İnanılmaz derecede fantastik gibi görünen zaman yolculuğunun masal değil de gerçek oluşu, kim ne derse desin övülmeye değerdir.

Dilek Qudey 13 January 2014
“NEZAKETİN TİMSALİ” OLMAYI SEÇİYORUM!

 

Yeryüzünün ilk çocuklarındandır Çerkesler.

 

Dünyanın arkaik zamanlarında, aydınlanma ve sanayi devriminde, 20. yüzyılın savaşlarında ve barışlarında, en nihayetinde 21.yüzyılın küresel dalgalanmalarında, “yamçısı, kamçısı ve xhabzesiyle” atından hiç inmedi Çerkes!

 

Bu inanılmaz derecede fantastik gibi görünen zaman yolculuğunun masal değil de gerçek oluşu, kim ne derse desin övülmeye değerdir.

 

Kadim bir kültürün kızıyım ben. Ruhumu nakış nakış işlerken, hayat denilen yolculukta yara bere alarak ilerlerken heybemde her zaman Xhabzemi taşıdım. Onunla iyileştirdim kendimi. “İnsan olmanın” yöntemlerini bu kutsanmış bilge yasalardan öğrendim – öğreniyorum.

 

Dinlerin ve devletlerin olmadığı çok eski zamanlarda Xhabze vardı. Sülaleler – kabileler halinde yaşayan Çerkesler toplumsal düzeni bu yasalarla biçimlendiriyorlardı. Sülale fertleri daha iyi, daha güçlü, daha yetenekli, daha daha… olmak için niteliklerini yükselterek birbirleriyle adeta yarış içindeydiler.

 

Toplum öncüleri Pşı’ler (Prensler) kadim zamanların kahraman baş rol oyuncularıydılar. Düzeni sağlamak, savaşlarda ordu komutanlığı yapmak, üstlendikleri ünvanı cesurca taşımak zorundaydılar. Pşı’lar, Genel Vali Pşı’lar, Pşı’ların Pşı’sı gibi basamaklı bir feodal yapı mevcuttu. Adiğeler’in nüfuslarına oranla çok fazla Pşı’ları vardı. Tabi bu durum zaman içinde karışıklara, iç savaşlara meydan veriyordu. Prenslerin arasındaki uyuşmazlıklar halkın yaşamını da alt üst edebiliyordu. Rus çarlarının isimlerini sıralayabilirsiniz ama Adiğe Prenslerini sıralamak hayli zordur.

 

“Kabardey Pşı’lığının başlangıcı Yinal ‘e dayanıyor. Sonra Tobil, Jankhot, Beslen, Keytbık, Kaziy, Hatokşoko ve diğerleri…” (Karmoka Muhammed’in kitabından)

 

Adiğe Prenslerinin kökleri pek çok kola ayrılıyor. Ben size Soy ağacı çıkarmayacağım. Malum yazı yazarken bir yerlerden başlamak gerekiyor!

 

21.yüzyıl Adiğeleri geçmişin rüzgarlarından halen etkilenmekteler. Neredeyse dünyanın bütün zamanlarını yaşayan böyle bir milletin fertlerinde bugün bile feodal yapının izlerine rastlamak mümkün oluyor. Halen “soylu – köle” muhabbetleri yapılabiliyor.

 

“Adiğe olmak” konusunda bir Çerkes diğeriyle ters düşebiliyor. Eskiden olsa; kamalar çekilirdi, şimdi ise kalemler çekiliyor ve kıran kırana tartışmalar gündeme gelebiliyor.

 

Yine Karmoka Muhammed’den alıntı bir sözle devam edeyim.

“İki adiğe anlaşırsa kıyamet alametidir!”

 

En nitelikli Adiğe olmak konusunda bir rekabet var. Asaletin genetiğe kodlanmış olduğu inancıyla yaşayan bir Adiğe “beylik laflar” ettiğinde, diğer “Asil Adiğe” onu eleştirerek konuya giriyor ve tartışma hızla ilerliyor. Tıpkı atalarının yaptığı gibi!

 

Ben bile bazen “Kabardey damarım zonklamaya başladı” derim.

