Barışın bir kez daha kaybetmesine göz yumamayız, yummamalıyız.

Nurdan Şahin 08 July 2013
TAKSİM, TAHRİR,BARIŞ SÜRECİ

 

Tomanın önünde, bacaklarını Jethro Tull gibi çapraz yapmış, gitar çalan genç ile, Tomanın sıktığı suya, “hoş geldi, sefa geldi” dercesine kollarını açan siyah elbiseli genç kadın benim için Gezi direnişinin en hoş simgeleri oldu; cesur, barışçı ve biraz da romantik duruşları nedeniyle. Sanırım direniş hareketini de çoğumuz öyle gördük ya da görmek istedik.

 

Gezi Parkı direnişiyle ilgili , daha çok Taksim Dayanışmayı eleştirdiğimi fark ettim bir süre önce. Sorguladım kendimi; yaşlandın mı yoksa diye; ne de olsa muhalefeti özellikle de toplumsal olanını koşulsuz desteklememek, yaşlanmanın, eskimenin en temel göstergelerinden biri – en azından bazılarına göre. Ama neden bu değildi; benim hiçbir zaman iktidarlardan yana çok ümidim olmadı – müzmin bir muhalefet ruhum var. İktidarların yaptığı iyi şeyleri bir hoş sürpriz olarak karşıladım hep; ama övülmesi gerektiği kadar da övdüm kendimce. Bu nedenle, zaman zaman bazı insanların gözünde AK Parti destekçisi olarak da görüldüğüm oldu – çünkü bugüne kadar hiçbir hükümetin cesaret edemeyeceği, üstelik de dindar – muhafazakar bir iktidardan beklenmeyecek adımlar attı Ak Parti hükümetleri 11 yıl boyunca; bu dönemde Türkiye sivilleşme yolunda önemli mesafe kat etti. Olumsuzluklar ise olağandı; muktedir olanın alışılagelmiş ve mücadele edilmesi gereken davranışlarıydı benim için; bu kez Taksim Direnişindeki polis şiddeti gibi.

 

Gezi Parkı Direnişi , Türkiye’ nin bugüne kadar gördüğü en sivil, katılımcı demokrasi yolunda en önemli hareketlerinden biri – belki de en önemlisi – olarak başladı; başbakanın önermek durumunda kaldığı halk oylaması ile önemli bir kazanım elde etti; harekete sahip çıkmaya çalışan çeşitli müdahalelere rağmen bağımsız kalmayı başardı. Böyle bir hareketin temsilcisi ya da sözcüsü diyebileceğimiz Taksim Dayanışmasından beklentilerimizin yüksek olması için geçerli nedenlerimiz vardı velhasıl. Ancak, Taksim Dayanışma oldukça uzlaşmaz tavrı, neredeyse iktidar kadar otoriter ve “ben bilirim” ci talepleri ve artık neden yapıldığı ve ne olursa sona ereceği anlaşılmaz eylem çağrıları ile bir çok insanın gözünde meşruiyetini yitiriyor. Benim eleştirilerim de tamamen bundan kaynaklanıyor.

 

Yargının Taksim kararını 6 Haziran da aldığını yeni öğrendik; gerekçeli karar açıklanınca. Peki, bu işin iki tarafı; yani hükümet tarafı ve Taksim Dayanışma tarafı – ki davacıları bileşenlerinden – da mı bu kararı iki gün önce öğrendi? Bu bir takip eksikliği mi yoksa kararın gerekçesinin beklenmesi mi? En azından karar öğrenilip, gerekçe açıklanana kadar eylem çağrılarına son verilemez miydi? Bu yaklaşık bir ay içinde, kaç kişi polis şiddetinden mağdur oldu, sağlığını geri dönülemez şekilde kaybetti? Bunun sorumluluğunu kim üstlenecek; böyle bir yük nasıl taşınacak?

 

Dün bu soruları twitterda sordum; anlaşılan başka pek çok soran olmuş ki bir resmi açıklama geldi Taksim Dayanışmadan – doğrusu beni tatmin etmedi ama hukukçu değilim; süreçler belki de düşündüğümden farklı işliyordur.

 

Bu arada, Taksim ile iki sene önceki Tahriri , Erdoğan ile Mursi yi kıyaslayan ve çeşitli benzerlikler bulma çabası içeren, iç ve dış kaynaklı çeşitli yazılar çıktı; genellikle anlamsız ve oryantalist bakış açısıyla yazılmış bu yazıları eleştirmeye fırsat bulamadan, Mısır’da olanlar oldu. Daha iki yıl önce, meydanlara dökülerek Mübarek’i iktidardan indiren ve bir yıl önce tarihinin ilk demokratik seçimini yapan Mısır halkı, kendi seçtiği hükümetin olumsuz uygulamalarını protesto için yeniden ayni meydanı doldurdu ancak bu kez, Mısır ekonomisinin %40 ını elinde bulundurduğu söylenen ordunun darbe yapmasına alet oldu. Bu aleni darbeye nedense dünya bir türlü darbe diyemedi! Türkiye’de ise, en azından siyasetçiler iktidarıyla, muhalefetiyle darbe dediler ve kınadılar. Ancak, yandaşıyla, muhalifiyle yazılı ve görsel basının bir kısmı , Mısır’ı neredeyse Türkiye ile özdeşleştirerek tartıştı – tartışıyor ve karşılıklı olarak kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla muhabbeti sürüyor. Oysa Mısır’ ı Türkiye üzerinden, Türkiye’yi de Mısır üzerinden okumak mümkün değil.

 

Mısır’da , demokrasi yanlısı güçlerin darbecileri galebe çalmasını ve kardeş kavgasının bir an önce bitmesini dilerken, ülkemizde de yaklaşık 6 aydır kalıcı barış umutlarının yeşerdiği, en azından ölümlerin olmadığı Kürt sorunu çözüm süreci ile ilgili bazı gelişmelerden kaygı duymamak mümkün değil. Taciz ateşleri, Lice’de bir gencin ölümüyle sonuçlanan olaylar; protesto yürüyüşleri ve bu yürüyüşlere devletin sert tepkisi, eski günlere döner miyiz korkularının canlanmasına neden oldu. 30 yıldır süren savaşın, hiçbir sorun çıkmadan çözülmesini beklemek elbette fazla iyimserlik olur ancak bu sürecin, tamamlanıncaya kadar ülkenin en önemli gündemi olduğunu unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Hükümeti ve Kürt tarafı temsilcilerini hızla adımlar atmaya, sabırlı ve soğukkanlı olmaya teşvik etmek, zorlamak; atılan adımları desteklemek, hala bir türlü atılmayan adımlar için cesaretlendirmek gerekiyor.

 

Barışın bir kez daha kaybetmesine göz yumamayız, yummamalıyız.

Yorumlar (1)
  1. Ahmet Mithat on said:

    Ülkemizde BARIŞ’ın kelime olmasından gayrı ete-kemiğe bürünmeye başladığı
    bu süreçte GEZİ olayları her şeyi unutturdu insanlara , 5 aydır ölüm haberlerinin gelmemesini de … Madem öyle ,biz de böyle diyelim : DİREN BARIŞ !!!…
    Elinize , yüreğinize sağlık Nurdan Hanım …