Gelin kendi senaryomuzu yazmak iradesini gösterelim. Bizim bir senaryomuz olsun, noktası - virgülüne kadar bize ait olan, finalini de bizim yazdığımız.

Yaşar Güven 03 June 2013
% 52 oy, sen nelere kadirmişsin! ve Suriye örneğinden hareketle biz Çerkesler

 

İstanbul Gezi Parkı olayları nedeniyle Meclis’te kürsüye gelen AKP milletvekili diyor ki, “Biz %52 oy aldık, hesabı sandıkta veririz”. Başbakan ve Bakanlar da farklı bir şey söylemiyor. Çoğunluğuz diyorlar kısaca. Bu yaklaşım belli ki parti politikası olarak kabul görmüş. Meclis’te hesap vermeyiz diyorlar. İktidar partisinin istemediği bir şeyi yapmak fiilen olanaksız zaten. “Milletin vekilleri olarak çoğunluk olduğumuza göre milletin çoğunluğu da bizden yana” demeye getiriyorlar. Seçim yasası, %10 seçim barajı bir yana “her 2 kişiden birinin oyunu almış durumdayız” diyor ve ülkede temsili demokrasinin gereğini yapıp meclis içi ve dışı her tür muhalefeti yok sayıyorlar.

 

Barış için aralanan kapıyı, hemen her toplumsal kesim bir destekle açmaya çalışırken, süreç şimdilik olurunda ilerlerken iktidar heybesinde biriktirdiği projeleri tek-tek uyguluyor gibi. 1 Mayıs ve Taksim’in genel olarak yasaklanması, içki düzenlemesi, Gezi parkı ve Topçu Kışlası ısrarı, ilk elde aklıma gelenler. Bu örnekler çerçevesinde olan-biten demokratça tavırlar mıdır? “Ben dedim, olacak”, tavır aynen budur.

 

Demokrasi çoğulculuktur. Ülkeyi yönetenler her sese kulak vermek durumundadır. Gösteri ve yürüyüş haktır.

 

Böyle şeyler söyleyenler de mi var? Onlar kamu düzenini bozuyor, genel ahlakı tehdit ediyorlar, geçiniz. %52 konuşuyor, diyor ki; “Çoğunluk çoğulculuktur bundan sonra”.

 

İstanbul valisi aynen 1 Mayıs aymazlığında. Ezberine devam ediyor; “Onlar marjinal, bizde kayıtları var. Biz biliyoruz onları.” Önce medya aracılığı ile bu mesajı altını çizerek veriyor. Sonra çevir kazı yanmasın, “Normal vatandaşın da tepkisi oldu ve yaşananlardan hiçbirimiz mutlu değiliz”. Yaşatmayacaksın mutlu olmayacağını biliyorsan. Bunca örnekten sonra neler yaşanabileceğini en iyi bilen biri olarak. Genel seçimlerde adaylığın kapısını aralamaya çalışıyor havasında vali. Onca yalanı, üstelik olayları izleyen ve görüntüleyen medyanın önünde nasıl da söylüyor. Medya mensuplarının bir kesimi de (epeyce yoğun ama bu kesim), nasıl bir sindirilmişlikse, kendi çektikleri görüntülere karşın hala “iddia ediliyor ki” diye başlayan cümleler kurabiliyor. Vali teşekkür ediyor iddia sözcüğü kullanıldığında, hoşuna gidiyor, yüzüne bir tebessüm yayılıyor, soyadı gibi mutlu oluyor, verdiği mesajı onaylayan bir basın mensubu elini güçlendiriyor. Senaryosu hazır tiyatrolarını oynuyorlar birlikte. Vali marjinalleştirmeye devam ediyor. Belli ki on yıllardır kullanılan bu taktik hala işe yarıyor, belli ki hala bunu yutanlar var. Sorgulamayan, kolay inanan, kendisine ne gösteriliyor ise ‘budur’ diyen. Politikacılar, hele iktidardakiler bu gerçeği iyi biliyor, kullanıyor ve kullanmaya devam edecekler. Medyanın nimetlerinden “marjinallerin” yararlanma olanaklarını da sınırlamak isteyeceklerdir doğal olarak.

 

Neden bunca zorbalık? Nasıl açıklanabilir? % 52 oyun verdiği özgüven mi, kibir mi? Diğer yandan liberallere “artık size ihtiyacım yok” mesajı mı?