 

“Asaletin ve nezaketin timsali Çerkesler” sözü şiddetli tartışmaların yaşandığı resimlerin üstüne maksimum İroniyle mıh gibi çakılıveriyor.

 

Bizler dünyanın dört bir yanına sürgün edilmiş kadim bir kültürün fertleriyiz. Hepimiz ortak şarkıyı söylüyoruz. “Adiğe olarak yaşamak! ” İyilik ve kötülük insanın ruhunda var. Bizler iyi taraflarımızı besleyip, kültürümüzün incelikleriyle yaşamalıyız. Birbirimize de güzel sözlerle yaklaşmalıyız.

 

Pşı’larımız tarihteki yerlerini aldılar. Work’larımız fabrikalarda işçilik yapıyorlar. Kölelerimiz özgür yeryüzü yurttaşları, kılıçlarımız kamalarımız müzelerde sergileniyorlar. Geriye kalan ise asırlardır yaşattığımız kutsal emanetimiz Xhabzedir. Ona sahip çıkmak, nesillere aktarmak önceliğimiz olmalıdır. Ben! Kabardey Qudey kızı “Nezaketin Timsali” olmayı seçiyorum. Güzel insanlarımın birbirleriyle kaba üsluplarla tartışmalarına gönlüm razı olmuyor.

 

Ve fazla derinlere inmeden yazıyı bitiriyorum, son satırlar…

 

İnsan zihni kaos yaratmayı sever.

Bu kaoslar sayesinde yanlış anlayıp yanlış yorumlarda bulunur.

Olayları olduğu gibi algılamada özürlüdür insan.

Sadece görmek istediğini görür, duymak istediğine kulak kabartır.

Bunu yaparken kullandığı en kuvvetli araç ise VARSAYIM makinesidir. Birşeyi anlamak istemediğinde Varsayımları devreye sokarak kendine göre anlamlar üretir.

Makinenin içine olayı atar, büyüklü küçüklü varsayım çarklarının arasında bir güzel işler ve tam da siparişine uygun hale getirip hizmete sunar.

Lakin ürünün garantisi yoktur!

Ortak hafızadaki gerçek ortaya çıkınca varsayım balonu patlayabilir.

Yorumlar (12)
  1. Cumhur. on said:

    Ortak hafıza? Kültür öbeği? Xhabze? Yamçı? Kama? Pşı? Bu kültür öbeklerinin muazzam bir dokusu olsaydı Elbruz Aksoy’un son yazısındaki “arkadan vurma” gibi bir durumla karşılaşılmazdı sanırım. Hadi bunu münferid bir vak’a olarak kabul edelim. Çerkeslerin sarmal yapıdaki kültür öbeğini modernizm çatışmasından nasıl güçlenerek çıktığını da anlatmanız lazım. Eğer ki bir güçlenme söz konusuysa. Çerkeslere yönelik her isnat, hem bu kimliğe hem de onları süren ve kendi içinde tepkisizleştiren mülk/devlet sistemine ait işaretler barındırmalıdır. Sadece devleti yererek, sadece Çerkesleri yererek bir yere varılamadığı açık. Bu sebeple Çerkesler, derneklerinden çıkıp sokağa adım atmadıkça, aktif siyasette iyi-kötü bir şey demedikçe, iktidarın dağıttığı kar portallarından nasibini elinin tersiyle itmedikçe maalesef Çerkesler bir yere varamayacak. Ancak böyle “arkaik” Pşı’ları, günceli örgütleyemeyen Xhzesi, “özgürleşen” kölelerini anıp duracaktır. Unutulmamalıdır ki, geçmişten ve yüceltilen tarihten çıkıp günceli hedefe alan yorumlar; yoğun, gizli ve baskılanmış bir milliyetçiliği barındırır.

