Bugün biraz Pollyanna mıyım ne?

Nurdan Şahin 10 February 2014
Şerden Hayır doğar mı?

 

Şer ve Hayır 1- Soçi Olimpiyatları

 

Eski yazılarımdan birinde yazmıştım; kendi seçmediğim ve doğuştan aldığım özelliklerle – cinsiyet, milliyet, aile gibi – çok ilgilenmedim oldum olası; Çerkesim,herkes bilir bunu ama ne övünür ne de yerinirim bu özelliğimle; her milletin, her milliyetin iyisi de kötüsü de olur çünkü ve milliyet kendi başına kimseye bir ayrıcalık – iyi ya da kötü – vermez, vermemelidir.

 

Yıllar geçip, yaş aldıkça, ve hele de dünyaya bakışın tüm haksızlıklara karşı olmak biçiminde şekillendiyse, haksızlık yapılan tüm halklar gibi, kendi halkınla ve bu halkın bir parçası olan ailen ve köklerinle de daha çok ilgilenmek, en azından bilmek istiyorsun. Artık biraz geç oluyor tabii; gençliğinde Kafkasya’yı ziyaret etmiş olan deden de, o sırada gencecik bir subay olan ve babası Sovyetler Birliği’ne gittiği için – anavatanı olsa da – sorgu suale maruz kalan ve babasına dön diye mektup yazan baban da çoktan göçüp gitmiş bu dünyadan. Bilgi alabileceğin kimseler kalmamış, yazılı çizili fazla bir şey de yok. Ama oraları, o yolları özel arabanla ziyaret etmiş ve sarp dağları o halde bile zor aşmışken, büyük büyük dedelerinin, ninelerinin , akrabalarının ve onların akraba ve arkadaşlarının nasıl telef olduğunu yürekten hissedebiliyorsun. İçin acıyor ve o topraklarda, bir barış şenliği olması gereken olimpiyatların bugünkü otoriter Rus rejiminin evsahipliğinde yapılıyor olması burukluk yaratıyor kaçınılmaz olarak. Ama No Sochi kampanyaları yürüyor bir yandan, hem de Çerkeslerin yaşadığı her yerde. Sonra, acıyı, sürgünü yaşamış, yaşayan, başka halkların desteğini görüyorsun; BDP başkanı Demirtaş, Başbakana, Çerkeslerin kanı dökülen o topraklara gitme çağrısı yapıyor. . Yüreğini soğutuyor az da olsa bu destekler ve bir de, bu şerden bir hayır çıkar mı düşüncesi.

 

Olimpiyatların Soçi’de yapılması, ilk kez ve gür bir sesle, barışçı eylemlerle, Çerkeslerin başına gelenleri tüm dünyaya duyurmak için bir fırsat olacak belki de. Öyle ya, başka türlü kim ilgilenir bir küçücük halkın 150 yıl önce başına gelenlerle? Evet, bu kesinlikle çok önemli bir fırsat, bıkmadan yorulmadan bilmeyenlere anlatmak, unutanlara hatırlatmak için.

 

Birkaç gün önce , bitmez tükenmez doğum günü kutlamalarımın sonuncusunda, yarı Alman, yarı Türkiye Ermenisi bir arkadaşımla, masadaki diğer herkese inat, ayni görüşü paylaştık: mazlumların ahı, er ya da geç çıkar aheste aheste. Ne zulmedenler unutabiliyorlar çünkü, nede unutturmak istedikleri zulüm görenler.

 

Şer ve Hayır 2 – Son Kriz

 

Türkiye, tam bir yıldır , önce hasır altında kalan, sonra su yüzüne çıkan bir türbülans yaşıyor. 1970 lerden beri çok çeşitli krizler gören tecrübeli 78 kuşağı için bile bu güne kadar yaşananların galiba en sertlerinden ve en tuhaflarından biri bu kriz. Belki de Cumhuriyet tarihinin en ilginç krizi; ”cemaat” tarafından kuşatıldığı söylenen yargı , iktidara gelmesi ve askeri vesayeti zayıflatması için destek verdiği yürütmeyi, yolsuzluk dosyaları aracılığıyla yıpratmak ve hatta devirmek üzere harekete geçiyor. Yürütme de , düne kadar bürokrasiyi emanet ettiği cemaatin taraflısı olan yargıyı, bu kez hükümetin bağımlısı yapabilmek için , daha önce demokratikleşme adına çıkardığı yasaları ters yüz etme çabası içinde.

 

Oysa, yargı hem tarafsız, hem de bağımsız olmalı – ki Türkiye bugüne kadar böyle bir yargı tecrübesi yaşamadı hiç! Her zaman devletten yana taraflı ve devlet güçlerine bağımlı bir yargımız oldu. Tam değişiyor sanmıştık ki, bu sefer de “cemaat”ten taraf olmak ne kelime, bizatihi cemaat olmuş neredeyse.

 

Her neyse, ortalık toz duman; bunlar yetmezmiş gibi zaten konjonktürel değişiklikler yüzünden makro dengeleri alt üst olmaya namzet ekonomi, iç siyasal türbülansla hepten inişe geçti. Şer üstüne şer!

 

2011 seçimlerinden beri AB yi unutan Başbakan, bir yandan içeride, iktidar mücadelesi nedeni ya da bahanesi ile, yasama, yürütme, yargı bağımsızlığına hiç de uygun olmayan değişimler yapma çabasındayken, bir yandan da, Belçika’ya, Almanya’ ya ziyaretler gerçekleştiriyor; 22 yıl aradan sonra, Fransa Cumhurbaşkanı ülkemize geliyor! Üstelik, bizzat Başbakanın ağzından, 2014ün AB ile ilişkiler yılı olacağını öğreniyoruz. Hayırdır inşallah!

 

Bu kriz , bir yandan , yıllardır bir efsane haline gelen ve mensupları dışında kimsenin hakkında pek de bir şey bilmediği “cemaatin” yerüstüne çıkmasına sebep olurken, bir yandan da, hep birlikte yargı sisteminden şikayet eden siyasi partilerin bir araya gelerek, doğru düzgün ve toplumsal meşruiyeti olan bir yargı sistemi kurmasına yol açabilir. Dahası, hükümetin yeniden AB çıpasına tutunma ihtiyacı sonucu, hem AB hem de Türkiye tarafından tamamen askıya alınmış müzakerelerin yeniden hız kazanmasına, yeni müzakere başlıkları açılmasına, Kıbrıs meselesinin çözümüne ve Kürt sorununun çözümünde hızlı adımlar atılmasına yol açar ise, kriz şer’inden, bir çok hayır çıkmış demektir.

 

Yolsuzluklara gelince, er ya da geç yapanlar, bulaşanlar, koruyanlar hesabını verecektir hukuk önünde.

 

Bugün biraz Pollyanna mıyım ne?

Comments are closed.