Demem o ki, değişim istiyorsak, şeffaflık istiyorsak ve demokrasi ve adalet, önce bir dönüp kendimize bakmamız gerek.

Nurdan Şahin 30 December 2013
KÜSTÜM,OYNAMIYORUM

 

(ya da karmakarışık bir yazı)

 

Şu anki ruh halimi yansıtsa da bu başlık, aslında bir serginin adı. Fotoğraf sanatçısı Naz Köktentürk’ ün ikinci yıkım süreci öncesi Tarlabaşı’ nda geçirdiği 6 yılın hikayesi.

 

Tarlabaşı, 16. Yüzyılda, İstanbul’ da elçiliklerin açılmaya başlamasıyla var olmuş bir semt. Önceleri, sakinleri genellikle sefaret çalışanları ve Levantenler; semt büyüdükçe de, gayr – i Müslim azınlıklar. İlk darbeyi, Cumhuriyetin kuruluşuyla yiyor, elçilikler Ankara’ ya taşınıyor çünkü. Sonra ünlü Varlık Vergisi, 6 – 7 Eylül olayları ile neredeyse terk edilmiş bir semt halini alıyor. 1960’ larda, sanayileşme ile başlayan köyden kente göçler sırasında, ahali tamamen değişiyor; evlerin bir kısmı kiralanıyor,bir kısmı işgal ediliyor. 1980’ lerin ikinci yarısında, halen yurtdışında kaçak olarak yaşayan zamanın belediye başkanı Bedrettin Dalan tarafından yapılan istimlak ile, 350 tarihi yapı yıkılarak, küçük bir cadde olan yol Tarlabaşı Bulvarına dönüşüyor. Çevresiyle bağı iyice kopan mahalle, giderek fakirleşiyor; tek tek bekar odaları olarak kiraya verilen, tuhaf dükkanların olduğu, trendi tabirle “marjinal” bir yerleşime dönüşüyor. (Şimdi diyorsunuz ki ortalık toz dumanken bunların sırası mı? Tam da bunların sırası; Tarlabaşı bir Türkiye mikrokosmosu) Derken kentsel dönüşüm başlıyor; Tarlabaşı’ nın orta yerinde bir koca şantiye kuruluyor ve kendi reklamlarındaki tanımlamayla “İstanbul’un En Ayrıcalıklı Projesi” başlıyor.

 

Koşun, paranız varsa ve eğer satılmadık yer kaldıysa hemen gidin alın; çok değerleneceği muhakkak. Oranın sakinlerinin ne olduğu ya da olacağı ise meçhul. Yok, değil aslında; Sulukule’ de, Küçükbakkalköy’ de ne olduysa, orada da ayni şey olacak; kentsel dönüşüm, kentte yaşayanların sadece mutlu azınlık bölümüne, bir ihtimal yeni palazlanmakta olan kısmına yarayacak.

 

Bu bir iktidar eleştirisi midir – hem evet, hem hayır. Bu aslında bir sistem ve kültür eleştirisi. Kentsel dönüşüm, bir böyle Tarlabaşı örneğinde olduğu gibi, ya da taa İnönü döneminde Ayazpaşa Kabristanı’ nın imara açılması gibi hükümet / belediye eliyle ve şu anda çok gündemde olan imar planları kanalıyla resmi olarak yapılıyor; bir de zengin beyaz Türklerin cemaat olarak hareket ettiği ve kentin eski otantik semtlerini birden keşfedip, ayy ne hoş, ne otantik diye yavaş yavaş ele geçirdikleri , orada yaşayanları ise hayat tarzı uyuşmazlıkları ile yavaş yavaş yerlerinden ettikleri, her birini yeni bir Nişantaşı haline getirdikleri Tophane, Galata, Cihangir gibi semtlerde gayrı resmi olarak. Ya da, bazen sadece bu cemaatin en seçkin üyelerince; adı ile müsemma Bodrum’ daki Cennet Koyu’ na bir site konduruverme ; bir hoş yazlık yapma uğruna eski orta sınıf şimdi ise creme de la creme yazlığı Ayvalık’ ta imar planı değiştirme, tüm otantik dükkan, lokanta vs. yi ele geçirip İstiklal Caddesi’ ni “zincir restoranlar cenneti” haline getirme şeklinde!