    • Dilek Qudey on said:

      Değerli okuyucu Cumhur:)
      Herkesin bu konularda söyleyeceği çok şey var.
      Ve ben iyi bir dinleyiciyimdir. Sizin de haklı olduğunuz yerler var.
      Yazmaya henüz başladık. Daha anlatacağımız çok şey olacak:)
      Selamlar…

  2. folklorik çerkes on said:

    Dilek Hanım uslubunuz gerçekten güzel. Yorum yapan cumhur arkadaşın eleştirilerinde haklılık payı görsem de biraz gelenekçiyim sanırım bende. yeni hikayelerinizi merakla bekliyor olacağım…

    • Dilek Qudey on said:

      Değerli Çerkes, teşekkürler:)
      Yazmaya devam edeceğiz:)
      Cumhur arkadaşın eleştirisi “genel” bir eleştiriydi. Demek ki onun da kendine göre yaptığı gözlemlerden böyle çıkarımları oldu.
      Selamlar…

  3. Mehmet Eser on said:

    Gusips ve bizim için Yazarak üretme çabanı kutluyorum, Sevgili Dilek. Bizler kontrolsüz bir biçimde dönüşüyor ve ruhlarımızdaki kötülüklere yenik mi düşüyoruz?

    • Dilek Qudey on said:

      Sen bu işin uzmanısın Mehmet Abiciğim:) Toplumların gelişim ve dönüşümleriyle ilgili eminim yerinde tespitlerin vardır.
      Kafası karışık bir milletiz. travmalarımızı iyi ve doğru yönde “dönüştürdüğümzde” güzel sonuçlar elde edebiliriz.
      Çünkü Adiğeler evrensel bilince yatkındırlar.Bu nedenle dünyanın neresinde olursa medeni şekilde yaşamayı becerebiliyoruz.
      Biraz da kendi aramızda medeni ölçülerde tartışabilsek çok güzel olurdu. Bu nedenle “Nezaketin Timsali olmak” mottosunu sundum:)
      Sevgiyle…

  4. Şıbzıhue Refik on said:

    Ben tam olarak anlayamamış olabilirim dedim önce. Yazı sizin.

    “(NART VE PSİNE DERGİLERİ için hazırlanmış yazıdır.)

    “WOPSEWUFE WOGUGHE.” (Yaşadığın müddetçe ümit edersin)

    Atlar tepelerden boşalarak, yeri sarsarak durmadan akıp geliyorlar.
    Yayla coşmuş. Yer gök soluk soluğa.
    At kişnemesi, yeleler, kuyruklar, kora dönmüş iri gözler.
    Yaylanın beyaz tozu bulutlara ulaşmış adeta. Börtü böcek deliğine kaçmış, kuşlar çığlık çığlığa kanatlanmış.
    Uzunyayla’ dan başka çareleri kalmamış gibi koşturan atlar.

    Gümüş üzengileri pırıl pırıl, eyerleri, kantarmaları savatlı.
    Atının yelesi savruluyor, kuyruğu topuklarına kadar uzamış.
    Uzun yayla düzlüğünde bir atlı dimdik durup gözlerini ufka dikmiş, kırpmadan bakıyor.
    Nice sonra at yılkılarının yansıması, çelik parıltısında ışıldıyor gözlerinde.

    Akşamın alacasında her yanını kangal dikenleri dalamış at çobanı uzaktaki adama bakıp kendi kendine mırıldanıyor.
    “Zışıre zıl’ıre zereıghı yegu” (Atı ve yiğitliği birbirine denk.)

    ***
    Zamanın bir yerinde asılı kalan bu resmin kahramanı büyükbabam
    Qudey Yismeyil’den başkası değildi.
    Anın üzerine çöreklenen tükenmişlik hissini ortadan kaldırmak neredeyse imkansızdır. Yine de bir yol bulmayı deneyeyim.

    Yurtlarından sürülüp ne zaman Osmanlı topraklarına giriş yaptılar bilmiyorum. Araştırdığım resmi nüfus kayıtlarında 1905 tarihi geçerliydi. Work Yismeyil Kudeyov, Pınarbaşı-Yağlıpınar kayıtlarına İsmail Kudeyoğlu olarak kaydedildi. Biz torunların Pazarsu köyüne kayıtlı olması ise başka bir hikaye. Büyüklerimden öğrenebildiğim kadarıyla sürgün hikayesinin kısası şöyle.