 

Demokrasiden, özgürlüklerden nasibini alamamış, 90 yıldır en azı ile idare etmiş Anadolu insanına, biraz daha fazlasını vadetmek, bunu sadece söylemek ve göstermek bile % 52 oy sağladı. Bunu farklı bir şekilde okumak gerek aslında. Bu arada ağızlara çalınan bir parmak bala aldananlara selam olsun.

 

Suriye örneğinden hareketle biz Çerkesler

 

Başlayıp biten ve sonuçlarının ne kadar halkının çıkarına olduğu soru işareti olan ve giderek unutulan Libya ve Tunus örnekleri gibi olmuyor Suriye. İki yılı geçti, bir süre daha sonuç çıkmayacağı görünüyor.

 

İç dinamikler tabi ki önemli ama sonuç üzerinde ne kadar belirleyici olabiliyor. Güçle sonuca ulaşılsa Esad ulaşır. Top tüfek, uçak onda ne de olsa. S-300 füzeleri bile göndermiş Rusya Federasyonu(RF). İktidarını, kendisi diktatör olsa da geniş bir kesime, Sünniler dahil yaymış olması ve bölgesel dengeler –Şii gerçeği, İran, Hizbullah, Irak- sonucu Esad’ın gönderilmesi konusunda işler kolay olmuyor. İktidar ve başı Erdoğan fena halde yanıldı. Geçmiş örnekler, gelişmeleri iyi okuyamamak vb. nedenlerle yanılmış olabilir, bu yanılgıların üzerine bir de gaza getirilmiş olabilir. “Bölgesel güç olacaksın, yürü, kim tutar seni” gibisinden. Her ne oldu ise oldu, uluslararası arenada fena bir durumla karşı karşıya kaldı. Çark etti, ‘ipe un sermek’ olarak değerlendirdiği Cenevre toplantısına, ABD ziyareti ve Obama görüşmesi sonrası “ikna oldu”, ikna edildi olarak okumalı belki de. Daha kötüsü de yazılabilir, iknaya zorlandı.

 

Fena halde dış dinamikler belirleyici. ABD, RF ve Çin ne diyecek diye bakıyoruz. Hatta İran. Ama TC ne diyor diye bakan da yok takan da.

 

Suriyeliler birbirlerini kırar ve yok ederken, bunda paralı askerlerin hatırı sayılır bir rolü var tabi ki, Kürtler ve Türkmenler kalelerini/kentlerini korumaya ve bulundukları mevzilerde kalarak savaşta kırılmamaya çalışıyorlar. Bu belki de tercih ettikleri bir şey. İç dinamikleri ile karar verdikleri bir durum, savaşa karışmamak, savaşın tarafı olmamak. Bunu isteyen ama bölgesel bütünlüğü olmayan ya da sayıları az olduğu için çok da dikkati çekmeyen, bunun sonucu mağduriyet yaşayan halklar da var, Çerkesler gibi. Onların ne istediğinin önemi yok. Savunmada kalan ve en kutsal hak olan yaşam hakkını uygulayan Kürt ve Türkmenlerin Suriye’nin geleceğinde söz hakları olacaktır, ya “diğerlerinin”?

 

Dünyanın güçlü ülkelerinin müdahalesine gereksinim duyulan bir iyileşme hareketi söz konusu. İyileşme diyoruz, diktatör gidince özgürlükler geldiği için değil, diktatör gittiği için. Ama bir başka diktatör kontrolü alabiliyor. Dış dinamiklerin Batı tarafı, başlangıçta demokrasi ve bahar derken çıkarına bakıyor kestirmeden, önce yıkım sonra yapım diyor, yıkarken de yaparken de çıkarı var; barış derken savaşla öldürüyor, silah ticareti ekonomilerinde önemli bir yer işgal ediyor, yine çıkarı var; sonuçta kurguladıkları bir sonuca ulaşmak derdindeler. Doğu tarafı da farklı değil. Her iki tarafın çok da insani bir tutum sergiledikleri yok.

 

Silah ticareti konusu önemli. İstatistiklere bakın; ABD, RF, Fransa ve Çin (bilemediğim başka ülkeler de vardır) için, ticaretlerinde ilk beş bilemediniz ilk 10 içindedir silah ihracatı. İnsani bir karar alıp silah üretimi ve ticaretinden vazgeçerler mi? Oluşacak ekonomik boşluk başka araçlarla dolarsa belki. Savaşa ihtiyaçları var gibi bir sonuca gelmekten irkilsem de böyle okuyorum.