 

Nedir bu hırs; bütün güzel yerler sizin mi olmalı? Haydi oldu, orayı yaşam biçimleriyle zenginleştiren insanlar sürülmeden gerçekleşemez mi bu istek? Peki tartışırken, konuşurken mangalda kül bırakmayan mimarlar, sanatseverler, kültür aşıkları, çevre korumacıları – neden parçası olursunuz bu işlerin? İddialar doğru ise, imar hakkının 3 katını kullanarak Boğaz birinci görünüme cam / beton kütleleri diken patrona proje çizen ünlü mimarın hiç mi sorumluluğu yok? Bütün bu projeler, ya da en azından bir kısmı, harç yatırılarak TMMOB onayından geçmiyor mu? Kentsel dönüşümler, imar planları ve sair yollarla rant sağlayan sadece iktidarlar ve yandaşları mı?

 

Peki hangimiz kendi çapımızda benzer şeyler yapmıyoruz? Bir ev satarken, değerini gerçek gösteren, ne kadar büyük olursa olsun mutlaka bir odası eksik olduğu için, evinin orasına burasına ek inşaat yapmayan, uyanıklık edip sıraya kaynamayan, acil servis bedava olduğu için, kırk yıldır ağrıyan yerini aniden başladı diye acilde muayene ettirmeyen, küçücük çocuğunu erken emeklilik hakkı alsın diye çalışıyor göstermeyen kaç kişi var aramızda? Bu küçük şark kurnazlıklarının her biri küçük birer yolsuzluk değil mi?

 

Onun için çok da yadırgamıyoruz yolsuzlukları; onun için hiçbir zaman yolsuzluk nedeniyle düşmüyor iktidarlar, onun için de demokrasi tarihi yerine kleptokrasi tarihi yazılıyor bu topraklarda. Dolayısıyla, yolsuzlukların üstüne gidilmeli çığlıklarını doğru, fakat ne yazık ki çok inandırıcı bulmuyorum.

 

Birbirimize karşı dürüst olmadığımız gibi, birbirimizi anlamaya da çalışmıyoruz. Onun için objektif gözlem de yapamıyoruz. Bize yapılınca kötü olan, başkasına yapılınca ya umurumuzda olmuyor; ya da o zaten hak ediyor!

 

12 Eylül referandumunda “yetmez ama evet” diyenlere – yani benim gibilere – bugüne kadar “yargıyı AKP ele geçirdi, hep de sizin yüzünüzden” diyenler, bugün “diren bağımsız yargı” deyiveriyor. Ya da, birdenbire bazı gazeteciler, askerlerin yargılandığı davaların kumpas olduğunu “idrak” ediyor; bu sayede, İstanbul’ un ulusalcı, çözüm süreci karşıtı ve Silivri müdafii Baro Başkanı, televizyonlarda hiç olmadığı kadar rahat, konuşuyor da konuşuyor. CHP’ li milletvekilini serbest bırakan hukuk, Fırat’ ın doğusundaki mahkemelerde geçerli değil; sadece milletvekilleri değil, belediye başkanları da, pek çok siyasi de KCK davasından yatıyor ve bu durum, garp cephesinde pek bir kimsenin umurunda değil. Aslında bağımsızlığını istediğimiz yargı, bizim taraftan olan yargı. Yargı taraflı olmalı, olmalı da, olacağı taraf, devlete karşı bireyin; her türlü şeffaf olmayan örgütlenmeye karşı meşruiyetin; her türlü zorbalığa karşı hak ve hukukun tarafı olmalı. Bugüne kadar, Türkiye’ nin AİHM de ödenen tazminatlarda rekoru hemen her zaman elinde tutması, yargı sistemimizin, ne tarafının doğru, ne de bağımsızlığının yeterli olduğunun bir göstergesi ne yazık ki. Oysa, bağımsız, hukuk normları çerçevesinde davranan ve insan haklarını esas alan bir yargı hepimize lazım.

