Bölgesel güç olma, en azından yeni Suriye’de Halep ve Şam üzerinde söz sahibi olma sevdası sonucu, TC Hükümeti şiddeti davet etmiş oldu. Savaşta ve ölümlerde payı var. Dolaylı da olsa eli kana bulaştı. Yanılırsam sevinirim ama devam edecek ölümlerde Erdoğan Hükümeti hiç masum değil.

Yaşar Güven 18 February 2013
TC Hükümeti hiç masum değil

Suriye savaşı ile ilintili Türkiye’deki terör olayları devam ediyor. Sınırdaki patlama bilinen bir gerçeği gözümüzün içine soktu bir kez daha. İki ülke sınırı, sınır olmaktan çıkmış. Bir tarafta Türkiye güvenlik güçleri, diğer tarafta Suriye muhalif güçleri. İnsanlar ellerini kollarını sallayarak bir o tarafa bu tarafa geçebiliyor. Suriye tarafı anlaşılabilir de Türkiye tarafı neden böyle?

 

İki yılın ardından şu söylenebilir; TC Hükümeti’nin senaryolarına dahil edemediği yani öngörüsüne uymayan çok şey varmış. Sürecin bu kadar uzayacağını düşünmedikleri çok açık. Tunus, Mısır ve Libya örnekleri yanıltmış olmalı. Örneğin bir diktatör de olsa Esad’a görece halk desteği söz konusu imiş. Suriye mozaiği içinde farklı dengeler oluşmuş meğer. Diğer yandan İsrail, İran, Rusya ve ABD+İngiltere savaşın tarafı. Bu ülkelerin gizli istihbarat servisleri, yanısıra Esad’ın Muhaberat’ı, geçmiş örneklerde görüldüğü üzere terör dahil çıkarları için herşeyi yapıyor, yapacaktır. Afganistan, Irak ve Çeçenya gibi yerlerde bulunup savaş deneyimi yaşamış, sayılarının 10 bine yakın olduğu söylenen paralı ya da gönüllü askerin, yanısıra El Kaide’nin varlığı; ve de önemli aktörlerden biri olan, Ortadoğu’nun dört ülkesinde yaşayan Kürtler, karmaşık denklemde dikkate alınması gereken olgular.

 

Şimdi ‘Suriye’de seçimlerin yapılacağı yıl olan 2014’e kadar RF ve ABD anlaştı’ söylentileri, Erdoğan’ın ‘zinhar olmaz’ demesine karşın muhalefetin ‘Esad’la masaya oturulabilir’ yaklaşımı nereye varacak bakalım. ‘İktidarın tek başına Esad’a dayandığı, Esad gitsin tamamdır’ anlayışı da çöküyor. Suriye’de tek adam yönetimi görünür olsa da bir tabakanın egemenliğinin söz konusu olduğu gerçeği de savaşı uzatıyor ve muhtemelen çok ciddi ve açık bir dış müdahale olmadığı sürece istenen sonucun alınamayacağı görünüyor. Savaşın kolay olmayacağı da anlaşılmış olmalı ki özellikle Irak deneyimi sonrası emperyalistler siperden idare ediyor. Çok iştahlı bir müdahale seçeneği ufukta görünmüyor. Erdoğan’ın yalnızlığı biraz da bundan kaynaklı. Ciddi pazarlıkların yapıldığı, Suriye – Gürcistan pazarlığı gibi, dedikoduları da var.

 

Bölgesel güç olma, en azından yeni Suriye’de Halep ve Şam üzerinde söz sahibi olma sevdası sonucu, TC Hükümeti şiddeti davet etmiş oldu. Savaşta ve ölümlerde payı var. Dolaylı da olsa eli kana bulaştı. Yanılırsam sevinirim ama devam edecek ölümlerde Erdoğan Hükümeti hiç masum değil. Savaş ortamından kaçanlara insani temelde yardım dışında hiç bulaşmaması gereken bir savaşta saf tuttu. Sonuçlarına hep beraber katlanmak zorunda kalacağımız için bir yurttaş olarak şiddeti ve giderek savaşı davet eden bu politikayı reddediyorum.

 

Barış

 

Türkiye’nin barışa çok ihtiyacı var. Sadece Kürt sorununda değil, önce orada ama sonra toplumsal barışa, Meclis’ten sokağa kadar her alanda. Bunca töre cinayeti yaşanmaması, bunca kadının öldürülmemesi ve şiddet görmemesi vb. bir dizi olumsuzluğu ortadan kaldırmak için. Şiddet ve nefret, toplumun her katmanında adeta iliklere işlemiş durumda. Önyargılar, şartlanmışlıklar halen etkili. Maraş, Çorum ve Sivas’ı unutmamalı.

 

Kürt sorununda yeni ölümlerin ve şiddet olaylarının bitmesini sağlayacak barış girişimi çok değerli. Girişime toplumsal destek verilmesi de bir o kadar önemli. Kimliklerin eşitliğini sağlamaya giden yoldaki önemli ve başat sorunlardan birinin çözülmesi için, barış talebine yönelik ses vermek gerek.

