Ucundan kıyısından değil en uç noktası her ne ise orada demokrasiyi yaşamak insana yakışır. İşte şimdi; çatışmasızlık barışa, barış demokrasiye evrilecek, Anadolu insanı mutlu olacak. Bunu düşünmek ve uğruna mücadele etmek gerek.

Yaşar Güven 29 April 2013
Umudun adı daha fazla demokrasi

“Barışı özledik” gibi bir başlık kullanmak olası. Ne de olsa biliyoruz nasıl bir şey olduğunu, yaşamışlığımız var. Ama “demokrasiyi özledik” başlığını kullanamıyorum. 90 yıllık cumhuriyet tarihinde kör-topal yaşadığımız, her daim egemen anlayışın bağışladığı kadarı ile yetinmek durumunda kaldığımız, yani yaşıyormuş gibi yaptığımız, ağızlardan hiç düşürmediğimiz demokrasiye teorik olarak özlem duyuyorum elbet. Ucundan kıyısından değil en uç noktası her ne ise orada demokrasiyi yaşamak insana yakışır. İşte şimdi; çatışmasızlık barışa, barış demokrasiye evrilecek, Anadolu insanı mutlu olacak. Bunu düşünmek ve uğruna mücadele etmek gerek.

 

Bir sinema filmi izlemiştim. İki kardeş; biri PKK saflarında, Memo; diğeri asker, Mehmetçik. Özellikle son dönemlerde asker cenazelerinde daha yoğun izlediğimiz Kürtçe ağıtlardan da anlaşıldığı gibi doğu ve güney-doğunun gençleri askerliklerini kendi bölgelerinde yapıyor. Aynı halkın insanı, Kürtler birbirine silah doğrultuyor. Çerkes Ethem ve Anzavur Ahmet çatışması nedeniyle Çerkeslerin de yabancı olmadığı bir durumdur bu. Filmde Mehmetçik izinlidir, ana-baba ocağında iken bir gece ağabeyi Memo uğrar eve. Hasret giderirler ailece. Ayrılma zamanı gelir, Memo’nun gitmesi gereklidir. Veda kucaklaşmasında Mehmetçik sorar, “abi, ya silahlı çatışmada karşılaşırsak, ne olacak”. Abi yanıtlar; “sen ölürsen şehit, ben ölürsem terörist”.

 

“Silahlar sussun, kan dursun”, bu çağrıya olumlu yanıt vermeyecek kimse yok diye düşünür insan, meğer öyle değilmiş, “şimdiye kadar akan kan ne olacak” gibi bir dizi karşı çıkış “gerekçesi” buluyor bir kesim. O kesim nasıl tanımlanır bilemiyorum doğrusu.

 

Bir kitap; “Bildiğin gibi değil”. Kürt gençlerinin çocukluklarında yaşadıklarını anlattıkları bir söyleşiler dizisi. Belki biliyordum birçok şeyi ama okudukça içim daralmıştı. Çocukken yaşadıkları olayların nasıl bir etki bıraktığını anlayabilmek zor olsa da empati yapmaya çalışmıştım. Anadolu’da çoğunluğun bildiği gibi değildi güney-doğuda yaşananlar. Sivil halkın sürekli olağanüstü koşullarda yaşadıkları, her an serseri bir kurşunla ölebileceği duygusu, bir gece ansızın evin basılıp babanın ya da ağabeyin bir bilinmez yolculuğa çıkarılacağı düşüncesi ile büyümek, geri dönmememin doğal karşılanabildiği bir ortamda büyümek! Gözlerinin önünde babanın dövülmesi, hatta öldürülmesi..! Biz nasıl olurduk?

 

Terör dillerden düşmez ya, devlet terörünü  de görür mü insanlar? Bu ülkede yaşanan birçok katliamın birinci dereceden sorumlusunun devlet olduğunu, kısaca hiç de masum olmadığını değerlendirir mi?

 

Cumhuriyet tarihinin ilk iç sürgününün Gönen ve Manyas Çerkeslerine uygulandığını bilir miyiz biz Çerkesler? Bilirsek nasıl değerlendiririz? Devleti muaf tutar mıyız? Yeltsin ve özellikle Putin’in Çeçenlere yaşattıklarını bilir mi örneğin bizim Çerkesler? Çerkesler bilirse dünyanın geri kalanı bilir mi? Rusya devleti muaf mıdır olanlardan?

 

Birşeyler oluyor, yaşanıyor ama gerçekten bize gösterildiği, anlatıldığı gibi olmuyor. Tarihi savaşı kazananların yazması örneği, gücü elinde tutan devletler olanları kendi istedikleri gibi sunuyor. Aslında olanlar bizim bildiğimiz gibi değil.

 

Silahların susmasına koşulsuz destek. Barışa koşulsuz destek. Yok başka çıkar yol. Vicdan sahibi herkesin yaklaşımı budur diye düşünmek istiyorum. Gelişen bir irade var, öncelikle bu iradeye omuz vermek gerek. Kalıcı bir çözüme giden yol böyle örülebilir.

 

Her halk, diğer halkın gerçekliğini ve tarihsel değerlerini yadsımadan, “özgür iradelerin ön kabulü” doğrultusunda bir arada yaşamalı. Halkların gönüllülük temelinde birlikte yaşamalarını engelleyen, kan ve gözyaşından beslenen senaryolara direnmeli.

 

Tek millet, tek din ve hatta tek mezhep gibi tekçi anlayışlar insanlar için birer tuzak. Asıl ayrışma ve çatışma kaynağı işte bu anlayıştır ve üstelik biz bunu yaşayarak öğrendik. Daha fazlasını öğrenmek istemiyoruz, çözüm istiyoruz.

 

Barış iradesini ortaya koyan tarafların gizli ajandaları  olabilir. Müzakerelerde bilemediğimiz şeyler konuşuluyor olabilir. Bu anlamda sürecin şeffaf yürümesini istemek elbette önemlidir. Bunu talep ediyor olmanın zemini oluştu, kötü mü?

 

İktidar partisine güven duymadığımı bir önceki yazıda belirtmiştim. Süreç BDP’den bağımsız değil ve özellikle halklar-kimlikler konusunda gözüm üzerlerinde olacak.

Comments are closed.