Büyük kentlerde oluşmuş kültüre, Ethem beyin ya da Rauf Bey’in nasıl bir katkısı olmuş olabilir. Ayrıca daha da ileri gidelim, örneğin İstanbul şehrinde oluşmuş kültürel birikime, Cumhuriyetin katkısı ne kadar olabildi ki.

Erhan Hapae 22 February 2013
KÖYLÜLÜĞE METHİYE

Küçüklüğümüzde Çorum’da kasap dükkânına girdiğinizde alışveriş yapmak için gerekli kelime sayısı çok sınırlıydı. Kuşbaşı veya kıyma, hadi bilemedin yağlı yağsız. Bonfile, Biftek,Kontur file, gerdan, İncik, Yanak vs gibi büyük kent kasaplarının bildiği kelimeler bilinmezdi. Onun için müşterilerde zorlanmazdı, kasaplarda. İki kelimeyi öğrenmiş olmak yeter.

 

Buna karşın Çerkes kadınları haşlanmış tavuğu, bölümleri zar nereden ayırıyorsa oradan öyle bir ustalıkla ayırırlardı ki parçalara, her birinin çok başka lezzetler taşıdığını ancak bir Çerkes kadının sofrasında anlayabilirdin. Ayrıca, her parçanın ayrı bir ismi vardı ve hangi parçanın sofrada oturan hangi büyüğe nasıl sunulacağı da belliydi. Sonuç olarak bu mesele öyle birkaç kelime ile idare edilecek bir şey değildi. Tavuk ve şıpsı ikram etmenin başlı başına bir kültür olduğunu, yeni nesiller içinde bu işleri beceremez hale düştüğümüzde anladık.

 

Bu örneklerden ilkinin pek gelişmemiş, ikincisinin daha gelişmiş bir kültür olduğu yorumunu yapabiliriz ama esas mesele; kültür ve dil denen şeyin üretimle bir ilişkisinin olduğudur. Burada üretimden kastım; mal, hizmet ve düşünce elbette.

 

Yemek ikram etmek vs. gibi ‘diğer köylülere nazaran görece gelişmişlik’ sadece bununla sınırlı değildi. Genç kızların istediği ile evlenmesinin şartları vardı. Aile direnirse, kız sevgilisine kaçıyordu ve bu durum toplum içinde meşruiyet arz ediyordu. Bu ayıp, günah ve yasak değildi. Aksi babaları yola getiren ve kızın isteğini kabule zorlayan şey bu meşruiyet idi. Bu medeni bir durumdur. Toplum bu durumu abes karşılıyor olsaydı eğer, babanın dediği olurdu, tıpkı diğer köylü babalarda olduğu gibi.

 

Kızlar ve gençler için, beraber bağbozumu yapmak, beraber pekmez pişirmek, beraber düğünler yapmakta meşru bir durumdu, komşu Türk köylülerinin aksine. Bir kızla karşılaştığında ne diyeceğini şaşırıp ağzından iki kelime çıkaramayan Türk köylü delikanlıları yerine, iltifatlarla kur yapmasını becerebilen bir Çerkes delikanlısı başka bir kültürü işaret ediyordu. Kızlarda gerekli cevabı verebiliyordu esprilerle yüklü olarak. Böyle bir durumda Çerkes delikanlısı veya Çerkes kızının ‘babam beni sana vermiyo’  gibi sadece birkaç kelime ile sınırlı olmayan, zengin bir konuşma yeteneğine ve çok daha fazla kelime sayısına sahip olması gerekiyordu. Ve zaten öyleydi.

 

Bütün bu kültür, köylülerin topraktan geçinip onun nimetlerini üretip tüketirken, yardımlaşırken, didişirken, doğayla mücadele ederken üretip, geliştirdikleri bir kültürdü. Ve o üretim şeklinde iyiydi. Ama sıkıntı özellikle büyük şehirlere gelip daha üst bir kültürün içine düşünce baş gösterdi. Büyük şehrin insanları Bonfileyi, gerdanı, budu kanadı biliyorlardı. Kız erkek bir arada dans ediyor, kızlar istediği ile evleniyor, gazete kitap okuyor ve dilleri o nedenle daha gelişmişti. İltifat etmeyi, mavra yapmayı, trafik ışıklarında beklemeyi, tiyatroyu, romanı vapuru otobüsü biliyorlardı. En önemlisi geçimleri toprak ile sınırlı değildi, çok çeşitli şekillerde mal, hizmet ve fikir üretiyorlardı. Bankacılık dili, endüstri dili. bilgi işlem dili, felsefe dili, müzik dili vardı, her şey, her şey konuşuluyordu.

 

Üstünlük gitmişti elden.

 

Üstünlük gitmekle kalmadı sadece, yerini birde başka bir kompleks aldı. ‘Biz, sandığımız kadarda mühim bir millet değiliz galiba’.

 

Herhalde bu nedenlerle olsa gerek, ikide bir Çerkes büyüklerimiz eğer sürgünden bahsedip sürekli ağıtlar yakmıyorlarsa, Şu ‘modern Türkiye’nin kuruluşunda kaç Çerkesin telef olduğunu’ saymak isterler tek tek. İşte Amasya tamiminde şunlar şunlar, Sarıkamış’ta bunlar bunlar vesaire. Bu birazda şu demektir; Ey modern kentliler, ey modern ülke; bu düzeni siz kurmadınız sadece, bizi öyle köylü görüp hafife almayın, bu düzen kurulurken, şu savaşta şu paşa bu savaşta bu Ethem var idi, bize öyle kem gözle bakmayın sakın. Bizi de alın koynunuza hatıralar.

 

Bu biraz gülümseten söylem biçimi, kültürel olarak hiçbir şey ifade etmez oysa. Büyük kentlerde oluşmuş kültüre, Ethem beyin ya da Rauf Bey’in nasıl bir katkısı olmuş olabilir. Ayrıca daha da ileri gidelim, örneğin İstanbul şehrinde oluşmuş kültürel birikime, Cumhuriyetin katkısı ne kadar olabildi ki.

 

Bizim bir katkımız olduğunu sanmıyorum özetle.

 

Bu modern durum karşısında bir vaziyet almayı beceremeyince ortaya çıkan şeyler bunlar. Kentte Çerkes kalabilmekle ilgili bir fikir üretemeyen ama köylülükten sıyrılmaya çaba gösteren ve kafasında net bir düşünce oluşturamamış ahalinin debelenmeleriydi bunlar. Ve pekte işe yaramadı, sonuç olarak.

 

Dönüşçülerinde ilgisini çekmedi bu mesele, sanki dönecekleri yerde kent kültürüne hiç ihtiyaç yokmuş gibi.

 

CARI

Comments are closed.