklar diye tanımlamanın haksızlık olduğunu düşünüyorum. Gazeteci, Başbakanın basın toplantısına çağırıldıysa gider; önemli olan ertesi gün ne yazdığıdır. Gidenlerin içinde öyle insanlar var ki hiçbir iktidar tarafından cici çocuk olarak tanımlanamazlar, üstelik bu ya da benzer tanımlamayı yapan ağabeyler de bunu bilir.

 

Sosyal medya, eski medyadan da beter…

 

Enver Aysever’in programına çıkmış Ayşe Kulin ve gerçekten kabul edilemez cümleler sarf etmiş Ermeni Tehciri ile ilgili. Ayse Kulin’in ilk romanını okumuştum, yorumum kalemi hoş, gerisi boş olmuştu. Dolayısı ile ne kitabını okudum bir daha, ne de ne dediğini merak ettim; onun için programı da seyretmedim. Kadın sosyal medyada linç ediliyor adeta. Agos’a üzüntülerini belirten bir mektup yazmış, mektubu okuyunca yapılacak tek bir yorum var: özrü kabahatinden büyük ama bu da linç edilmesini gerektirmez. Karin Karakaşlı’nın verdiği cevap ve kullandığı üslup ise, son derece değerli. Kızmıyor, bağırmıyor, vurmuyor Karakaşlı, olayın ne olduğunu ve acıları anlatmaya çalışıyor büyük bir olgunlukla. İhtiyacımız olan tam da bu değil mi? Sosyal medyada Kulin’ e küfür kafir gidenlerin, birkaç yıl önce ya da belki stres anında hala, ne dedikleri, ne diyecekleri meçhul çünkü.

 

Ya da “Kabataş’ta tacize uğradığını iddia eden başörtülü kadın” konusunda, bırakın kadının kendisini, Balçiçek İlter ve İsmet Berkan’ın başına gelenler…

 

Balçiçek İlter’in son yıllarda TV programlarındaki performansını beğenirim; İsmet Berkan’ı ise doğruya doğru pek sevmem, okumam da fazla. Ama kimse beni ikisinin de, bilerek, isteyerek ya da yaranmak için üstelik bu kadar hassas bir konuda kamuoyunu yanıltacak bir gazetecilik yapacaklarına inandıramaz. Hata yaptılarsa hesabını verirler, vermelidirler ama kimsenin linçe varan ithamlara hakkı yoktur.

 

Kabataş olayında, şu anki bilgilerle, ya ciddi ve kasıtlı bir abartma var; ya hastalıklı bir ruh hali – veya her ikisi – ya da bir başka Fadime Şahin olayı. Olay yargıda ve her şey aydınlanmadan kesin karar vermek başka hatalara yol açabilir. Olayı yaşadığını iddia eden kadın ise şu anda gerçekten linç ediliyor, oysa taciz çok hassas bir konu; bir kadın ağır hareketler yapılmadan da taciz edilebilir; taciz bakışlarla ve sözlerle de yapılabilir. Her şeyin görüntülerin varlığı ve yokluğu ya da vücuttaki çürüklerin yeri ve boyutu ile ölçülmesi de ne kadar objektif bilmiyorum. Tacizin esas etkisi psikolojiktir herkesin bildiği gibi ve gerçeği aramanın ötesine varan bu linç girişimleri, muhtemelen tacize uğrayan başka kadınların, şikayette bulunmak konusunda zaten çok az olan cesaretlerini kıracaktır.

 

Ülkedeki bu kavga ve linç havası neredeyse herkes için geçerli. Başbakan, kürsüden sürekli “Eyyyyy” diye başlayarak önüne gelene bağırıyor, onu bunu hain ilan ediyor; köşe yazarları da , tamamen ayni üslupla kendisine cevap veriyorlar. Yazıların çoğu artık okuyucuya değil, bizzat Başbakana yönelik ve aslında bu bağrışma arasında kimsenin birbirine bir şey anlatmak/anlatılanı dinlemek, ikna etmek/ikna olmak derdi yok, zaten bu gürültüde buna imkan da yok. Eleştirenlerin çoğunluğu ile eleştirilen arasında hiçbir üslup farkı yok ve bu çatışmacı ortam, toplumun tüm kesimine yansıyor , insanlar konuşamaz hale geliyor; ya da konuşmamayı tercih ediyor.

 

Halil Berktay’ın çok güzel ifade ettiği gibi “sağıyla ve soluyla, iktidarıyla ve muhalefetiyle, “ana mecra”sıyla ve aykırıları ya da marjinalleriyle Türkiye’nin siyasal kültürü, tartışmacı-iknacı değil boyölçüşmeci, azamîci (maksimalist) ve topa tutucu bir kültür. Demokratik değil devirmeci-imhacı bir kültür.”(1)

 

Bu kültürden, bu coğrafyada yaşayan hiç kimse muaf değil. Ben de kendi adıma, hep heyecanlı bir tartışmacı oldum; düşündüğünü inanarak söyleyen, heyecanla sesini yükselten, zaman zaman karşısındakinin sözünü kesen. Ama sakince, yumuşak bir ses tonuyla, sinirlenmeden tartışanlara imrendim hep; çok daha etkili olduğunu gördüm. Bir süredir bunu başarıyorum galiba, ama becerebilmekten çok yorgunluktan sanki, artık pek konuşmuyorum çünkü…

 

(1) http://serbestiyet.com/hircinliklarimiza-dair/

 

Comments are closed.