 

Sırrı Sakık ve Eşitlik

 

Sakık’ın Meclis konuşması sonrası birçok kesimden demokrasi yanlısı grupların ve kişilerin oluşturduğu bir grupta paylaştığım kısa not şu idi: “Bu vb. haberler hep yanlış olsa derim kendi kendime. Çünkü yapabildiğim tek yorum hep hani şu ‘fikir-zikir’ içeren deyim oluyor. Birileri tepki gösterecek, ‘yanlış anlaşılma, kasıt o değildi, kastı aştı’ gibi, eh bir de özür. Bu ilk değil ki. Ve hep aynı insan değil ki…”

 

Yanıt geldi, onu da aktarayım: “Sırrı Sakık’ın sözleri parti programımızla da, bugüne kadar oluşturduğumuz değerlerle de çelişiyor. Halkların eşitliği ve özgürlüğü hiçbir koşulda tartışmayacağımız en temel prensiplerimizdendir. Bu yüzden arkadaşımızın sözleri, bizleri de en az sizler kadar şaşırttı ve incitti. Hem partimizin yetkili kurulları ve hem de Sakık’ın yol arkadaşları olarak kendisiyle bu yaklaşımımızı paylaştığımızdan ve paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz. ‘Özür’ dilemenin, edilmiş o sözlerin etkisini kökten gidermeyeceğini bilsek de arkadaşımızın özrünü sizinle paylaşıyoruz.
Filiz Koçali, BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı

 

Bu açıklamanın hemen altına da Sırrı Sakık’ın mesajı yapıştırılmıştı:

“Dün genel kurulda yapmış olduğum konuşma ne yazık ki farklı yansıtıldı ve farklı noktalara çekildi. Biz her türlü ırkçılığa, ayrımcılığa, asimilasyona, baskıya ve zulme maruz kalmış bir halkın temsilcileri olarak asla ırkçı-milliyetçi bir tutum içerisinde olmadık, olmayız. Türkiye’deki bütün farklı etnik kimlikler başımız gözümüz üzerinedir.
Bizim sorunumuz halklarla değil, tekçiliği dayatan, farklılıkları yok sayan sistemledir.

 


Kesinlikle söylediklerimde her hangi bir kasıt yoktur. Benim vicdanım bütün kimliklere nötrdür. Bu topraklarda yaşayan 75 milyon, en az benim kadar bu toprakların sahibidir.
Sözlerimin maksadını aştığını düşünerek incinen her kim var ise özür dilerim.”

 

Farklı yansıtılan bir şey yoktu aslında. Ne söylendi ise o, ses kaydı denen bir şey var. Yorumlar konusunda ise elbette ki dilin kemiği olmayacak. ‘Maksadı aşan ne ola ki’ diye düşünmeden edememiştim ki ÇHİ’nin yaptığı röportajı okuyunca daha bir aydınlandım.

 

Olan-bitenin toplamına baktığımda gördüğüm resim şudur: Bütün halklar, hepimizin ezberleri var. Yazının başlığına atfen ‘birbirimize karşı hiçbirimiz masum değiliz’ diyebilirim.

 

Sakık ve muhtemel bir kesim arkadaşının değerlendirmelerinde de belli ki bir takım ezberler var. Var ki beynin bir yerlerini; “sonradan gelenler”, “ülkenin sahibi olanlar”, “haddini bilmesi gereken halklar” gibi hiyerarşik bir yaklaşım zapt etmiş. Özrü kabahatinden büyük dedirtircesine “Balkanlar, Boşnaklar derken dilime Kafkaslar geldi” gibi toptancı bir anlayışın izlerini görmek olası. “Kastım halkına, kimliğine ihanet edenlerdir” düzeltmesinde de çuvaldızı kendisine batırmaktan kaçınmadan bir düzeltme yapmasını beklerdim.

 

Sonuç olarak Sakık’ın özür konusundaki samimiyetine güveniyorum ve kendime şunu telkin ediyorum: “Kimliklere, halklara dair söylemlerimde toptancı yaklaşımdan kaçınmalıyım. Her halkın içinde Türk ırkçılığı lehine gönüllü asimile olanları, işbirliği yapanların olduğunu bilmeli, onların öncelikle kendi kimliklerine sonra da bütün halklara ihanet ettiğini söylemeliyim. Ve bunların içine kendi halkımdan örnekleri de eklemeliyim. Bunu es geçip örneğin Güneydoğu’nun korucu gerçeğini anmamalıyım tek başına. Kimlik adına yaşanan olumsuz gerçekliklerin bu toprakların gerçeği olduğunu, demokrasi aldatmacası ile geçen baskı, inkar ve tek tipleştirmenin sonuçlarını yaşadığımızı, olumsuzlukta başat olanın bu olduğunu söylemeliyim.”

 

Halklar arası mesafeyi azaltmak, önyargıları kırmak için ciddi bir uğraş verilirken ve aylarca süren uğraşılar ile ancak bebek adımlar atılabilirken, yapılan tek yanlış birkaç adım geriye götürür ki bu olayda da kasıt aranmasa da aynen böyle olmuştur.

 

Kimlik sorununda temel yaklaşım eşitliktir. Sayıları her ne olursa olsun bütün kimlikler eşittir, bütün diller eşittir. Halklar hiyerarşisi olmaz. Hiçbir anlamda. Çok olan, eskiden beri var olan vb. gerekçelerin hiçbiri hiyerarşi nedeni olamaz.

Comments are closed.