    Bir tükeniş ikliminden sıyrılıp, yanlarına alabildikleri eşyaları, hayvanları ve çalışanlarıyla birlikte üç kardeş sürgün yollarına dökülmüş. Kardeşlerden biri yolda ölmüş. Diğer kardeş geldiği bu yabancı topraklarda yaşayamayacağını anlayıp, “Xehu zimı’em tıdi ççı’ew gışşexhu” (Vatanı olmayana heryer soğuk gelir.) diyerek yağmalanan vatanına bir şekilde geri dönmeyi başarmış. Büyük babam ise yaşadığı onca trajedinin ardından sürüldüğü bu yabancı ülkede yeniden kök salmak üzere zorlu yaşam mücadelesine devam etmiş…

    Varoluşun yükü, tarih külliyatından mütevellit asırların da ağırlığıyla bezginlik yaratmıştır diaspora’da. Tarih perdesinin ardındaki hayaletlerle konuşmak, ulusların uğultularını dinlemek zaman denilen mefhumlar silsilesini köpürtmekten başka bir işe yaramıyor bazen.
    Yaşadığımız yeryüzü her şeyin teyit edildiği, meşrulaştırıldığı bir yer.
    Hiç birşey savunulmaz değil. Cinayetin de celladın da bir savunması var!
    Sürgünün hesabı soruluyor sorulmasına da “hesap veren” yok maalesef!

    Anne ve babamın vatanlarına geri dönmek gibi bir çabaları olmadı hiç bir zaman. Onlar zaten kültürlerini yaşayıp dillerini konuşabiliyorlardı.
    Hayat şartları o kadar zordu ki, karınlarını doyurup onurlarıyla yaşamaktan başka bir düşünceleri yoktu. Hayatın debdebesi içinde çocuklarına Xabze’yi öğretmelerine rağmen ana-ata dillerini öğretmeyi ihmal ettiler.
    Neredeyse tüm insanlığın kökeninin Türkler’den geldiğine inanan ve Türkiye kimliği taşıyan herkesin Türk olarak kabul edildiği bir ülkede, çocuklarının asimile olabileceklerini hiç hesaba katamadılar. Köklerimize sadık kalmaya çalışarak, dilini bilmeyen Adige çocukları olarak yaşayıp gidiyorduk işte.
    Lise bittikten sonra Adige kimliğim iyice belirginleşmeye başladığında, dernekler imdadıma yetişip, tarihimi, kültürümün diğer ögelerini öğrenmemi sağladı. 1990′ lar vatan ile diaspora arasında bağların sağlandığı hareketli yıllardı. Hatta Nalçik’de üniversite bursu kazandığımda dünyalar benim olmuştu. Fakat Soylu Adige olmasıyla her zaman övünen babam beni vatana yollamama konusunda direniyordu. O kazandı. Hayatımda çok üzüldüğüm bir kaç vakadan biridir bu.
    Kabardey’den olma Abhaz’dan doğma, Türkiye’li bendeniz hayallerim kucağımda öylece kalakaldım.
    Şimdi ise; köklerinin Dünya’yı sarmaladığı muhteşem Adige milletinin bir ferdi olarak, yaşamın bana kattıklarıyla onurlu bir yeryüzü vatandaşı olarak yaşamaya özen göstermekteyim.

    Eski düşlerle beslenen, atalarının bin yıllara dağılmış naaşlarının üzerinden ütopya geliştirmeye çalışan yorgun diasporalarız bizler. Onların zaferleriyle büyülenerek fantastik kurgular içinde roller biçiyoruz kendimize. Soylu ruhlarımızın beslenmeye ihtiyacı var zira!