 

Suriye meselesi ve gelişmeler bir kez daha “güçlüye yaslanma” eğilimini düşündürüyor. ABD yandaşı olmak, RF ya da Çin tarafında olmak. Böyle bir tercihe rağmen özgürce istediğini yapabilmek ve gerçekten halktan yana olmak mümkün müdür? Bu kadar özgür davranabilir mi aslında boynunda pranga olan. Ancak senaryolarında figüran olabilir. Ne kadar isterlerse o kadar özgür olabilir sonuçta.

 

Aslında tek seçenek olması gereken kendi dinamiklerine yaslanma ve kendi istediğin gibi olabilme mücadelesi biraz meşakkatli bir yol izlemeyi gerektirdiğinden çok rağbet görmüyor. Belki Gandi gibi yaşam felsefesine sahip kişilikler, Mandela gibi halkını öldürmeyi emredenlerin yaşam hakkını savunan liderler çok olsa idi değişirdi. Böyle örnekler parmakla sayılır ama kendinden güçlüye yaslanarak bir halkın geleceğini belirleyen örnekler pek çoktur.

 

Ve Çerkesler

 

Kullanılma tarihidir Çerkes tarihi aynı zamanda. Öz gücüne güven ve güçlüye yaslanma eğilimlerinin tarih boyunca sergilendiği örnekler vardır. Çerkes kimliği sorunu çokça lafızlandığına göre günümüz de olacaktır.

 

Osmanlı, İngiltere ve Çarlık Rusyası üçgeninde yani dönemin emperyal güçleri arasında bir tarih yaşadı Çerkesler. Şimdi ABD, RF ve bölgesel güç olma derdindeki taşeron Türkiye arasında diyebiliriz. Gürcistan ve Türkiye ABD tarafında (isterseniz NATO deyin) işin içinde. Aslında 18. yy.’dan çok farklı bir durum yok, sadece İngiltere ile ABD yer değiştirdi. Gıyabımızda birileri bizim geleceğimizi belirliyor olabilir demeye getiriyorum.

 

Çerkeslerin de sesi çıkıyor bu arada. ABD ve RF tartışması sonucu bir tercih yapanlar var, bağımsız Çerkesya diyenler, bağımsız duruşla kimlik hakları için mücadele edenler, vd. İttifaksız olmaz her ne olacaksa ama ittifak edilecekler önemli. “Yakın düşman uzak dosttan iyidir” demiş bir ara Çerkesler, bu anlayışla Kırım –Doğu- savaşına katılmamışlar. Doğudan Şamil destek vermiş ama batı Kafkasya katılmamış. Çarlık ile savaşında Çerkesleri desteklediklerini ilan eden İngiltere-Osmanlı-Fransa ittifakı savaşı kazanmış ama 1856 Paris anlaşmasına tek madde koymamışlar Çerkesler için. Emperyallerin ikiyüzlü politikalarının güzel bir kanıtıdır bu durum.

 

Güçlülerin bizi ne kadar sevdiklerinden ya da sevmediklerinden emin olamayız. Sevimli görüneceklerdir, muhtemelen işimize gelen şeyler de söyleyecek ve girişimlerde de bulunacaklardır, hatta açık desten vereceklerdir. Ama bunun nedeni kendi senaryolarını uygulama planları olabilir, açıkça kendi pazarlıkları olabilir. Suriye ve Gürcistan’ın ABD ve RF’nin pazarlık masasında olduğu duyumu –güvenilir kaynaklardan derler ya öyle bir duyum- irkiltmişti beni.

 

Konuya dair yazacak çok şey var. Ama toparlamak gerek artık. Çerkeslerin, bizim, kendi içimizde diyalog kurmamız gerek. Birbirimizi yemeye daha çok zamanımız olacaktır, bir süre erteleyebiliriz. Yeni bir dünya kuruluyor. Kurgulanmış birşeyler dönüyor çevremizde. Alternatifler de dikkate alınarak yazılmış bir senaryo uygulanıyor. Muhtemel bizim için de biçilmiş bir rol vardır ve zamanı gelince o rolü oynamak durumunda kalmak –oyun başlamış ve içimizden birileri oynuyor da olabilir- bize çok zarar verebilir.

 

Gelin kendi senaryomuzu yazmak iradesini gösterelim. Bizim bir senaryomuz olsun, noktası – virgülüne kadar bize ait olan, finalini de bizim yazdığımız.

Comments are closed.