 

34 Roboski köylüsünün, her zamanki gibi kaçaktan dönerken, hava kuvvetlerine bağlı uçaklar tarafından katledilişinin ikinci yıldönümüydü 28 Aralık. Henüz kimse bu konuda hesap vermedi; bildiğim kadarıyla, sivil yetkili mahkeme görevsizlik kararı vererek, pek çok açıdan neredeyse artık yetkisiz olan askeri mahkemeye devretti olayı ve aradan 2 yıl geçtiği halde olayın sorumluları hala ortaya çıkmadı. Anma törenlerinde, ölen çocuklardan birinin 45 yaşındaki annesi de öldü, kalp krizinden. Olay olur olmaz , başta basın olmak üzere, ülkenin her tarafında, herkes tepki gösterseydi, bu kadar sürüncemede kalır mıydı acaba bu dava? Bireyin hak ve hukukunu koruyan, ülkenin doğusunda da, batısında da, her görüşten, her mevkiden insana ayni şekilde uygulanan bir bağımsız yargıda 2 yılda sorumlular ortaya çıkmaz mıydı?

 

Ümit Kıvanç’ın “Ağlama Anne,Güzel Yerdeyim” belgeselinin vimeodaki tanıtım yazısında şöyle diyor:

 

“28 Aralık 2011′ de, Şırnak’ ın Uludere ilçesine bağlı Roboski (Ortasu) köyünde otuz dört köylü, Türk Hava Kuvvetleri’ ne bağlı jetler tarafından bombalanarak öldürüldü. Türk basını, devlet ne diyecek diye on küsur saat bekledi. Bu sırada köylüler yakınlarının parçalanmış cesetlerini taşıyorlardı. Üç gün sonra, sokak ve salon eğlenceleriyle yılbaşı kutlandı – hiçbir şey olmamış gibi. Gelmiş geçmiş en vicdansızca yılbaşı kutlaması herhalde buydu. Devlet, olayı soruşturup sorumluları yargılamadı; olay hakkında tatmin edici bir açıklama bile yapmadı…”

 

Demem o ki, değişim istiyorsak, şeffaflık istiyorsak ve demokrasi ve adalet, önce bir dönüp kendimize bakmamız gerek.

 

2014’ ün tüm insanlık için, en azından 2013 ten iyi geçmesi dileği ile, yeni yılınızı kutlarım.

Yorumlar (3)
  1. Mithat Olcay on said:

    Hiç de karışık değil valla ,gayet düzgün… Birkaç gündür tek bir konuya sıkıştık kalmıştık .Farklı konulara farklı , akıllı yaklaşımlar…
    Nurdan Hanım ,gelecekte ‘Akil Kadınlar’ grubu kurulursa , benim favori birkaç adaydan birisi olursunuz.
    Aklınıza , ellerinize , klavyenize sağlık …
    Gusips’e emeği geçenlere ,yazarlarına,okurlarına huzur,sağlık,mutluluk dolu gönüllerince yeni yıllar diliyorum …

  2. folklorik çerkes on said:

    Naptınız siz Nurdan Şahin. Ne güzel kamplaşmıştık biz, birbirimizi suçlayıp huzur buluyorduk. Ne demek kendimize bakalım,hepimiz yolsuzuz. Aynaya bakmak öyle kolay mı sanıyorsunuz siz, ne pislikler var hepimizin içinde. Kolay mı öyle yüzleşmek.:-)
    Akil Sesler geliyor o taraftan ama biz akil olanı değil bağırıp çağıranı duyanlardanız bilesiniz:-)
    Çok güzel bir yazı tebrikler…

  3. Enver SAĞLAM on said:

    “Bütün renkler hızla kirleniyordu,birinciliği beyaza verdiler…” “Ve herkes alıp dersini, ederse ezber…” deyip, eline sağlık diyeyim. Eski bir yoldaş,bir hemşehri olarak, bir de dolu dolu teşekkür edeyim.