Siyasetimiz iktidar mücadelesi içindeki, egemenlerden, hakim sınıflardan birinin kuyruğuna takılmadan, kendi ulusal demokratik mücadelemizi geliştirmek olmalıdır.

Can Nart 27 January 2014
DEVLET ve İKTİDAR

 

“Her iktidar (ve yanlızca sınıf iktidarı değil) ancak bir takım aygıtların (ve yanlızca devlet aygıtları da değil) içinde maddeseleşmiş olarak mevcuttur. Bu aygıtlar iktidarın basit bir uzantıları değildir, orada oluşturucu bir rol oynarlar: Devletin kendisi de sınıfsal erklerin yaratılmasında örgensel bir biçimde mevcuttur. Ama iktidar aygıtlar münasebeti, daha özel olarak da sınıf mücadelesi/aygıtlar münasebeti içinde, temel rolü elinde tutan mücadeledir (sınıflarınki), bu mücadelenin alanı, iktidar, ekonomik sömürü ve siyasi-ideolojik hakimiyet/tabiyet münasebetlerinin alanından başkası değildir. Mücadeleler her zaman için aygıtlar-kurumlar karşısında öncelik taşırlar ve sürekli bir şekilde onların dışına taşarlar.” (1)

 

Ülkemizde iktidar mücadelesi “parlementer demokrasinin” kurumları ile yürütülemez hale geldi. Ak Parti sürecinde “askeri rejimlerin” tasfiyesi demokratik açılımlar ile gerçekleştirilmeye çalışılırken, ardından “otoriter devletçilik” ile tanıştık. Türkiye’nin aydınları, hatta demokratik açılım sürecinde Ak Partiyi destekleyen aydınların büyük bir kısmı, otoriter eğilimleri nedeniyle hükümeti eleştirmeye başladılar. Poulantzas otoriter ve totoliter devletçilik sürecini “demokrasinin günbatımı” olarak tanımlamış. Bugünlerde Türkiye’de bu günbatımını yaşıyoruz.

 

Devlet’i, 1990’lı yıllarda Gramsci, Althusser, Poulantzas, Laclau dan öğrenirken, devletin baskı aygıtlarının yanısıra ideolojik aygıtlarınının etkisi konusunda bilgileniyorduk. Althusser “… hiçbir sınıf Devletin İdeolojik Aygıtları içinde ve üstünde kendi hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak elinde tutamaz.” diyordu. (2) Althusser dini kurumları, eğitim kurumlarını, partileri, sendikaları, basın, radyo ve televizyonu vb. Devletin İdeolojik aygıtları olarak tanımlıyordu.

 

2010’lu yılların Türkiye’sinde Devlet’i, baskı ve ideolojik aygıtlarını, içinde yaşayarak hissediyoruz. Hakim sınıflar, iktidarlarını sağlayabilmek için hem ideolojik aygıtların hem de baskı aygıtlarının üzerinde hegemonyalarını kurmaya çalışıyorlar. Devlet kurumlarında, yasama – yürütme ve yargı içinde mücadelenin yanısıra İşçi ve İşveren sendikalarında, Meslek ve Ticaret odalarında, Üniversitelerde, dersanelerde, basında vb. acımasız bir mücadele sürüyor.

 

Siyaset sadece parlemento seçimleriyle gerçekleşmiyor. Temsili demokrasi siyasi faaliyetin tek alanı değil. Devletin tüm aygıtlarında siyasi mücadele sürüyor. Orduda, polisde (emniyet teşkilatında), mahkemelerde (adalet sisteminde), üniversitelerde (YÖK de), Radyo – Televizyon da, basında, sendikalarda, odalarda, STK’larda siyasi mücadele sürüyor. Gazetelerin, radyoların, televizyonların hangi siyasetin yandaşı olduğunu biliyorduk. Sadece kuran kurslarının değil, dershanelerin, liselerin, üniversitelerin hangi Cemaate bağlı olduğu da sır değildi. İş Adamları Dernekleri de burjuvaziyi temsil etmenin dışında iktidarı ve cemaati temsil edecek şekilde örgütlenmişti. (3) Bu kurumların tamamı, temsil ettikleri sınıfın ideolojik hegemonyası için çalışırken, bunun yanısıra, devletin baskı aygıtlarında da, emniyet teşkilatında, mahkemelerde mücadele açıkça yürütülür oldu. Artık iktidar mücadelesi kapalı kapılar ardında yürütülemiyor. İfade edilemeyen, gizlenen tek şey ise mücadelenenin toplumsal – sınıfsal niteliğidir.

