Başkalarına zarar vermedikçe, insanların yaşam biçimlerine ne “senin milletin” ne “senin bakanın” ne de “senin valilerin” KA – RI – ŞA - MAZ.

Nurdan Şahin 17 November 2013
KUŞATILMIŞLIĞIN DAYANILMAZ SIKINTISI

 

2002 den beri, bir yandan demokratikleşme konusunda Cumhuriyet tarihinin en radikal adımlarını atan Ak Parti hükümetleri bir yandan da,özellikle Başbakan Tayyip Erdoğan’ ın büyük katkıları ile, kendileri gibi yaşamayan herkesi “doğru yola “ getirmeye çalışmakta. Daha önceki yıllarda daha seyrek gözlenen bu hal, son birkaç yıldır zirve yapmış durumda. Hayatlarımızda bir değişiklik olmuş değil , olmasına da asla izin vermeyiz zaten ama özellikle kadınlar olarak, kaç çocuk doğuracağımıza, bu çocukları nasıl doğuracağımıza, nasıl yetiştireceğimize, kürtaj olup olamayacağımıza, metroda öpüşmenin, parklarda sarılmanın uygunsuzluğuna kadar özel hayatımız ve tercihlerimiz hakkında konuşulmasından, ahkamlar kesilmesinden çok ama çok sıkıldık artık.

 

Şimdi de, belli ki bazı sistemik sorunlar taşıyan “apart” sistemi ile ilgili şikayetleri, birden bire ya seçim yatırımına dönüştürmek ya da samimi olduğundan hiç kuşkum olmayan görüşlerini, “memleketin imamı” olarak,farklı düşünen ve yaşayanları doğru yola getirmek için fırsat bu fırsat diye değerlendiren Başbakan, durup dururken bir “kızlı – erkekli” meselesi attı ortaya ki 40 akıllı içinden çıkamaz artık! Başbakanın,temsil ettiği muhafazakar kanadın ve dahi laik kesimin büyük çoğunluğunun ayni şekilde düşündüğünden kuşkum yok; ama istedikleri kadar düşünsünler, söylenenler aynı zina meselesi gibi gelip geçecek çünkü bu devirde 18 yaşını bitirmiş reşit insanlara karışmak kimsenin haddi değil. Gelip geçecek geçmesine ama bazı hayatlarda iz bırakacağı kesin. Başbakanın bu sözüyle kendine vazife çıkaran, boyalı saç – kaş – bıyık üçgeninden oluşan valilerden, muhbir vatandaşa, apartman görevlilerinden yurt yöneticilerine bir çok işgüzar vatandaş gençlere hayatı zehir edecek. Biraz önce telefonda konuştuğum arkadaşımın, başka şehirde üniversitede okuyan ve bir kız arkadaşıyla ayni evi paylaşan kızının, eve gelip giden erkek arkadaşına düne kadar selam veren evin kapıcısı, başbakanın bu sözlerinden hemen sonra, diğer kızın ailesini arayıp, eve erkeklerin girip çıktığını haber vermiş. Sevgili, bizim kızın; haber verilen aile ise arkadaşının! Buyrun cenaze namazına.. Bu nedenle ailesi tarafından cezalandırılan, eğitimine son verilen ve hatta canına kast edilen genç kadınlar olabilir. Kim verecek bunun hesabını? 18 yaşını bitirmiş herkes yetişkindir ve yetişkinler nerede, nasıl, kiminle yaşayacaklarına, kimlerle görüşeceklerine kendileri karar verirler. Aileler ancak uyarabilir, tavsiyede bulunabilir hadi bilemediniz harçlığını – eğer veriyorsa – kesebilir. Devlet ise, diğer tüm yurttaşları gibi, genç insanların da tercih ettikleri hayatı yaşamalarını, gerekirse ailelerine karşı dahi güvenceye almakla yükümlüdür. Başkalarına zarar vermedikçe, insanların yaşam biçimlerine ne “senin milletin” ne “senin bakanın” ne de “senin valilerin” KA – RI – ŞA – MAZ.

 

Başbakanın bu “ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur” tadındaki despot tavrı, kabus gibi üzerimize çökerken, eski solcu, halen solcu olduğunu sanan, ulusalcı, yakın zamana kadar destekçi iken iktidarın hışmına uğramış mağdur vb kim varsa ,hepsi değilse de çoğunda gizliden gizliye derin bir mutluluk yaratıyor sanki. Kibar olanlar “ben dememiş miydim, nasıl da kandınız saf saf takiyelerine” tadında hafif yamuk bir gülümseme ile kafa sallarken , daha densiz olanlar, her fırsatta “ yaaa, ne haber yetmez ama evetçiler, siz sardınız bunları başımıza; size az bile” demekten kendilerini alamıyorlar. Bugün Türkiye’ nin en baskıcı ,en anti demokratik dönemini yaşadığını söylemekten; 11 aydır çok şükür ölüm haberleri gelmeyen güneydoğudaki barış sürecinin bittiğini, bu hükümetin asla barış yapamayacağını adeta mutlulukla ifade etmekten çekinmiyorlar. YE – TER!

 

Bu çift taraflı kuşatılmışlık duygusu insanı yalnızlaştırıyor; bazen konuşmak, anlatmak bile istemiyor insanın canı. Anlatmak çok zor, anlamak istemiyorlar çünkü. Dindar – muhafazakar bir iktidarın kızlarla erkekler konusunda böyle düşünüyor olması beni hiç şaşırtmaz; ama bu düşüncelerini insanlar üzerinde baskı kurmak üzere, benim ödediğim vergilerle maaşları ödenen devlet memurlarını harekete geçirdiklerinde, çocuklarımızın, bizlerin ya da bizler gibi olmayan diğer insanların hayat tarzına karışmaya kalktıklarında, elimden gelen mücadeleyi veririm. Bu, benim başörtülü kadınların haklarını savunmama, Diyarbakır’ da “ne mutlu Türküm diyene” levhasının kalkmasına sevinmeme, ve devam edeceğine inandığım, inanmak istediğim barış sürecine destek vermeme engel değildir. Kimse kusura bakmasın, Yetmez ama Evet’ imin de dün olduğu gibi bugün de arkasındayım.

 

Kuşatılmışlık duygusunu artıran bir başka etmen her konuda Diyanet işlerinin fikir beyan etmesi. Haydi diyelim ki önüne gelen soru soruyor, onlar da ne yapsın cevap veriyor. Peki basın ne demeye Diyanet İşlerinin her beyanını sekiz sütuna manşet veriyor? Bu yetmezmiş gibi, Başbakanın kişisel hak ve özgürlüklere baskı niteliği taşıyan tezlerini, yine dini referanslarla çürütmeye kalkmak basının üzerine vazife mi? Vatandaş hak ve özgürlüklerini dini referans vererek savunmak demokratik hukuk devletinde abesle iştigaldir, çünkü bunların garantisi hukukun bizzat kendisidir.

 

Ve tabii, Atatürk’ e yazılan şikayet mektupları, umutsuz darbe çağrıları, hep birlikte okunan “andımız”, yıllardır konuştuğun, görüştüğün insanların sosyal medyada dolaşan ipe sapa gelmez, referans belirtmeden ona buna mal ettikleri tuhaf mesajları, çemberi daha da daraltıyor. Çok sıkıldım çok …

Comments are closed.