Eğer istiyorsak hep beraber madalyonun öbür tarafına geçelim yavaşça.

Birgül Asena Hızal 18 March 2013
BİR YANIT

 

Dünya’da, Türkiye’de ve Çerkes Dünyası’nda kadının yeri üzerine söylenecek çok söz var ve anlaşılan Guşips Yayın Koordinatörü ve yazarımız Kuban Kural’ın içine sinmedi geçen haftaki ‘8 Mart’a doğru’ yazısında söylenmemiş olanlar. Bu, saygı duyulacak bir rahatsızlıktır.

 

İstersek, madalyonun diğer tarafını çevirebiliriz elbette.Bireysel olarak da toplumsal olarak da en zor ama  değerli ve işlevsel olanın insanın kendisine bakması olduğunu düşünüyorum.

 

Önce madalyonun parlak tarafına biraz daha bakmak istiyorum çünkü oradaki orijinal kodun bu ilgiyi hak ettiğini düşünüyorum.Henüz lise öğrencisiyken köyde geçirdiğim zamanlarda farkına varmıştım bunu.  Aynı köye ‘dışarıdan’ yerleşmiş Çerkes olmayan ailelerin kızları ile bizim kızlarımızın hayatları farklıydı. Buolumlu fark yerleşilen topraklarda oluşmadı, toplumsal dengede bir tarihte oluşmuştu ve varlığını burada da devam ettirdi.Feodal döneme kadar  gelişebilmiş bir toplumsal sözleşmedeki  kadının konumunu bugünkü  söylemler ile okuyamayız. Bugün ifade edildiği haliyle kadın kimliğinin, pozitif ayrımcılığın, toplumsal hayattaki rol dağılımının vb sorgulanacağı zaman dilimi, Xhabzenin oluştuğu dönem değildir.  Doğu toplumlarında kadının yeri bellidir, Çerkes toplumunda da öyle,  ama eşitsizliğin dili toplumdan topluma değişir.Çerkes toplumundaki eşitsizliğin dili naifdir, üçüncü sayfa haberi olmaz.

 

Eğer istiyorsak hep beraber madalyonun öbür tarafına geçelim yavaşça.

 

‘Fark’ olarak ifade ettiğimiz durum,özünde  eşitsizliğin,  kadının gönüllü, öğrenilmiş ve incelikli katkısıyla üretilmiş halidir ve gerekli olduğunda suskunluğu da içerir.  Başka türlü olmasını kim nasıl bekleyebilir ki 1864 öncesi oluşmuş toplumsal sözleşmeden?Xhabze üzerine yazılanlara ya da hayatın kendisine baktığınızda dao ‘naif’ dengenin bedelleri vardır kadın için.Geçmiş gündeki bedellerini ninelerimizin kimi zaman sevgiyle, kimi zaman ah çekerek anlattıklarından biliriz. Düşünmemiz gereken bugünkü bedelleridir.

 

Haydi gündelik hayattanörnekler bulalım.Duymuşluğunuz vardır köylerimizde kızların evlendikten sonra satılan ya da yerleşilen aile ocağından pay alıp almaması üzerine olan tartışmaları.  Dilimizden, kültürümüzün bir çok ögesinden vazgeçmişiz ama,geleneğin kadına mirastan pay  vermeme seklindeki yorumunu  baskın kültürün gerici yanıyla harmanlamışızsanki. Çok ironik ve yalın bir gerçekliğimizdir bu durum. Asimilasyonun bugün geldiği noktada bir nesil öncesi ile aradaki farkın turnusol kağıtlarından biridir.  Toprak küçüldükçe ya da el değiştirdikçe kadının payının unutulma ya da yok sayılmasını mümkün kılan koşullar sertleşiyor  ve ardından çelişki ve çatışmalar doğuyor.  Gelenektebu çatışmalar yok amma ;  yukarıda sözü edilen naifliğin bir başka görüntüsü olarak, evlenmiş olan  kadının,   miras payının sözünü bile etmeyi ayıp kabul edişi, takdir edilen bir pay var ise saygı ile kabulü var sanırım.

 

Kimlik meselesindeki farkındalığın gelişmesi ile özgürlük, demokrasi, insan hakları vb alanlarındaki farkındalıkların gelişmesinin  her zaman eş zamanlı olmadığını düşünüyorum. En demokratik, özgürlükçü görünen söylemlerde  bile,  kadının toplumsal dengedeki konumu  konusundaki suskunluk hatta bazen statüko yanlısı kararlılık sızabilir satır aralarından. Teorisini konuşmak kolaydır da mesela Dernek yönetimlerine kadın kotası koymak ancak bir kez gerçekleştirilebilmiş ‘Çerkes Kadınlar Platformu’nun kararları arasında unutulur gider.  Hayata denk düşmesi de gerçekleştirilmesi de emek ve niyet ister. Bazen bu konularda düşünüyor olmak bile rahatsız edicidir, oysa; kadın lehine perspektifi olmayan bir kimlik politikasının demokratik nitelik taşıması pek mümkün değildir.

 

Kimliğimizle yaşamaya azmediyorsak,  geleneksel rollerimizi, tutumlarımızı  sorgulamaya ve hayatın içerisindeki karşılıklarını yeniden tarif etmeye de devam ediyor olmalıyız.Talep etmenin ayıp karşılandığı geleneğe bağlı kalsaydık, alanlarda kendimizi ifade ediyor olamazdık.

 

Comments are closed.