 

İktidar ittifakındaki ayrışmayı Başbakan danışmanı Yalçın Akdoğan şöyle açıklamaktadır; Ak Parti “İslamcı bir hareketin siyaset düzleminde devam ettirilemeyeceği kanaatiyle kendisini merkez sağa çekmeye çalış”makta ve “kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımla” maktadır. “Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliğinin dominant bir faktör haline geldiği Ak Parti, merkez sağın yeni temsilcisi hüviyetindedir.” (4)

 

Muhafazakarları, dindarları, islamcıları temsil iddiasında olan Ak Parti, ittifak yaptığı Cemaatler ile, “Hizmet Cemaati” ile yollarını ayırdı. Birikim dergisinde Ömer Laçiner ve Ahmet İnsel bu ayrılığı “bir devrin sonu” veya “bir devrin kapanışı” olarak değerlendiriyor. (5) Kapanan bu devrin ardından geleceği belirleyecek olan ise gelişecek toplumsal mücadele olacak. Türkiye’nin birikmiş tüm sorunlarını toplumsal mücadelenin kucaklama ve çözme kapasitesi ülkenin geleceğini belirleyecek.

 

Türkiye’deki bu gelişmeler Çerkes halkını da derinden etkileyecek. Çünkü iktidar mücadelesi keskinleştikçe siyasi tavırlar daha berrak ortaya çıkıyor. Çerkes yapılanmalarında bir etkinliği bulunmayan ve geçmiş siyasi görüşlerini temel alarak sorunlara çözüm üretemeyen kişi ve kurumların kurduğu ve “yandaş” olarak tanımlanabilecek, “kerameti kendinden menkul” Çerkes örgütlenmeleri (merkez sağ) ile, ulusal sorunu samimi olarak dert edinen örgütlenmeler, siyasi olarak netleşecek. (Bu süreçte siyasal islam’ı benimseyen Çerkes kurumları da önemli bir sınav verecek. Demokrasi mücadelesinde verecekleri sınav ulusal soruna yaklaşımlarını da belirleyecek.) Ulusal soruna yaklaşım, kendi iktidar beklentileri için halkımızı kullanmaya çalışanlar ile politikalarını halkın sorunlarını çözmek için geliştirenleri ayrıştıracaktır.

 

Siyasetimiz iktidar mücadelesi içindeki, egemenlerden, hakim sınıflardan birinin kuyruğuna takılmadan, kendi ulusal demokratik mücadelemizi geliştirmek olmalıdır. Siyasi sürece ezilenlerle birlikte, ulusal taleplerimiz doğrultusunda, tüm toplumsal alanlarda (iktidar aygıtları da dahil) örgütlenerek ve mücadele ederek katılmalıyız. Hakim sınıfların ideolojik hegemonyasına karşı evrensel değerler ve ulusal – kültürel birikimimiz ile direnmeli, baskı aygıtlarına karşı da ezilenler ile ittifak içinde olmalıyız.

 

(1) Nicos Poulantzas, “Devlet, İktidar, Sosyalizm” Epos Yayınları, 2004 (L’Etat, Le Pouvoir, le Socializm 1. Baskı 1979) sayfa 51

(2) Louis Althusser, “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”, İthaki Yayınları 2006

(3) www.radikal.com.tr/ekonomi/muhafazakar_cephede_saflar_yeniden_tutuluyor-1172752

(4) Dr. Yalçın Akdoğan, “Ak Parti ve Muhafazakar Demokrasi”, Alfa Yayınları 1492, 1. Basım Temmuz 2004

(5) Birikim, sayı 297, Ocak 2014

 

Yorumlar (1)
  1. K'eref Recai on said:

    Çerkes siyasetinin birilerinin kuyruğuna takılmasına ilişkin bir hassasiyetiniz olduğu anlaşılıyor yazınızdan. Bence iyidir bu hassasiyet.

    Kılıçdaroğlu’na kalpak takmanın da aralarında olduğu, Çerkes kurumlarını, “affedin fakat”-CHP’nin “poposuna” takmakla ilgili bir hassasiyet beyanınızı duymadık, okumadık bugüne kadar.

    Biz kaçırmış olabiliriz belki.

    Yada; KCK,faili meçhuller, zirve, rahip santoro, hrant, ergenekon, balyoz vesair davalara ilişkin de bir “yiğitliğinizi” okuyamadık.

    Güldürmeyin kendinize olur mu?

    Şu yazdığınız yazı içinde dipnot olarak yada yazı içinde referans verdiğiniz adamlara durumunuzu anlatsak bir şekilde, Soçi’deki inşaat faaliyetlerinizi de eklesek mesela, bence insan içine çıkamamanız gerekir…

    En azından teorik olarak.

    Sizce?