    ***
    İstanbul’da sürgün torunu bir genç kadın gün batımında denizi izliyor. Kendini inkar edecek anlaşmalardan uzak kalmayı yeğleyerek, zamanın bir noktasında asılı kalmış “Suyun öteki tarafından” kulaklarına değen mızıka nağmelerini dinliyor.
    Genç kadının gözlerinden yıldız ışıltıları geçiyor. Dudakları kıpırdıyor:
    “Wopsewufe wogughe.” (Yaşadığın müddetçe ümit edersin) diye mırıldanıyor…

    Dilek Qudey/İstanbul”

    “Work Yismeyil Kudeyov” öyle mi? Work’lik bir asalet ünvanı öyle mi? Hem de 150 önce değil, 2013 de kullanmakta bir sakınca görmediğiniz bir asalet ünvanı? Work meselesini yanlış biliyorsunuz önce onu söylim. Work kamu görevlisi, ünvanı çocuğa geçmez, asalet ünvanı değil. Doğruyu yanlışı geçelim , utanmanıza gerek yok, yazının başlığına asaleti de ekleyin de tam olsun… Yazık size…

    • Dilek Qudey on said:

      Refik Bey,
      Neden bu kadar tepkili olduğunuzu anlamadım.:))
      Yazı da beni prensiplerimle ilgili rahatsız edecek veya çelişkiye düşürecek ifadeler yok.
      Work meselesi bizim oralarda böyle biliniyor. Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim:)

      Asaletimle ilgili bir kompleksim yok çok şükür, niye utanayım.
      Ama ben “Nezaketin Timsali” olmayı seçiyorum. Size de bunu gönülden tavsiye ediyorum.
      Benim için üzülmeyin. Yazık olacak bir şey yok.
      Ayrıca Nart ve Nalçik’te yayınlanan Psine dergileri için yazdığım bu yazıyı burada yayınladığınız için de teşekkür ederim.
      Dergilere ulaşamayanlar sizin aracılığınızla okuyacaklar. Benim için hoş bir hediye oldu.
      Selamlar…

  5. Şıbzıhue Refik on said:

    “Refik Bey,Neden bu kadar tepkili olduğunuzu anlamadım.:))” demişsiniz. Tepkili değilim, anlamaya çalışıyorum-anlayamıyorum.
    Ortada “gülücükle” kapatılması epeyce zor bir sorun var. Sorun sizin sorununuz üstelik. Burada yayınlanmış yazılarınızla diğerlerini birlikte okuyunca, ortada “ciddi” bir “soyluluk” takıntısı olduğunu görmemek için kör olmak lazım.
    Adıgebze okumayı da, konuşmayı da, yazmayı da bilirim. Ne Uzunyayla’da sözlü olarak, ne de adıgebze literatürde yazılı olarak, kendi sülalesinden yada ailesinden yada bir başkasınınkinden, başına “work” koyarak bahseden birini, ömrü hayatımda duymadım-okumadım. Üstelik bir bilenlere de sordum. Gerek Nalçik’ten gerekse de Uzunyayla’dan. Kahkahalarla güldüler.
    Tabii soyadı kanunu, kanunun tarihi, Çarlık rusyasından gelenlerin kimlik sahibi olmamaları, uzunyaylada nüfus cüzdanları alınırken beyana göre verildiği gibi konulara hiç girmiyorum.
    Benim asıl merakım, Psıne dergisi, “Work Yismeyil Kudeyov” meselesini nasıl “tevil edip” yayınlayacak. Okuduğum bir dergidir. Olduğu gibi yayınlanmasını temenni ediyorum.
    O zaman göreceğiz tabii sizin oralarda öyle mi değil mi. Hadi bir gülücük de benden.:)
    Selamlar

    Selamlar…

    • Dilek Qudey on said:

      Ne güzel insanlara “yazımı yanlış algıyla” anlatarak güldürmüşsünüz. Gülmek iyidir.
      Ah bir de nazik olmayı öğrenebilseniz ne güzel olurdu. Ben de bu konuda size “çok yazık” demek istiyorum.
      “Asil Kabardey damarım” zonklamaya başlıyor zira:))
      (Ha bir de bizimkilere söyleyeyim de şu Work lafını telaffuz edip durmasınlar. Bak ben de yanlış öğrenmişim. Ama siz düzelttiniz. Ayrıca ben bunu bir unvan olarak değil “İronik bir eleştiri” olarak Kudey Yismeyil in adının önüne yazmıştım. Lakin insan algısı işte ne yapayım.)
      Ben yazı yazdım, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Eleştirin ama böyle saçma sapan bir üslupla değil. Benim çevremdekilerde sizin gibi bir Adiğenin eleştiri üslubunu çok “kınadılar”.
      Kafamıza çakarak öğrettiniz Work’un ne demek olduğunu. Mutlu olun. Bol gülücüklü bir dünya diliyorum size. Bence çok ihtiyacınız var.
      Benden cevap bu kadar. daha da cevap yok:)))))

  6. Kazım Ağın on said:

    Dilek hanım merhaba,

    Yazınızı ve diğer yorumları okudum. “İnanılmaz derecede fantastik gibi görünen zaman yolculuğunun masal değil de gerçek oluşu, kim ne derse desin övülmeye değerdir.” başlığı yazıya ayrı bir lezzet ve anlam katmış. Toplumlar tarihini incelediğimizde İlkel komünal toplumdan günümüze uzanan zaman içersinde çeşitli toplumların oluştuğunu görmekteyiz.(İlkel Komünal Toplum,Köleci Toplum,Feodal Toplum,Kapitalist Toplum ve Sosyalist Toplum)Her bir toplum bir önceki tolumun içersinden daha ilerici bir nitelikte ve çeşitli mücadele yöntemleriyle birlikte çıkmış.Bu toplumlara ilericilik vasfını kazandıran, üretim ilişkileri ve üretim araçları olmuş. “Sınıf” ve “devlet” kavramını da köleci toplumdan bu yana sürdüğünü görmekteyiz.
    Kral,Prens,work,pşi,köle,feodal,burjuva,proleter(işçi) vb.sınıf katmanları da her bir yeni üretim ilişkisi düzeni içersinde süregelmiş, şimdilik her ne kadar ütopik görülsede,sanırım devlet mekanizması ortadan kalmadıkça da sınıflar da ortadan kalmayacak, bu anlamda da dünyada emek den ve sevgi den yana bir barış olamıyacak gibi görülmekte.
    Bu bağlamda, Kuzey Kafkasyanın kadim milletleri arasında bulunan Çerkesler de tabiki Feodal dönemin özelliklerini kendi toplumlarında da yaşamışlar bir farkla; diğer feodal toplumlarda direk üretim ilişkileri ve dinsel inanışlar belirleyici olurken Çerkes toplumunda üretim ilişkilerinin yanında “Xhabze” toplumda belirleyici olmuş. Feodal dönemdeki Çerkes toplumunda bulunan sınıf katmanlarının varlığı Çerkes toplumunun ayıbı değildirki. Her toplum kendi tarihi ve kahramanları ile övünür. Xhabzemizi oluşturan kuralları incelediğimizde o dönemde bu kurallarla yönetilen daha ilerici bir toplum görememekteyiz,hatta bugün bile bir çok toplumda olmayan “ilerici” vasıflara sahip kuralları içermektedir “xhabze”
    Çerkeslerde,”soyluluk-asillik” kavramı diğer toplumlardaki “soyluluk-asillik” kavramı ile bir değildir. Biz soylu ve asil oluşumuzu hiç bir zaman başka milletlerin yurtlarını işgal/fetih ederek, halkına zulüm ederek kazanmış bir millet değiliz. Çerkes tarihini öğrenmek isteyenlere tavsiyem, Bekmirze Naguma ile Aytek Namıtok’un “Çerkes Tarihi” kitaplarını okumalarını tavsiye ederim.
    Bende kendi sülalem hakkında araştırma yaparken çok ilginc detaylara ulaştım ve bu konuda “Besleney Prenslerinin Osmanlıya Zorunlu Hicreti” başlıklı bir araştırma yazısı hazırladım,isteyen “google” sayfasından ulaşabilir.
    Fazla uzatmak istemiyorum,xhabzemizle,tarihimizle,geçmişimizle ve kahramanlarımızla övünmek hepimizin hakkıdır hele bir Çerkes kadını olarak övünmek sizin en doğal hakkınız, sizi kutluyorum.

    • Dilek Qudey on said:

      Kazım Bey teşekkürler. Çok güzel yazmışsınız:) Sizin araştırma yazınızı da mutlaka okuyacağım. Selamlar